Dünya neden hızla silahlanıyor?

Prof. Dr. Nadir Devlet Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

İnsanın yapısında savaşmak var. Hayır ve şer, Ying ve Yang, melek ve şeytan, iyilik ve kötülük birlikte kullanılan deyimler.

Savaş çocukluktan başlıyor. Bebek istediği yapılmazsa ağlar, daha büyük çocuk bağırır çağır, sokaktaki çocuk yumruk, taş, sopa atar.

Tarih kitaplarında yazılan zaferlerin diğer yüzünde on binlerce, yüzbinlerce insanın ölümü ve sakatlanması vardır.

Kovboy filmlerinde "Kızılderililer"in öldürülmesi alkışlara yol açar.

Savaş filmlerinde "düşmanı" katleden, "bizim" kahramanımızdır. Halbuki kahramanlarımızdan biri bile ölse üzülürüz. 


20'nci yüzyılda dünya iki büyük savaş yaşadı. İlkinde can kaybı (1914-1918) 10 milyon asker ve sivil idi. İkincisinde (1939-1945) ise 65 milyon insan öldü. Bunun 30 milyon kadarı Sovyetler Birliği vatandaşları idi.

Yetmiş beş yıldır böyle birçok ulusun dahil olduğu bir büyük savaş olmadı. Sanki insanlar veya daha doğrusu yöneticiler akıllandılar diye zannettik. 

Aynı ulusun çocukları bile ideolojiler yüzünden birbirine düşmandır. Birbirlerini acımasızca öldürürler.

 Amerika'da Güney ve Kuzey Savaşı (1860-1865) veya 1917 Ekim Devrimi'nden sonra patlak veren Kızıllar ve Aklar Savaşı'nda (1917-1922) iki taraftaki kardeşler birbirlerini öldürmüşlerdir.

20'nci yüzyılın ortalarında ise Güney ve Kuzey Kore (1950-1953), Kuzey ve Güney Vietnam (1955-1975), süren Afganistan (1980-1990) savaşlarını hatırlayın. 


Savaş önemli bir ekonomik gelir kaynağı olduğu için savaşlar lokalleşti, fakat bitmedi. Çünkü silah endüstrisi bir hayli ülkenin önemli gelirini teşkil ediyor.

Avrupa'da Yugoslavya'nın dağılması ile Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut ve Makedonlar arasındaki savaşı (1991-2001) saymasak, ciddi bir topyekûn savaş olmadı.

Bunun yerine Avrupa dışında lokal savaşlar patlak verdi. Çeçen Savaşları (1994-2009); Rusya'nın, Ukrayna ve Gürcistan'ın bir kısmının parçalamak için askeri gücünü kullanması gibi. 


Türkiye'de 1974'te başlayan ve hala neredeyse yarım asırdır süren PKK ile mücadele, Türkiye'nin komşuları Irak-İran Savaşı (1980-1988), Irak-ABD Savaşı (2002-2011), Suriye (2011 halen devam), Yemen (2015 halen devam) ve Libya İç Savaşları (2019 halen devam) silahların patladığı ve sivillerin güvenliğinin kalmadığı ülkeler olarak karşımıza çıkıyor. 

Dünya'daki yerel çatışmalar bununla bitmiyor. Afrika'da Mali, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Etiyopya, Güney Sudan, Sudan, Mozambik, Zimbabve, Nijerya ve Tunus da silahlı çatışmaların yaşandığı ülkeler.

Dağlık Karabağ, Ukrayna ve Doğu Akdeniz de çatışma çıkma riski yüksek bölgeler olarak görülüyor.


İşin güzel tarafı biz bu sorunları kendimize uzak zannediyoruz. Ancak neden yönetimler hızla silahlanmayı sürdürüyor?

Dünyadaki silah kapasitesine baktığımızda şunları görüyoruz: 

En dehşetlisi, nükleer silahlara sahip dokuz ülkenin toplam 13 bin 355 nükleer füze ve bombaya sahip olması. Rusya Federasyonu ile ABD, bu silahların toplam yüzde 92'sine sahipler.

Bu ikisinin dışında sırasıyla Fransa, Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşik Krallık, Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore de birer nükleer güç olarak dünya siyasetine damga vurabiliyorlar. Bu ülkelere siyasi baskı yapmak pek mümkün değil. 

Nükleer silaha sahip olan ülkelerin ekserisi ayrıca konvansiyonel silahlara da sahip. Kara, hava ve deniz güçleri bakımından en güçlü ilk 20 ülke ise sırasıyla şöyle:

ABD, RF, ÇHC, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Fransa, Birleşik Krallık, Mısır, Brezilya, Türkiye (11. sıra), İtalya, Almanya, İran, Pakistan, Endonezya, Suudi Arabistan, İsrail, Avustralya ve İspanya. 


Demek ki Türkiye RF dışında komşularından askeri anlamda daha güçlü. Diğer ifade ile askerî açıdan Mısır'dan sonra Türkiye, Ortadoğu'daki en güçlü ülke. 

1974 yılında Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'taki Rum hakimiyeti ile karşı karıya gelmişti. İkisi de NATO ülkesi olmasına rağmen Türkiye Kıbrıs'ın yarısını ilhak etti, burada bir cumhuriyet kurulmasına vesile oldu.

Bunun üzerine ABD ambargo uygulamıştı. Uzun yıllar Türkiye'de ekonomik kriz olmuştu. Dünya ilan edilen KKTC'yi tanımadı. Türkiye bu hükümeti 1974'ten beri askeri, siyasi ve maddi olarak desteklemek zorunda kaldı.

Kıbrıs'ın Rum kesimi adanın gerçek sahibi olarak tanındı ve Avrupa Birliği'ne kabul edildi. 


Şimdi Yunanistan ile tekrar savaş rüzgarları esiyor. Bu bir Kıbrıs olayına dönüşür mü? İki arada savaş patlak verdiği takdirde diğer NATO ülkeleri buna seyirci kalırlar mı? Rusya ise buna ellerini ovuşturarak bakacaktır. 

Türkiye'nin Batı'dan kopması, Rusya ile İran'a yakınlaşması ve her alanda sıkı iş birliğine girişmesi demektir. Bu ABD'nin de AB ülkelerinin de pek hoşuna gitmeyecektir.  

Ankara ciddi olarak Batı'dan kopmak ister mi? Yoksa yıllarca AB'ye kabul edilmemenin intikamını mı almak istiyor? 


Ülke içinde Kovid-19 vakalarının artığı, 2. çeyrekte GSMH hızının yüzde -9,9'a düştüğü, işsizliğin çok arttığı, ülkede milyonlarca mülteciyi bir şekilde bakma zorunluluğunda olduğu bir ortamda savaş nasıl bir çözümdür, anlaması zor.

Zaten Türkiye, Suriye, Irak ve Libya'da çatışmalara müdahil olmuş ve ülke içinde de terör odakları ile mücadelede şehit vermektedir.

Bunlara ek olarak halkın dikkatini bu sefer Yunanistan ve Fransa'ya çekmek için savaş tamtamları çalmak, Türkiye'nin haklılığını ispatlayacak mı?

Ayrıca halkın dikkati tamamen bu sorunlara yönelecek mi? Belki esas sorular bunlar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU