3-4 Aralık 2019 tarihlerinde 70'nci kuruluş yıldönümü dolayısıyla Londra’da NATO zirvesi gerçekleşti.
Öncesinde NATO üye ülkeleri arasında yaşanan tartışmalar, zirvenin nasıl bir atmosferde toplandığını anlamak, sonuçlarını değerlendirmek ve geleceğine dair öngörüde bulunmak açısından önemli.
Trump’ın NATO’ya vurduğu darbe
Trump’ın ABD’de iktidara gelmesiyle birlikte NATO içindeki çatlaklar da daha derinleşmeye başladı.
Bunun ilk işaretlerini Trump, “NATO’nun modasının geçtiği” açıklamasıyla yapmıştı. ABD Başkanına göre NATO, Sovyet tehdidine karşı kurulmuştu ve artık SSCB yoktu, Pakt terörizmle mücadele için tasarlanmamıştı.
Trump, NATO’yu kendi ödedikleri katkı payı üzerinden de topa tutmuştu. NATO, artık bir yük olarak dahi görülüyordu.
Trump, birçok kez NATO’nun askeri harcamalarını sürdürmesi halinde ABD’yi Pakt’tan çekebileceği tehdidinde bulunmuştu.
ABD’nin eski Moskova Büyükelçisi Michael McFaul’un, Trump’ın NATO’ya, 70 sene boyunca Sovyet ve Rus liderlerinden daha büyük zarar verdiğine dair sözleri bu süreci özetliyordu.
Aslında Trump, ABD orta sınıfının taleplerini dile getiriyordu. Londra Zirvesi’nin hemen öncesinde yapılan bir ankete göre ABD halkının yüzde 35’i ülkesinin NATO’nun baş sponsoru olmasını desteklerken yüzde 49’u buna karşı çıkıyordu.
NATO, cazibesini Hollywood filmleriyle yetişen Amerikalılar arasında dahi kaybetmişti.
NATO’dan bağımsız “Avrupa Ordusu” projesi
Fransa-Almanya ekseni ise artık kendisini ayrı bir kutup olarak var etme kararlılığını ortaya koymaya başladı. Bunun NATO açısından yarattığı en büyük tartışma ise “Avrupa Ordusu” fikri oldu.
Paris ve Berlin’e göre Avrupa’nın ABD’den bağımsız bir orduya ihtiyacı vardı. Macron ve Merkel, bu planı ısrarlı bir şekilde dile getirdi. Hatta Putin, bile bu projeye desteğini açıkladı.
Avrupa’nın ayrı bir kutup olarak sivrilme çaba ve girişimleri, doğal olarak Washington’un hoşuna gitmeyecekti. Trump, işi Avrupa ordusu kurmayı öneren Macron’a “ABD imdada yetişmeden önce Nazi işgali altında Almanca öğrenmeye başlıyordunuz” demeye kadar götürdü.
Sonunda Macron, “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini” ilan etti. Bu açıklamaya Avusturya Devlet Başkanı Alexander Van der Bellen gibi Avrupalı liderlerden de destek geldi.
Londra Zirvesi’nin hemen arifesinde Fransa Savunma Bakanı Florence Parly, ABD’nin F-35 dayatmasına isyan etti.
Fransız bakana göre ABD, NATO’daki müttefiklerine 5'nci maddeyi kullanarak dayanışma bahanesiyle kendi üretimi silahları dayatmaktan vazgeçmeli, Avrupa ise askeri araçlarını bağımsız bir şekilde üretmeliydi.
ABD-Almanya gerginliği
Washington-Paris arasındaki bu gerginlik, Berlin hattında da farklı değildi. Bir önceki NATO zirvesinde Trump, Alman heyetinin yüzüne bakarak Berlin’i Rusya’ya bağımlı olmakla suçlamış ve şöyle demişti:
Biz, Almanya’yı Rusya’dan koruyacağız, onlar Moskova’ya her sene milyarlarca dolar enerji parası verecek!
İki ülke arasındaki telekulak krizi ve sonrasındaki gelişmelerle birlikte Alman-Amerikan ilişkilerinin geldiği noktada Washington’un Almanya’da bulunan askeri güçlerini başka bir yere kaydırmanın hesaplarını yapmaya başladığı basına yansıdı.
Alman Die Welt, Soğuk Savaş’tan sonra Rusya sınırındaki en büyük NATO tatbikatına “hokkabazlık” yorumu yaparken, NATO’da tek bir strateji ve Rusya’ya yönelik tek bakış açısı olmadığını yazıyordu.
Polonya ve Baltık ülkeleri dışında Rusya’dan saldırı bekleyen ülke bulunmuyordu. Artık Alman milletvekilleri arasından 70'nci yıldönümünde NATO’nun dünyanın güvenliği için bir tehdit olduğunu ve dağıtılması gerektiğini söyleyenler de çıkıyordu.
Alman milletvekili Alexander Neu’a göre NATO, kendi imparatorluk çıkarlarını korumak için uluslararası hukuku ihlal ediyor ve çatışmalar kışkırtıyordu.
Avrupa kamuoyundaki Amerikan tehdidi algısı
Paris ve Berlin’in bu tavrı, Fransız ve Alman kamuoyunun da düşüncelerini yansıtıyordu. Alman strateji merkezi Centrum für Strategie und Höhere Führung’un 2019 Güvenlik Raporu’nda açılanan kamuoyu yoklamasına göre, Almanlar için artık en büyük tehdit ABD’ydi (önceki sene Kuzey Kore).
Almanya’da Avrupa ordusunun kurulmasına destek artıyor, savunma konusunda NATO’ya güven azalıyordu.
Avrupa ve ABD merkezli benzer kurumların yaptıkları anketler de Alman ve Fransızların ABD’den duydukları tehdit algısını defaatle ortaya koydu. (Son yıllardaki bu anketlerden örnekler için bkz. Mehmet Perinçek, “The Yankees Are Coming, the Yankees Are Coming”)
ABD-Avrupa ticaret savaşı başlıyor
ABD ve Avrupa arasındaki askerî-güvenlik arasındaki bu yol ayrımı, kendini ekonomi ve enerji alanında da gösterdi.
Macron, CNN’e verdiği bir röportajda “dolara bağımlılıktan kurtulmamız lazım” derken, Fransa’nın Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire, ABD’nin İran’a yönelik yeni yaptırımlarına cevaben “Özgür ve bağımsız olmak için Avro’yu güçlendirmeliyiz, Avrupa içinde dayanışmayı artırmalıyız” sözlerini sarf ediyordu.
Fransa ve Almanya’nın İran’a yönelik ABD ambargosunu dolanıp aşmanın yollarını aradıkları birçok kez basına yansıdı.
Buna paralel Çin-ABD ticaret savaşı Almanya’yı vurdu, ülkenin ihracatı 30 milyar avro düştü.
ABD’nin ısrarla Almanya’ya “Kuzey Akım-2’den vazgeç, NATO’ya daha fazla para ver” demesi Almanya’da tepkiyle karşılandı.
Washington, “Kuzey Akımı-2” projesini basit bir fikir ayrılığı olarak görmediğini, bunun stratejik bir tehdit olduğunu en yetkili ağızlardan çok kez dile getirdi.
Hatta ABD’nin Berlin Büyükelçisi’nin “Kuzey Akımı-2” projesine katılmamaları konusunda Alman şirketlerini tehdit etmesi bardağı taşırdı. Alman yetkililer, kararlı bir şekilde bu iki konuda da tutumlarının değişmeyeceğini açıkladı.
Bu süreç, Londra Zirvesi’nin hemen öncesinde, ABD-Fransa arasında bir ticaret savaşının başlama noktasına kadar vardı. Washington, Fransız mallarına yönelik yeni yaptırımlarla Paris’i tehdit etti. Karşılıklı restleşmeler, zirve öncesinde tansiyonu iyice yükseltti.
Alman Die Welt, ABD ve Avrupa arasındaki sorunlara işaret ederek NATO zirvesinden uyumlu bir sonuç çıkma ihtimalini “sıfır” olarak tanımlıyordu.
NATO, Türkiye için tehdit haline geldi
Aslında NATO içerisindeki en büyük çatlak, Türkiye-ABD arasında yaşanıyordu.
ABD’nin PKK/YPG’ye desteği, Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler, Amerikancı 15 Temmuz darbe girişimi, Trump’ın ekonomik yaptırım tehditleri ve Türk ekonomisine yönelik operasyonu, S-400 krizi gündemdeki sorunların başında geliyor.
Genel olarak ifade edecek olursak da NATO artık Türkiye açısından tehdidin kaynağı haline gelmiş durumda.
Tabii, Kıbrıs açıklarında gaz arama krizi ve son Libya mutabakatı, Türkiye’nin NATO’daki “müttefiki” Yunanistan’la arasında son dönemde alevlenen stratejik sorunlardan sadece ikisi.
Bu kriz, Türkiye-Yunanistan kamplaşmasıyla da sınırlı değil. ABD ve Fransa da bu konuda Türkiye karşıtı kampta başı çekenler arasında.
NATO: Avrupalı “müttefikleri” denetleme aracı
Londra Zirvesi öncesinde NATO içinde oluşan bu tabloyu, SSCB ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra Atlantik İttifakı’nın kazandığı yeni işlevle açıklamak mümkün.
NATO, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist bloğa karşı kurulmuştu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından NATO işlevini yitirdi.
Bu durumda ABD, tek kutuplu dünya iddiasını sürdürmek için kendi belirlediği yeni bir “ortak tehdidi” eski müttefiklerine ve potansiyel rakiplerine dayatması gerekiyordu.
NATO, artık Washington’un Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) üzerinden kendi “müttefiklerini” denetleme aracı haline geldi.
ABD, BOP çerçevesinde geliştirdiği bu yeni “ortak tehdit” kavramı sayesinde bir yandan Ortadoğu’yu denetlerken, öte yandan NATO içindeki potansiyel rakiplerini de kendi dünya egemenliği projesine koşturacaktı.
Böylece ABD, “müttefik” diye nitelediği rakiplerinin ayrı baş çekmelerini engelleyecek ve onları dizginleyebilecekti.
BOP iflas etti, NATO’nun düzeni bozuldu
Ancak BOP iflas etti, yeni dünya düzeni bozuldu, Macron’un da ifade ettiği gibi, Batı artık üstünlüğünü kaybetti, yeni kutuplar oluşmaya başladı ve ABD’nin NATO üzerinden denetlemeye ve kendi projelerine sürmeye çalıştığı ülkeler hizadan çıktı.
Aslında NATO, bir kez daha işlevini kaybetti.
Washington’un dayattığı “ortak güvenlik algısı” ortadan kalkmaya ve üye ülkeler kendi gerçekleriyle yüzleşmeye başlayınca NATO’da herkes farklı telden, aslında kendi telinden çalma eğilimine girdi.
Londra Zirvesi’nde yapılan makyaj
Londra Zirvesi’nde de tablo değişmedi. İçerideki büyük çatlak tamamen ayyuka çıkmıştı. Biraz makyaja ve dışarıya iyi görüntü verme ihtiyacı vardı.
Sonuç bildirgesi, tam böyle bir metin. Sorun olan hiçbir konu çözüme kavuşturulamadı.
“Türk sorunu”nda çözüm yok
Türkiye açısından bakıldığında S-400’ler konusu sorun olmaya devam ediyor, Türkiye geri adım atmadı. YPG/PKK konusunda ortak bir noktaya varılamadı.
ABD, hiçbir adım atmazken, Fransa terör örgütüne açıktan desteğini net bir şekilde ifade etti.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye ve Baltık savunma planlarının beklemede olduğunu belirterek iki planın yayımlanırsa birlikte yayımlanacağını, problem çıkarsa da ikisinin de engelleneceğini açıkladı.
Baltık planı için YPG şartının hala devam ettiği de anlaşıldı.
Çok kutupluluğun itirafı
Bildirgede Rusya, bir taraftan tehdit olarak tanımlanırken Trump ve Macron’un Rusya’yla işbirliği yönündeki açıklamaları bambaşka bir tondaydı.
Polonya Devlet Başkanı Andrzej Duda da bu kervana katıldı ve Rusya’nın düşman olarak görülemeyeceğini ifade etti.
Bildirge, Rusya’yı hedef almakla birlikte diyalog çağrısını da barındırıyordu. İlk kez NATO tehdidi kapsamına Çin de girdi. Ancak bir taraftan da Çin ekonomisinin yarattığı imkanlara atıf yapıldı.
Sonuç bildirgesi adeta çok kutuplu dünyanın kabulü niteliğinde. NATO, Çin ve Rusya’nın ayrı kutuplar olarak yükselişini itiraf etmiş oldu.
Diğer taraftan NATO’nun Rusya ve Çin’i tehdit görmesinin bu iki ülkeyi alt etmekle sonuçlanmasını sağlamayacağını, tam tersine Çin ve Rusya’yı Batı’ya karşı daha fazla birleştireceğini de belirtmek gerekir.
NATO’da üçüncü dönem
Bunlarla birlikte NATO’nun içinde bulunduğu kriz dolayısıyla Pakt’ın yeniden yapılandırılması konusunda da hazırlık kararı alındı.
Değişen dünyaya göre NATO da değişmeliydi. Soğuk Savaş döneminin NATO’sunu yerini ABD’nin tek kutuplu dünya projesi için bir araca dönen NATO almıştı.
Sıra şimdi üçüncü, çok kutuplu dünyada NATO’nun işlevini tanımlamaya geldi.
Mutlu aile fotoğrafı verilemedi
Zaten bu kadar büyük bir sorun yumağının her lidere yaklaşık 4 dakika konuşma süresinin düştüğü bir zirvede çözülmesi ya da çözülmüş gibi yapılması beklenemezdi.
Sadece 70'nci yılın yüzü suyu hürmetine iyi bir fotoğraf vermeye çalışıldı. Ancak onda da ciddi bir başarısızlığa uğrandı.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson’la Trump’ın dedikodusunu yaparken kameraların kaydetmesi ve görüntülerin yayınlanması skandala yol açtı.
Trump, Kanada liderini ikiyüzlülükle suçladı. Üstüne üstlük basın toplantısı yapmadan erkenden Londra’dan ayrıldı.
Trump, NATO zirvesinden beklentisini öyle düşürmüş ki, Londra’dan sonra başarı olarak şu iki noktayı açıkladı: ABD’nin katkı payının artmaması ve çok saygı görmeleri.
Sular durulmuyor
Eski Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ise Londra Zirvesi’ni “NATO’nun geleceği tarihte hiç olmadığı kadar belirsiz” şeklinde değerlendirdi.
Kuzey Atlantik Paktı’nın dağılması ihtimali tartışılmaya başlandı.
Buna paralel zirve sonrasında NATO’da sular yine durulmadı. Danimarka Atlantik Konseyi, Pakt'ın kuruluşunun 70'nci yıldönümü dolayısıyla 10 Aralık’ta (buün) gerçekleşmek üzere bir konferans düzenledi.
Konuşmacılar arasında sosyal medyada Trump'ı eleştiren bir isim (Stanley Sloan) vardı. ABD'nin Kopenhag elçisi, bu ismin çıkartılmasını istedi. Uzlaşma sağlanamayınca konferans son gün (dün) iptal edildi.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Kesin olarak söylenebilir ki, artık NATO’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Üye ülkelerin farklı tehdit algıları ve öncelikleri, hatta bazı durumlarda birbirlerini tehdit olarak görmeleri, Pakt’ı çözülmeye doğru götürüyor.
Aradaki farklılar taktiksel değil, stratejik. Ülkelerin geleceğe dair temel planları birbirleriyle çelişiyor, hatta birbirlerinin planlarını tehdit ediyor.
Bu çelişmelerin masa başında görüşmelerle çözülmesi mümkün değil. Yola eskiden olduğu gibi birlikte devam edebilmek için bir tarafın diğerini dize getirmesi, kendi planına razı etmesi gerekir.
Ancak çok kutuplu bir dünyada herkesin kendi yolundan gideceğini öngörebiliriz.
Macron’un dediği gibi; NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti. Artık hiçbir umudun kalmadığı zaman da fişi çekilecek.
Belki hemen değil, hala dünyanın başına bir süre daha bela olmaya devam edecek, ama askeri yanları gevşeyip siyasi bir yapıya dönüştükçe ve işlevsizleştikçe o da gerçekleşecek. Fakat, yeniden diriltmek asla mümkün olmayacak.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish