Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed'in 2019 yılı Nobel Barış Ödülü'nü almasına ilişkin değerlendirmemde ödülün, Etiyopya içi ve bölgesel barışın sağlanması istikametinde bir temenni ve Abiy Ahmed'i daha fazlasını yapmaya teşvik mahiyetinde olduğuna işaret etmiştim.
Ancak, aradan geçen süre zarfında Abiy Ahmed'in gittikçe daha otoriter bir çizgiye kaydığını görüyoruz.
Dahası, adıgeçenin ülkesini uzun sürebilecek bir iç savaşa sürüklediğine şahit oluyoruz.
Bu bağlamda 4 Kasım 2020 tarihinde Abiy Ahmed, Tigray Halkı Kurtuluş Cephesi (Tigray People's Liberation Front-TPLF) yönetiminin bölgede bulunan askeri bir üsse saldırı düzenlediğini kaydederek, TPLF'ye karşı askerî harekât başlatıldığını duyurdu.
Daha çok konvansiyonel bir savaş izlenimi veren harekatta düzenli ordu birliklerinin yanı sıra yerel milisler de kullanılıyor ve nihai hedefin bölgede devlet otoritesinin yeniden tesisi olduğu ifade ediliyor.
Bu arada TPLF, Etiyopya federal hükümetine destek olmak amacıyla Eritre'nin bölgeye asker ve mekanize birlik sevkettiğini iddia etti ve misilleme olarak Eritre'nin başkenti Asmara'daki havaalanına roket saldırısı düzenledi.
Bölgede devam eden çatışmalardan kaçan on binlerce kişi Sudan'a sığındı ve sığınmacıların sayısı gün geçtikçe artıyor.
Abiy "müesses nizamı" karşısına aldı
TPLF ile iktidardaki Etiyopya Halkları Devrimci Demokrasi Cephesi (EPRDF) koalisyonu arasındaki ihtilafın temelinde, 27 yıldır ülke yönetiminde merkezi konumda bulunan, ordu ve istihbarat gibi kilit kurumları kontrol eden TPLF'nin tasfiye edilmek istenmesi yatıyor.
Zira nüfusun yüzde 6'sını oluşturan Tigray halkının temsilcisi TPLF'nin bu kadar güçlü olması, Amhara ve Oromo başta olmak üzere ülkedeki diğer halklar arasında rahatsızlık meydana getiriyor.
Ve bu rahatsızlık esasen TPLF'nin başat güç olduğu EPRDF koalisyonunun 1991 yılında ülke yönetimini ele geçirmesinden bu yana varolmakla birlikte, 2005 yılında yapılan seçimlerle muhalefetin ciddi destek almasıyla gün yüzüne çıkmıştı.
2015 yılında kitlesel protestolara dönüşmüş, nihayetinde Abiy'in selefi Hailemariam Desalegn'in 2018 Nisan ayında istifa etmesiyle kritik bir aşamaya ulaşmıştı.
Ülkenin en kalabalık halkları olan ve nüfusun yüzde 70'ini oluşturan Amhara ve Oromo halklarının temsilcisi partilerin desteğini alan Abiy, bu şartlar altında Başbakanlık koltuğuna oturmuştu.
Dolayısıyla Abiy'in görev yönergesinin en başında TPLF'nin tasfiye edilmesinin bulunduğunu söylenebilir.
Bu bağlamda Abiy ilk olarak, yolsuzluk gerekçesiyle güvenlik bürokrasisi içerisindeki Tigray üst düzey görevlileri tasfiye etmeye başladı.
Akabinde TPLF'nin de bir parçası olduğu iktidar koalisyonu EPRDF'yi Aralık 2019'da "Refah Partisi"ne (Prosperity Party) dönüştürdü.
Kendi katkısı ve etkisinin olmadığı bu dönüşümü kabul etmeyen TPLF, yeni kurulan partiye katılmayı reddetti ve dolayısıyla iktidar koalisyonunun dışında kaldı.
Ancak asıl kırılma, 2020 Ağustos ayı sonunda yapılması planlanan seçimlerin merkezi yönetim tarafından Covid-19 salgını gerekçe gösterilerek belirsiz bir tarihe ertelenmesiyle gerçekleşti.
TPLF bunun anayasaya aykırı olduğunu, seçimlerin ertelenmesiyle Abiy başbakanlığındaki hükümetin meşruiyetini kaybettiğini iddia etti ve seçimleri planlanan tarihte kendi yönetimi altındaki Tigray bölgesinde gerçekleştirdi.
Buna mukabil federal hükümet, bahsekonu seçim ve sonuçlarının hükümsüz, TPLF liderliğindeki bölgesel yönetimin de yasadışı olduğunu ilan etti.
Ayrıca, bütçeden Tigray bölgesine gönderilen katkıyı durdurduğunu açıkladı.
Son olarak Tigray bölgesinde konuşlu ve Etiyopya ordusunun yarısından fazlasını oluşturan birliklerin başına yeni atanan komutanın görevi devralmasına ve askeri birliklerin rotasyonuna TPLF yönetimince izin verilmemesi gerginliği iyice artırdı.
Kasım ayı başındaki doğruluğu henüz teyit edilemeyen askeri üsse yönelik saldırı, merkezi yönetime TPLF'ye karşı harekete geçmek için aradığı mazereti sunmuş oldu.
Öte yandan Abiy'in, kendisine 2019 Nobel Barış Ödülü'nü de getiren Eritre'yle Barış Anlaşması'nı da "bugünlere hazırlık" olarak imzaladığı, dolayısıyla TPLF ile federal hükümet arasında çıkması muhtemel bir ihtilafta Tigray bölgesini çevrelemeyi planladığı iddia ediliyor.
İmparatorsuz imparatorluk
Ancak, ülkedeki "etnik" aidiyetler temelli ihtilaflar Tigray halkı ve yönetimiyle sınırlı değil.
Zira anayasadaki ifadeyle Etiyopya'daki "millet", "milliyet" ve "halklar"ın sayısı 80'in üzerinde ve bunlar arasında birçok ihtilaf bulunuyor.
Örneğin, Tigray-Amhara, Amhara-Oromo, Oromo-Somali halkları arasında bazıları yüzyıllar öncesine dayanan anlaşmazlıklar mevcut.
Dolayısıyla bu sorunların varlığını sürdürmesinde Etiyopya'nın imparatorluk geçmişi ve sosyolojik açıdan bu geçmişin devam ediyor olması önemli rol oynuyor.
Bu hususu kavramak için Etiyopya'nın tarihine kısaca bir gözatmak gerekiyor.
Bugünkü Eritre ve Etiyopya topraklarını içeren bölge geçmişte yerel krallıkların hüküm sürdüğü, belli dönemlerde ve kısmen Aksum ve Şeva (Shewa) krallıklarının hakimiyet alanlarını genişleterek diğer krallıkları kontrol ettiği bir bölgeydi.
Her iki hanedanlıkta da kralların/imparatorların Hz. Süleyman'ın soyundan geldiğine inanılıyordu.
Siyasi istikrarı iki bin yıl boyunca inişli-çıkışlı bir seyir izleyen Etiyopya'yı gerçek bir imparatorluğa II. Menelik dönüştürdü.
Zira 1889 yılında imparatorluğunu ilan eden Menelik, 1896 yılında İtalya'yı Adwa Savaşı'nda yenilgiye uğrattığı gibi, ülke sınırlarını her yönde genişletti.
Adwa Savaşı özel önem arzediyor; zira ilk (ve son) defa bu savaşla Afrikalı bir devlet Avrupalı sömürgeci bir gücü bozguna uğrattı ve bağımsızlığını korudu.
1913 yılında vefat eden Menelik'den sonra imparatorluk, 1974 yılında İmparator Haile Selassie'nin Marksist darbeyle devrilmesine kadar varlığını sürdürdü.
Darbenin ardından kurulan ve DERG olarak adlandırılan askeri diktatörlük, bir yandan ülkedeki tüm "etnik" grupları tanıyıp statü verirken, diğer yandan Leninist güçlü bir merkezi idare oluşturdu.
DERG yönetimine organize bir şekilde ilk olarak Tigray halkı karşı çıktı. TPLF önderliğindeki 15 yıllık bir direnişin ardından merkezi idare bölge dışına itildi.
TPLF daha sonra diğer halkların da desteğiyle Addis Ababa üzerine yürüyerek 1991 yılında yönetimi ele geçirdi.
Kendisi de Marksist-Leninist bir ideolojiye sahip olan TPLF lideri Meles Zenawi, devlet güdümlü kalkınmanın getireceği refahın halklar arasındaki ihtilafları ve aidiyet farklılıklarını ortadan kaldıracağını öngörüyordu.
Bu yüzden ülke yönetiminin "etnik" temelli bir federasyona dayalı olmasını tercih etti.
Zenawi'nin bu tercihinde TPLF'nin yönetimdeki baskın konumunu sürdürme niyeti de etkili oldu.
Ancak, TPLF güdümündeki EPRDF görece ekonomik kalkınmaya rağmen, imparatorluk ve DERG yönetimlerinde olduğu gibi Etiyopya halkları arasındaki ihtilafları gideremedi.
Tabiri diğerle EPRDF, "devrimci demokrasi" mefkuresinin sadece devrim kısmı gerçekleştirilebildi.
Pandora'nın kutusu
Milliyetçilik akımının tüm dünyayı etkisine aldığı bir dönemde ve ulus devletler çağının hemen arifesinde gerçek bir imparatorluk haline gelen Etiyopya, muadilleri tarihin mezarlığına birer birer gömülürken, imparatorluk yönetimini resmen ve fiilen uzun süre muhafaza etti.
İmparatorluğa 1974 yılında resmen son verilmesine rağmen Etiyopya, millet sistemine dayalı şekilde yine imparatorlukta olduğu gibi otoriter liderlerce yönetildi.
Dolayısıyla Etiyopya'da özellikle son beş yıldır yaşananları imparatorlukların doğasından kaynaklanan sorunların yanı sıra, toplumu oluşturan farklı kesimler arasında barış içinde bir arada yaşama kültürünün oluşturulamamasına bağlayabiliriz.
Bu çerçevede federal hükümet ile Tigray bölgesel yönetimi arasındaki çatışmalara kısa süre içerisinde bir son veril(e)memesi halinde bunun, Etiyopya'nın insan kaynaklarını ve ekonomik gücünü tüketecek uzun süreli bir iç savaşa dönüşme ihtimali bulunuyor.
Zira Tigray halkı, ne pahasına olursa olsun otoriteye karşı gerektiğinde başarılı bir şekilde direnmeyi biliyor.
Nitekim DERG yönetiminin bölgeye yönelik düzenlediği askeri harekatlarda onbinlerce, 1983-1985 yılları arasında açlığı bir direnişle mücadele aracı olarak kullanması nedeniyle de yüzbinlerce kişi hayatını kaybetmesine rağmen Tigray halkı ve eliti direnişi sürdürmüştü.
Ayrıca, Tigray halkı arasında "asker millet" anlayışı hüküm sürüyor.
Etiyopya ordusunun ana gövdesini oluşturan personel ve mekanize birliklerin bölgede bulunduğu, yerel milislerle birliklerle birlikte Tigray bölgesindeki silahlı gücün yaklaşık 400 bin kişi olduğu da gözönünde bulundurulduğunda, Abiy liderliğindeki merkezi yönetimin riskli bir girişim başlattığını söyleyebiliriz.
Uzun süreli bir savaşın meydana getireceği ekonomik ve sosyal yan etkiler, diğer halkları da merkezi yönetimden bağımsız hareket etmeye yönlendirebilir ve ülke kaosa sürüklenebilir.
Buna ek olarak Eritre, Sudan ve Mısır başta olmak üzere bölge ülkelerinin Etiyopya ile mevcut ilişkileri, çatışmaların vekalet savaşlarına dönüşmesine yol açabilir.
Temennimiz, başta masum siviller olmak üzere, sayısız can kaybına ve ülkeyi "etnik" farklılıklar temelli parçalanmaya götürebilecek çatışmaların en kısa zamanda sonlanması.
Akabinde ise geniş çaplı bir toplumsal diyalog ve uzlaşı sürecinin başlatılması hayati önem taşıyor.
Ancak, mevcut şartlar çerçevesinde bunun nasıl olacağı ve Tigray ihtilafından sonra buna fırsat kalıp kalmayacağı şimdilik belirsizliğini koruyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish