Dipnot Yayınları, Demirtaş’ın yeni kitabı Jamal’ı 10 Nisan’da kamuoyuna duyurdu. Romanın 25 Nisan’da raflardaki yerini alacağı açıklandı.
Yayınevinden yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
Bugün 10 Nisan. Selahattin Demirtaş'ın doğum günü. Yazarımız 8,5 yıldır hapiste. Hapiste tutulduğu 8,5 yıl boyunca 8 kitap yazdı. Yazarımızın doğum gününde, yeni romanı Jamal'ı okura duyurmanın gönencini yaşıyoruz.
Demirtaş’ın daha önce yayımlanan eserleri arasında Seher, Devran ve Dad adlı öykü kitapları ile Leylan, Efsun ve Arafta Düet (Yiğit Bener’le birlikte) romanları yer alıyor. Ayrıca Onurlu Yaşam Davası adlı kitabında mahkeme savunmaları da kitaplaştırılmıştı.
Dipnot Yayınları, Jamal romanını şöyle tanıttı:
Dipnot Yayınları etiketiyle raflarda yerini alacak olan bu romanında ‘modern’ insanı özgürlüğün gerçek anlamı üzerinde hiç düşünmemeye, mülkiyet ilişkilerine teslim olmaya, hep daha fazla tüketmeye, ister bir adım ötede ister sınırlar ötesinde yaşansın yoksulluğa/sürgünlere/kıyımlara kayıtsız kalmaya zorlayan bu yeni barbarlık ikliminde insani değerlerin ancak sokağın bizatihi kendisi olmakla ayakta kalabileceğini anlatıyor, unutulmaz karakterler eşliğinde.
Demirtaş, yeni romanı Jamal’ı babası Tahir’e, dayısı Alaattin’e ve yeğeni Fırat’a ithaf etti.
Romanın kapağında ise, Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde bu kitap için yaptığı 50x70 cm ebatlarında tuval üzerine akrilik tablo yer alıyor.
Jamal, toplumsal eleştirinin, politik göndermelerin ve güçlü karakter anlatımının iç içe geçtiği bir edebi yapıt olarak 25 Nisan’da okurla buluşacak.
Kitaptan bir bölüm
Onunla bir çöp bidonunun başında tanıştım; çekingen, utangaçtı. Aç olduğu her halinden belliydi, yine de çöpü karıştırıp karıştırmamakta kararsızdı. … Kapkara gözlerinin feri sönmüş, omuzları çökmüş, dudakları çatlamıştı. Çöpten bulup çıkardığım ilk yiyeceği ona uzattım; tereddüt etti, gözleri doldu, boğazı düğümlendi. … Verdiğim mısır ekmeğinden ısırırken onu adeta incitmemeye çalışıyordu, belli ki ‘nan’ın kıymetini biliyordu, ‘nankör’ değildi yani. Birkaç parça daha yiyecek tutuşturdum eline; ilk defa gülümsedi, bembeyaz dişleri yüzünü aydınlattı. Birbirimizin dilini konuşamıyorduk, ancak iyiliğin evrensel diliyle anlaşmak zor değildi.”
Düşenlerin, sürülenlerin, yersiz yurtsuz bırakılanların, içlerinde bir anda “tık” diye bir şeyler kopanların, acımasızca işleyen bir çarkın dişlilerinde öğütülenlerin son sığınağıdır sokak. Orada insan olmanın/insan kalmanın, dayanışmanın, bir dilim ekmeği paylaşmanın mutluluğu da yaşanır; yüzüstü bırakılmanın, tepetaklak yere çakılmanın acısı da. İnsanların en güzel hallerine de tanık olunur, en kötücül hallerine de. Ama sokağın “sesine” kulak vermek değildir aslolan, o “sesin” bizzat kendisi olmaktır.
Sokak özgürlüktür çünkü, özgürlük sokaktadır.
Independent Türkçe