Zaman bir nehir gibi akıp giderken, her yıl bir bahar sabahında ramazana uyanır İslam dünyası.
Gök kubbenin altına serilen rahmet sofraları, çiçeklerin tomurcuklanması gibi gönülleri sarıp sarmalar.
Bu yıl da baharın gelişiyle birlikte ramazan ayı kapımızı çaldı.
Ramazan, yeryüzünün dört bir yanında coşkunun, huzurun ve kardeşliğin ayı olarak karşılanır.
Sokaklar fener ışıklarıyla aydınlanır, camiler mahyalarla süslenir, ezan sesleri şehirlerin ruhunu sarar.
Kalabalık iftar sofraları, sahurun dingin bereketi, teravihin ardından edilen dualar, bu ayın ruhunu en güzel şekilde yansıtır.
Ancak her yıl olduğu gibi, yine aynı cümle yankılanır dudaklardan, "Nerede o eski Ramazanlar?"
Kimileri, çocukluk yıllarının neşeli iftarlarını, eski mahallelerdeki komşuluk sofralarını özlemle anar.
O anılar, bir zamanlar birlikte kurulan sofraların, paylaşılan ekmeklerin, edilen duaların hüznünü de içinde taşır.
Bu büyük coğrafyada, ramazan yalnızca oruç tutulan bir ay değil, aynı zamanda yeniden doğuşun, umudun, birlikteliğin ve manevi huzurun mevsimidir.
Her ezan sesi, her açılan iftar, her edilen dua, İslam dünyasının dört bir yanındaki gönülleri birbirine bağlayan bir köprü gibidir.
Ve yine gökyüzüne yükselen aynı dualar, aynı temenniler var:
Hoş geldin ey Şehr-i Ramazan…
Mazlumlara kurtuluş, gönüllere huzur, coğrafyamıza bereket getir!
Nil'in kıyısında ramazan: Mısır'da 1 ay boyunca süren bayram
Mısır… Kadim medeniyetlerin beşiği, peygamberlerin iz bıraktığı bereketli topraklar…
İslam dünyasının kültürel hazinelerinden biri olan bu diyar, ramazanı sadece bir ibadet ayı olarak değil, tam anlamıyla bir şenlik, bir bayram gibi karşılar.
Nil Nehri'nin serin esintileri eşliğinde, Mısır sokakları ramazanın ruhunu yansıtan bir sahneye dönüşür.
Daha ramazan hilali ufukta görünmeden günler öncesinde, Mısır halkı bu mübarek aya hazırlanır.
Şehirler, mahalleler, hatta dar sokaklar bile ışıl ışıl süslenir, sokakları rengârenk ışıklar ve büyük afişler kaplar.
Mısır'ı ramazan ayında farklı kılan en belirgin simge, “fanus” adı verilen ramazan fenerleridir.
X. yüzyılda Fatımiler dönemine kadar uzanan bu gelenek, sadece bir aydınlatma aracı değil, aynı zamanda bir kültürel mirasın yaşayan hatırasıdır.
Bu fanuslar, parlak renkleri ve zarif desenleriyle sokakları, evleri ve dükkânları süslerken, çocukların elinde birer mutluluk nişanesi gibi taşınır.
Çocuklar, ramazan gecelerinde ellerinde ramazan fenerleriyle sokakları dolaşır, eğlenceli oyunlar oynar ve hilali görmek için büyük bir heyecanla gözlerini gökyüzüne dikerler.
Akşam ezanı yaklaştığında, Mısır sokakları bambaşka bir hâl alır. Halkın büyük bir kısmı açık havada kurulan iftar sofralarına yönelir.
Cadde boyunca sıralanan bereket sofraları, zengin-fakir ayrımı gözetmeksizin herkese kucak açar.
Halil İbrahim bereketi ile donatılan bu sofralarda, iftar hurma ve suyla açılır, ardından birbirinden lezzetli yemekler sunulur.
Dolmalar, et yemekleri, baharatlı pirinç tabakları ve rengârenk salatalar, sofraları bir ziyafete çevirir.
Fakat Mısırlılar için ramazan, tatlısız düşünülemez. Kadayıf, künefe ve özellikle Ümmü Ali adını verdikleri tatlı, her iftarın vazgeçilmezidir. Her kaşık, ağızda eriyen bir tat olurken, ruhu da şükür ve huzurla doldurur.
İftardan sonra ise ramazan geceleri ayrı bir coşkuyla devam eder. Çocuklara hediyeler dağıtılır, mahallelerde şenlikler kurulur, sokaklarda ilahiler yankılanır.
Kahire'nin tarihi camilerinde teravih namazları huşu içinde eda edilirken, namaz sonrasında dost meclisleri kurulur.
Ümmü Gülsüm'den şarkılar ilahiler terennüm edilir, büyük şairlerden şiirler okunur, eski ramazan hatıraları anlatılır, sohbetler kahkahalarla süslenir.
Büyük şehirlerde, özellikle Kahire ve İskenderiye'de, insanlar teravih namazının ardından kafelerde buluşarak şerbetler ve aromatik çaylar eşliğinde sohbet eder.
Kahire'nin eski çarşılarında, Nil'in kıyısında, gece boyunca ramazanın maneviyatı ve neşesi yaşanmaya devam eder.
Gecenin ilerleyen saatlerinde ise sahurun habercisi olan “Musahharat” davulları duyulmaya başlar.
Geleneksel giysileri içinde, elinde davulu ve tokmağıyla sokak sokak gezen davulcular, insanların sahura uyanmasını sağlar.
Onların sesiyle uyanan Mısırlılar, sahur sofralarına oturur. Sahurda ekmek, peynir, bakliyatlar ve hurma eşliğinde mütevazı ama bereketli bir kahvaltı edilir.
Ardından sabah ezanı okunur, namazlar kılınır ve yeni bir oruç gününe niyet edilir. Günün erken saatlerinde dükkanlar açılır, ancak öğleye doğru sıcaklık arttıkça, şehir sessizleşir, insanlar kısa uykularla yeniden enerji toplar.
Ve böylece Mısır'da ramazan, her günü ayrı bir coşkuyla, her gecesi ayrı bir maneviyatla yaşanan, Nil'in sularına bir dua gibi düşen mübarek bir zaman dilimi olur.
İlk hilalden son hilale kadar, bu topraklar ramazanın ruhunu iliklerine kadar hisseder.
Bereketiyle gelen ramazan, birlikteliğiyle yaşanır ve dualarla uğurlanır.
Hoş geldin ey mübarek ay, hoş geldin Nil'in ve piramitlerin ramazanı!
Nil'in gölgesinde ramazan: Sudan'da 1 ay boyunca süren manevi yolculuk
Sudan… Nil'in bereketiyle yoğrulmuş, eski uygarlıkların mirasını taşıyan kadim topraklar…
Her yıl ramazan ayı yaklaştıkça, bu topraklarda manevi bir hazırlık başlar, sokaklar ve gönüller ramazana açılır.
Sudanlılar, bu kutlu ayı bir ibadetten öte, birlikteliğin, dayanışmanın ve paylaşmanın en güçlü yaşandığı zaman dilimi olarak görürler.
Daha ramazan hilali belirmeden haftalar öncesinde, Sudan'ın dört bir yanında hummalı bir hazırlık başlar.
Çarşılarda alışveriş hareketlenir, evler temizlenir, iftar sofraları için gerekli erzaklar özenle alınır.
Nil Vadisi'nin incisi Sudan, ramazanı karşılamak için sadece sofralarını değil, yüreklerini de hazırlar.
İftar vakti yaklaştığında, Sudan'ın mahalleleri birbirine kenetlenen insanların kurduğu uzun iftar sofralarıyla dolar.
Tıpkı Mısır'da olduğu gibi, burada da açık havada, sokaklarda ve avlularda sofralar kurulur, herkes davetlidir, kimse aç kalmaz.
Fakir ya da zengin fark etmeksizin, insanlar bir lokma ekmeğini, bir yudum suyunu paylaşarak ramazanın bereketini yaşar.
Çocuklar neşe içinde koşuşturur, yaşlılar dua eder, evlerin önünde pişen yemeklerin kokusu, oruçlu gönüllere sabrı ve şükrü hatırlatır.
Ve o an gelir… Gökyüzünde ezan sesi yankılanır, yürekler huzurla dolar. Sudan'da iftar sofraları hurma ve soğuk suyla açılır.
Ardından, Sudan mutfağına özgü “aseeda” (bir tür lapa) ve “mullah” (et ve sebzeyle hazırlanan özel bir sos) sofralara konuk olur.
Oruçlar açıldıkça, sofralar sadece yemekle değil, sohbet ve kardeşlikle de bereketlenir.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, ramazanın en güzel geleneklerinden biri olan “sahur davulları” Sudan sokaklarını şenlendirir. Türkiye'de olduğu gibi, burada da davulcular kapı kapı dolaşarak insanları sahura kaldırır.
Bu gelenek, sadece Sudan'a özgü değildir; Libya ve Çad gibi ülkelerde de sahur davulları geceleri yankılanarak halkı sahura uyandırır.
Sudan'da ramazan boyunca komşuluk ilişkileri daha da güçlenir. İftar yemekleri birbirlerine gönderilir, yoksul ailelere özel olarak yemek hazırlanır.
Herkes ramazanın paylaşma ruhunu yaşamak ve yaşatmak için çaba gösterir. Sudan'ın cömert insanları, sofralarından önce gönüllerini açar.
Ve ramazanın en kıymetli günleri olan son on gün geldiğinde, Sudanlılar manevi yoğunluğunu artırır.
Camiler teheccüd namazı kılanlarla dolup taşar, oruç tutanlar iftar vaktinden sahura kadar uyanık kalır, dualar semaya yükselir.
Kadir Gecesi'ni arayan kalpler, seccadeler üzerinde gözyaşlarıyla Allah'a yönelir.
Ancak bu yıl Sudan'da ramazan, her zamankinden farklı bir hüzünle yaşanıyor…
Yaklaşık 3 yıldır süren çatışmaların gölgesinde, gözler yaşlı, gönüller kırık…
Eskiden sokaklarda yankılanan çocuk kahkahaları, yerini endişeli dualara bırakmış durumda.
Sofralar hâlâ kuruluyor, dualar hâlâ ediliyor ama bir yandan da barışın hasreti çekiliyor.
Bu mübarek ayın hürmetine, Sudan'ın güzel insanları bir umutla bekliyor…
Gözyaşlarının yerini gülümsemeler alsın, barış yeniden Sudan topraklarına kök salsın diye…
Taraflar, kardeşlik hukukunu gözeterek barış için adım atarsa, işte o zaman bu mübarek ayın gerçek bereketi hissedilmiş olacak.
Cezayir'de ramazan: Bir coşkunun ve bereketin hikâyesi
Cezayir'de ramazan ayı, sadece oruç tutulan bir zaman dilimi değil, ruhun, sokakların ve evlerin bayram yerine döndüğü bir mevsimdir.
Bu mübarek ayın gelişi, halkın kalplerinde derin bir heyecan ve coşkuyla karşılanır.
Ramazan, Cezayir'in dört bir yanında bir sevda gibi yaşanır; çünkü bu ay, yalnızca açlığa sabır değil, aynı zamanda birlik, dayanışma ve paylaşma ayıdır.
Ramazana hazırlıklar, evlerin ve camilerin büyük bir özenle temizlenmesiyle başlar.
Camilerdeki kilimler yıkanır, mihraplar süslenir, avlular güzel kokularla bezeli bir huzur bahçesine dönüşür.
Evlerde ise tencere sesleri yükselir, tatlı bir telaş başlar; sofralara konulacak yemeklerin malzemeleri özenle seçilir, uzun kış gecelerinin bereketli anıları hatırlanır.
Cezayir sokakları, renkli ışıklarla bezenmiş pencereler, ramazanı selamlayan fenerler ve hilalin müjdesini taşıyan ezanlarla farklı bir çehreye bürünür.
Ramazan hilali gökyüzünde belirdiğinde, şehrin dört bir yanına müjdeli haber yayılır.
İnsanlar, balkonlardan birbirlerine seslenir, avlularda dualar edilir, camilerde Kur'an tilavetleri yükselmeye başlar.
Bu hilal, sadece yeni bir ayın başlangıcını değil, aynı zamanda ruhların arınmasını, kalplerin yumuşamasını, affın ve merhametin çoğalmasını temsil eder.
Cezayir sofralarında ramazan bereketi
Cezayir mutfağı, ramazan ayında zenginleşir, çeşitlenir ve bambaşka bir ruh kazanır.
Her gün özenle hazırlanan Harira çorbası, iftar sofralarının değişmez lezzetlerinden biridir.
Hurma ve sütle yapılan tatlılar, ağızları tatlandırırken, sebzelerle ve etle hazırlanan ana yemekler, birlikte olmanın sıcaklığını hissettiren bir şölen havası yaratır.
İftar sofraları, yalnızca bir yemek masası değil, paylaşmanın, dostluğun ve dayanışmanın bir simgesidir.
Baklava ve harisa tatlıları, komşular arasında bir ikram geleneğine dönüşmüştür.
Cezayir'de ramazan, yalnızca bir ibadet dönemi değil, yardımlaşma ve dayanışma ayıdır. ramazanın ruhunu yaşatmak adına, “Abir Sebil” adı verilen yardım organizasyonları düzenlenir.
İhtiyaç sahipleri için gıda kolileri hazırlanır, evleri ziyaret edilir, dualarla ve küçük hediyelerle gönülleri alınır.
Bu ayda, bir tebessüm bile sadaka sayılır ve her ev, bir başka evin bereketine ortak olur.
Ramazanı duyurmanın Cezayir'e özgü yolları
Cezayir, coğrafi genişliği ve kültürel çeşitliliği ile İslam dünyasında benzersiz bir konuma sahiptir.
Bu nedenle, iftar vaktinin duyurulması da kendine özgü geleneklerle gerçekleştirilir.
Köylerde, gökyüzünde gün batımının kızıllığı belirdiğinde, sesleri güçlü olanlar yüksek bir tepeye çıkar ve iftar vaktinin geldiğini ezanla ya da dualarla ilan eder.
Osmanlı'dan miras kalan iftar topu geleneğine benzeyen bir başka yöntem ise özel boruların üflenmesidir. Bu borular, köy meydanlarında yankılanarak oruç tutanlara iftar vakti geldiğini haber verir.
Ayrıca, minareler yeşil ışıklarla aydınlatılır ve Ramazan boyunca camilerin hoparlörlerinden Kur'an-ı Kerim kıraatleri yükselir.
Cezayirliler, özellikle Mısır'ın meşhur kıraat imamı Abdulbasıt Abdussamed'in büyüleyici tilavetini dinlemekten büyük bir huzur duyarlar.
Ramazan ayı boyunca, televizyon ekranları da bu manevi coşkuya ortak olur.
Kur'an okuma yarışmaları, her yaş grubundan insanın ilgisini çeker ve Cezayir'de ramazanı daha da özel kılar.
Çocuklar için düzenlenen yarışmalar, onların bu ayın bereketiyle büyümelerini sağlarken, yetişkinler için hazırlanan programlar, ramazanın ruhuna uygun bir manevi yolculuğa vesile olur.
Cezayir'de ramazan: Ruhun bayramı
Ramazan ayı, Cezayir'de yalnızca sahurlarla, iftarlarla, dualarla yaşanan bir ay değil; bir kültür, bir sevgi, bir diriliş zamanıdır.
Bu ay, sofralarda buluşan ellerin, dualarda birleşen yüreklerin, ezan sesinde yankılanan inançların ayıdır.
Cezayirliler için ramazan, yalnızca oruç tutulan bir vakit değil, hatıraların, geleneklerin ve iyiliklerin yeniden canlandığı bir manevi mevsimdir.
Cezayir'de Rramazan tüm bereketiyle yaşanır. Çünkü bu topraklarda ramazan, ruhun en derin köşelerine işleyen bir bayramdır.
Ramazan Bayramı, üç gün boyunca resmî tatil olarak kutlanır. Bu günlerde, şehirlerarası yolculuklar artar, uzaklarda yaşayan akrabalar bir araya gelir, özlemler giderilir.
Bayram sabahı, camilerde bayram namazı kılındıktan sonra, herkes birbirine sarılır, dualar edilir, sofralar yeniden neşe ve bereketle donatılır.
Bu bayram, sadece ramazanın bitişi değil, birlik ve beraberliğin, sevginin ve merhametin yeniden doğuşudur.
Fas'ta ramazan: Bir medeniyetin ruhani mirası
Ramazan, yalnızca oruç tutulan bir ay değil, aynı zamanda ruhun arındığı, kalplerin yumuşadığı, ilmin ve irfanın ışığında yeniden doğduğu bir zaman dilimidir.
Özellikle Fas gibi tarihin derin izlerini taşıyan, medeniyetlerin beşiği olmuş bir ülkede, ramazan ayı, mistik bir atmosferle, geçmişin ihtişamıyla ve ilmin aydınlığıyla yaşanır.
Bu topraklar, Endülüs'ün yankılarını hâlâ kalbinde taşıyan, ilim ve irfanın nakış gibi işlendiği bir kültüre sahiptir.
Endülüs'ün altın çağında gelişen ilim meclisleri, fıkıh tartışmaları, Kur'an tefsirleri ve irfan dersleri, Fas'ın ilim geleneğine ilham vermiş ve bu miras nesiller boyu aktarılmıştır.
Osmanlı döneminde, padişah huzurunda düzenlenen Huzur Dersleri, ilmin ve hikmetin en yüksek seviyede tartışıldığı saygın toplantılardı.
1759'dan 1924'e kadar süren bu gelenek, Osmanlı'nın ilim anlayışının en parlak yansımalarından biriydi.
Huzur Dersleri, sadece bir bilgi aktarımı değil, aynı zamanda hikmetin ve ahlaki derinliğin insan ruhuna işlenmesiydi.
İşte bu gelenek, Fas'ta "Durûsu'l-Haseniyye" adıyla 1963 yılından itibaren yeniden hayat buldu.
Her yıl ramazan ayında düzenlenen bu dersler, Osmanlı'nın mirasını günümüzde de yaşatan, ilmin ve hikmetin ışığını yaymaya devam eden bir gelenek haline geldi.
İrfan ve hikmetle gelen bereket
Ramazan ayı, Fas'ta sadece oruçla değil, ilimle, ibadetle, ruhaniyetle ve paylaşmanın en güzel örnekleriyle yaşanır.
Başkent Rabat'tan Marakeş'in kızıl şehirlerine, Kazablanka'dan Fes'in kadim medreselerine kadar her yerde ramazanın gelişine dair büyük bir hazırlık yapılır.
Her yıl, ramazan ayının ilk on günü boyunca, ülkenin en seçkin âlimleri, prensler, devlet adamları ve aydınlar bir araya gelir.
Bu meclis, Durûsu'l-Haseniyye adı verilen özel derslerle başlar. Dersler, ikindi namazının ardından başlar ve Fas Diyanet İşleri ve Vakıflar Bakanı'nın açılış konuşmasıyla resmiyet kazanır.
Ardından, Müslüman ülkelerden davet edilen seçkin âlimler, İslam'ın temel meselelerini ele alır.
Kur'an-ı Kerim tefsiri yapılır, imanın, ibadetin, ahlakın derin anlamları üzerinde durulur. Bu dersler yalnızca bilgi aktarmak için değil, insanı ruhen olgunlaştırmak, irfani bir bilinç kazandırmak için gerçekleştirilir.
Yaklaşık 1 saat süren bu dersler, krala sunulan dualarla son bulur. Daha sonra, ders veren âlim, eserlerini krala takdim eder ve huzurdan ayrılır.
Bu gelenek, ilim sahiplerine duyulan saygının, hikmetin kıymetinin ve ilmin sultanlar nezdinde de baş tacı edildiğinin bir göstergesidir.
Ramazanın ilk on gününden sonra, bu ilim meclisleri yalnızca başkentte değil, ülkenin dört bir yanında düzenlenmeye başlar.
Ülkenin en büyük âlimleri, farklı şehirlerde, camilerde, medreselerde ve kültür merkezlerinde halka açık dersler verir.
İlim, sadece saraylarda değil, sokaklarda, mahallelerde, halkın gönlünde de yeşermeye devam eder.
Ramazan gecelerinde Fas'ın ruhani atmosferi
Fas'ta ramazan geceleri, sadece sahur hazırlıklarıyla değil, ibadet ve dua halkalarıyla da anlam kazanır.
Teravih namazları, gökyüzüne yükselen dualar ve camilerden yankılanan Kur'an tilavetleriyle bir başka güzel yaşanır.
Sufilerin, dervişlerin zikir meclisleri, geceyi adeta manevi bir şölene çevirir.
Özellikle ramazanın 27. gecesi, Fas'ta ruhaniyetin zirveye ulaştığı, ilmin ve hikmetin en yüksek seviyede paylaşıldığı bir zaman dilimidir. Teravih namazının ardından, özel bir tören düzenlenir.
Bu törende, ülke çapında yapılan Kur'an-ı Kerim okuma yarışmasının birincisi, muazzam bir kıraat ile Kur'an okur. Ardından, seçkin bir Faslı âlim, Sahîh-i Buhârî'nin son dersini vererek ilim meclisini tamamlar.
Bu gece, sadece ilim ve ibadetin değil, aynı zamanda milletin kaderini şekillendiren önemli kararların da alındığı bir gecedir.
Törenin sonunda, kral, ülkenin geleceği, milli ve dini konular üzerine kararlarını açıklar.
Fas'ta, ilmin ve irfanın yalnızca erkek âlimlerin tekelinde olmadığı, hanım âlimlerin de büyük saygı gördüğü bir gelenek vardır.
Bu derslerde, kadın hocalar da ders vermek üzere davet edilir.
Kadim İslam tarihinde büyük kadın âlimlerin, müfessirlerin ve muhaddislerin yetiştiği topraklarda, bu geleneğin hâlâ yaşatılıyor olması, Fas'ın ilme ve hikmete olan bağlılığının bir nişanesidir.
Bu dersler yalnızca kapalı meclislerde kalmaz; internet, televizyon ve radyo aracılığıyla milyonlarca insana ulaşır.
Böylece, ramazan ayının bereketi ve ilmin aydınlığı, sadece mecliste bulunanlarla sınırlı kalmaz, tüm halka yayılır.
Endülüs'ün mirasını yaşatan ramazan
Fas'ta Ramazan, bir medeniyetin mirasını yaşatan, geçmişin ışığını bugüne taşıyan bir zaman dilimidir.
Endülüs'ün ilim dolu meclislerinden Osmanlı'nın Huzur Dersleri'ne uzanan bir geleneğin yaşayan mirasıdır.
Bu topraklarda ramazan ayı, sadece bir ibadet dönemi değil, aynı zamanda ilmin, hikmetin ve irfanın zirveye çıktığı bir aydır.
Bir kitabın sayfalarına sığamayacak kadar derin, bir ömre sığmayacak kadar bereketlidir.
Fas'ta ramazan ayı, sadece bir ay süren bir bereket mevsimi değil, yılın geri kalanında da insan ruhunda yankılanan bir hikmet senfonisi olarak varlığını sürdürmeye devam eder.
Ramazan ayının bir diğer önemli geleneği, büyük camilerde kurulan iftar sofralarına yansıyan hayırseverliktir.
Camiler, ramazanın huzurlu atmosferinde, sadece ibadet için değil, aynı zamanda yardımlaşmanın en güzel örneklerini sergileyen mekanlar haline gelir.
Toplumun hayırsever bireyleri, maddi durumuna bakılmaksızın, iftar vermek için sıraya girer.
Zengin ve fakir, her yaştan insan, farklı kökenlerden gelen cemaat, bu sofralarda bir araya gelir ve aynı ekmeği, aynı suyu, aynı sevgiyi paylaşır.
Afrika'da ramazan, yalnızca bireysel bir ibadet olmanın ötesinde, kolektif bir dayanışma ve yardımlaşma ruhtur
Ramazan ayında, özellikle bayram öncesinde, iftar sofralarında buluşan insanlar, bayram günü de bir araya gelir ve bayram sofralarını birlikte açarlar.
Bu sofralar, sadece yemekle değil, aynı zamanda paylaşılan hikayeler, gülüşler, geçmişe dair anılarla da zenginleşir.
Çocuklar, ramazan manileri söyleyerek ev ev dolaşır, bayram sabahı kapıları çalar ve komşularından harçlık alarak bayramın coşkusunu yaşarlar.
Küçük birer neşe kaynağı olan bu çocuklar, ramazanın neşesini, hayatın tüm zorluklarının ötesinde bir umut ve sevgiyle taşırlar.
Afrika'da ramazan, bir halkın, bir milletin, bir coğrafyanın tarih boyunca inşa ettiği kültürel zenginliklerin bir aynasıdır.
Farklılıklar içinde bir araya gelmiş bir bütünün, bir milletin ruhunu ve kalbini ortaya koyar.
Oruçların tutularak, dua edilerek, yemekler paylaşarak, sofralar kurularak, gönüller birleşir ve insanlık adına en yüce duygular yaşanır.
Ramazan, sadece bir oruç tutma süresi değil, bir milletin benliğini bulduğu, kültürünü yücelttiği, kalplerin bir araya geldiği, paylaşılan her lokmada daha da büyüyen bir sevgi ayıdır.
Ramazan, aynı zamanda insan olmanın, konukseverliğin, paylaşmanın, sevginin, hoşgörünün, karşılıksız iyiliğin temel vasıflarını bizlere hatırlatır.
Afrika'da bu manevi atmosfer, tüm insanlara ramazanın gerçek anlamını, bir toplumun birlik içinde nasıl hareket etmesi gerektiğini gösterir.
Bir oruçtan, bir iftardan çok daha fazlasıdır ramazan.
O, Müslüman milletlerin ortak tarihini, kültürünü, ruhunu yeniden yaşadığı, yeniden büyüttüğü bir dönemdir.
Bu mübarek ayın tüm insanlığa barış, huzur ve mutluluk getirmesini temenni ediyoruz.
İslam âlemine ve özellikle Afrika'ya ramazanın hayırlar getirmesini dileriz.
Hoş safa geldin ey şehri Ramazan!
Bu anlamlı cümle, tüm İslam coğrafyası için bir davettir: Herkes bir araya gelsin, gönüller birleşsin ve ramazanın manevi ışığı, her köşe bucağa yayılsın.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish