Sen bir mültecisin

Prof. Dr. Mehmet Çelik, Independent Türkçe için yazdı

İranlı ünlü bilge şair Şirazlı Sa’dî bir şirinde şöyle der:

“Vatan kutsal ve mübarek zaten

Fakat bu şehirde doğdum diye

Burada ölmeğe mecbur muyum ben?”

 Yeryüzündeki halkların tarihi aynı zamanda göçlerin de tarihidir. Günümüzde ana vatanında yaşayan halkların sayısı göç etmiş halkların sayısının çok altındadır. Başka coğrafyaları yurt edinmiş halkların sayısı ve oluşturdukları kültür ve medeniyetler ciltler dolduran bilimsel çalışmalara konu olagelmiştir. Biz burada bu çalışmalara değinmeyeceğiz. Fakat bilinmelidir ki göç insanlığın değişmez olgularından ya da sorunlarından biridir. Halklar tarih boyunca göç etmişlerdir. Bu göçlerin bir kısmı yeni ve daha verimli topraklar ve zenginlikler elde etmek amacıyla yapılan göçlerdir ki bunun en tipik örneği Orta çağda Roma devletinin yıkılmasında oldukça önemli rol oynayan Kavimler Göçü’dür.

 Kimi tarihçiler Kavimler Göçü’nü iki döneme ayırarak M.S. 350- 800 arasında yapılan bütün göçleri aynı kategoride ele alırlar. İlk dönemdeki kavimler göçü  Roma İmparatorluğu ile Turanî bir kavim olan Hunlar arasında yoğun savaşların ve sınır değişikliklerinin olduğu bir bir dönemi kapsar. Bu dönemde göç eden halklar aynı zamanda istilacı bir karakter sergilemekteydiler. Kavimler göçünün liderliğini Avrupa’da “Tanrı’nın kırbacı” diye kendisinden dehşete kapılan Hun imparatoru Atilla üstenmişti. Bununla beraber diğer Orta Asya kavimleri de bu ilk dalga göçün içinde yer almışlardı. Bunlar; Slavlar, Ön Bulgarlar, Alanlar tarafından Batı'ya doğru sürülen Gotlar, Anglo-Saksonlar, Vandallar ve Franklar gibi Cermen kabileleriydi. Bu kavimlerin göç etmesi dünyadaki dengeleri tamamen değiştirmiştir.

 Romalıların başlangıçta burun kıvırarak “Barbarlar” diye adlandırdığı bu kavimlerin Roma hakimiyetine son verceğini tahmin bile etmemişlerdir kim bilir?

 Oysa bu göçlerin faturası pek ağır oldu… Roma İmparatorluğu  395'te ikiye ayrıldı. Batı Roma İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) adıyla bölünen Roma’nın Batı kısmı göçmenlerin saldırısına dayanamayıp 476'da yıkıldı. Tarihçilerin büyük bir kısmı İlk Çağ’ın bitip Orta Çağ’ın başlamasını da  bu göçlere yorarlar.

 Tarihte birçok örneği olan ve tekerrür eden bir hadise vardır; kültür ve medeniyet bakımından  geri istilacı kavim veya milletler işgal ettikleri ülkenin ya da coğrafyanın daha güçlü kültürü ya da medeniyeti tarafından fethedilir; başka bir deyişle yutulurlar. “Barbar” kavimlerin de başına bu geldi. Yüzyıldan fazla süren bir karışıklık devresinden sonra Barbar kavimler arasında Hristiyanlık hızla yayılmıştır. Cermenler, Hristiyanlığı kabul ederek Ortaçağ Avrupa'sında en etkili güçlerin arasında yerlerini almışlardır. Hrıstiyan skolastiğinin güçlenmesi, derebeyliklerinin türemesi bir yana Avrupa’nın bugünkü etnik yapısı da büyük bir oranda o göçlerle belirlenmiştir. Bugünkü İspanya'ya Vizigotlar, Kuzey Afrika'ya Vandallar, İtalya'ya Ostrogotlar, bugünkü Fransa'ya ise Franklar yerleşmiştir.

 Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız tarihi göç gücü ve etkisi ve sonuçları bakımından odukça önemli olsa da bu olayda “ Barbarlar” mağdur değil istilacı konumundadırlar. Dolayısıyla acı çekmekten çok acı çektiren bir konuma sahiptirler. Oysa göç ettirilmek ya da eski tabirle “Tehcir” bambaşka bir karakter taşır. Modern zamanlarda da birçok halk, birçok kavim bir çok millet tehcir edilmiştir. Yani göç ettirilmiş ya da göçe zorlanmıştır. Bunlara değinmeden önce tarihin en büyük tehcirlerinden biri olan Yahudi tehcirine değinmek isterim.

 Yahudilerin tarihlerine dair ilk bilgiler ya da değinmelere Tevrat’ta rastlanır. Bunun dışındaki kaynaklarda Yahudilerin Mısır’a girmelerine kadar geçen sürede neler yaşadıklarıan dair hemen hemen hiçbir  bilgiye rastlanmaz.  M.Ö. 600 ve 400 yılları arasındaki dönem Yahudi halkı için önemli başlangıçların ve değişimlerin olduğu bir devreyi temsil eder. Bu yüzyıllarda Yahudiler açısından çok önemli olaylar yaşanmıştır. Yahudilerin toplumsal hafızasında hep diri kalan Asur ve Babil sürgünleri bu dönemde gerçekleşmiştir. Yahudi tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilen Hz. Süleyman’ın M.Ö. 925’ te vefat etmesinden sonra Davut zamanında kurulan Yahudi krallığı ikiye bölünmüştü. Bu da birçok devletin Yahudi topraklarına göz dikmelerine zemin hazırlamıştı. Başta Asur ve Babil devletleri gözlerini o günkü adıyla Davut krallığı ya da Kenan topraklarına dikmiş bekliyorlardı. Karışıkllıklar içinde geçen 700’lü yıllardan sonra nihayet büyük felaketler gelip çatacaktı.

“Yahudilerin tarihte ilk yasadıkları sürgün, Asur Sürgünü’dür. İsrail ülkesi Asurlular için stratejik bir öneme sahiptir. Asur İmparatorluğu’nun topraklarından başlayan ve Mısır’a giden ticaret yolu Filistin coğrafyasından geçmektedir. Bundan dolayı Asurlular buranın alınması için girişimler başlatmışlardır. İsrail Krallığı’nı topraklarına katan Asurlular buradaki halkı Asur’a sürgüne gönderdiler. Kuzey İsrail krallığında yaşayan on Yahudi kabilesi ve Babil İmparatorluğu döneminde Güney Yahuda krallığında bulunan iki Yahudi kabilesi sürgün edilmiştir. İsrail krallığından sürgüne gönderilen on Yahudi kabilesi, zaman içerisinde başka milletler içerisinde tamamen asimile olup kaybolurken Yahuda’dan gönderilen iki Yahudi kabilesi, Pers İmparatorluğu döneminde tekrar kendi topraklarına dönebilmiştir.

Fakat Babil sürgününden dönenler azınlıkta olup çoğunluk yine diasporada kalmayı tercih etmiştir. Asur’a vergi verip işgalden kurtulan Yahuda Krallığı, İsrail’in sürgüne gönderilmesinden ders almayıp Rabb’ı dinlememeye devam ederler. Halkın yaptığı umumi hatalardır bazıları; putperestlik, ahlaksızlık, kan dökme, içki içmede aşırıya gitme ve Şabat’ı uygulamamadır.” (Konak, 2019, s.1)

Bu göç ve sürgün,Yahudilerin inanç duygu ve toplumsal hafızalarında yerini hep koruyagelmiştir. Tarihsel uyuşmazlığa rağmen Zebur’da da bu göndermelere rastlamak mümkündür. Mesela 37. Mezmur şöyledir.

         “Yüz otuz yedinci mezmurun Türkçeye nazmen tercümesi.”

Babil nehirleri sahillerinde

 Sahyûn'u yâdedip hayli ağladık.

 Oturup sahilin serin yerinde

 Bir söğüt dalına sazı bağladık.

Bizi esir edip çöle sürenler,

(Sahyûn ilâhîsi okuyun!) dedi.

 Bizi inciterek elem verenler,

 Bizden bir neş'eli nâğme istedi.

Vatandan sürülüp bu yâd ellerde

Serseri gezerken neş'e olur mu?

Rabbın ilâhisi ıssız çöllerde

Gönlümüzden başka makes bulur mu?

Orşalim!. Ben seni eğer anmazsam,

Sağ elimden Allah hüneri alsın.

Seni her sevgiden üstün sanmazsam

Dilim damağıma yapışıp kalsın.

Edom evlâdını unutma Yareb!

 (Yıkın Orşalimi tâ temelinden!)

Diyenler onlardı. Onlardı sebep

Göç edişimize Sahyun elinden.

Onların zulmudur bizi kahreden;

Ruhumuzda onmaz bu derin sızı.

 -Yarabbi, bize bu gazabın neden?

Ey hârâb olası Babilin kızı!.

 Bize ettiğine ceza olarak

 Hak senden intikam alsa gerektir.

Mâsum evlâdını taşa çalarak

Geberten bir kâtil ne mübarektir!..

                                      (Tercüme: Rıza Tevfik Bölükbaşı)

 Bu giriş bölümünden sonra göçlerin ve tehcirlerin dünyadaki etkileri üzerinde yazmaya devam edeceğiz. Ama özellikle Yahudi tehcirine değinmişken şunu söylemeden geçemeyeceğiz ki  sonraki haftalarda da değineceğimiz üzere,  bunca acılar, sürgünler yaşamış olan Yahudi kavminin, bazı aydın görüşlüleri hariç, hâlâ empati yapamıyorsa büyük kayıp yaşıyor demektir. Çünkü 20. Yüzyılın büyük bilgesi Begoviç şöyle der:

   Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.“Düşmanına benzediğin zaman, savaşmanın anlamı kalmaz.”

 Maalesef ki İsrail’in İlk Çağın Asur’undan da Nazi Almanya’sından da farkı yok.

                                                                                                                     (devamı var)

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU