Gösteri Toplumu

Ümit Aktaş Independent Türkçe için yazdı

1967 yılında yayımlanan "Gösteri Toplumu"1 şöyle bir alıntı ile başlar:

Çağımızın, tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur… Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan tek şey ise hakikattir. Dahası, hakikat azaldıkça ve yanılsama çoğaldıkça çağımızın gözünde kutsal olanın değeri artar, öyle ki bu çağ açısından yanılsamanın had safhası, kutsal olanın da had safhası'dır.

(Feuerbach, Hıristiyanlığın Özü)


Guy Debord'a göre gösteri, günümüz toplumunun asıl üretimidir.

Gösteri, bizzat kendisi için gelişen iktisattan başka bir şey değildir.


Bu mantık insanları var olmaktan sahip olmaya ve oradan ise görünmeye, yani ne olursa olsun kabilinden bir etkinleşmeye doğru sürükler: Göründüğün kadar varsın.

Gerçeklik gösteri içinde birdenbire belirir; gösteri ise gerçekliğin. Bu karşılıklı yabancılaşma, var olan toplumun özü ve dayanağıdır… Altüst edilmiş bu dünyada ise doğru, sadece bir yanlışlık ânıdır.


Gösteri salt biçimdir, imajdır ve insani olan diyaloğa karşıdır.

Bir şeyi paylaşma değil, dayatma çabası içindedir.

Modern endüstriye dayanan toplum, rastlantısal ya da yüzeysel olarak gösterisel değil, temelde gösteri yanlısı'dır. Hâkim iktisadın imajı olan gösteride amaç hiçbir şey, gelişme ise her şeydir. Gösteri, kendinden başka hiçbir şeye varmak istemez.


Bunun varacağı yer ise albenili görüntülerin pekiştirdiği bir bayağılaşma ve sıradanlaşmadır.

Gösteri dünyası kültürü olduğu gibi dini de anlamaya ve açıklamaya çalışmaz; biçimselleştirerek dünyevileştirir; görüntüler ve tatminler dünyası haline getirir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sözgelimi hem mabet hem de müze haline getirilen Ayasofya ile çift yüzlü bir imge yaratır.

Son model makam aracı ile gelinen cuma namazına kılıçla çıkılırken, ne geçmiş ihya edilir ne de geleceğe dair bir mesaj vardır.

Amaçlanan, tıpkı reklam sloganında olduğu gibi "ânı yaşa"maktan ibarettir.

"En modern olanın aynı zamanda en arkaik olması" ise buna ayrı bir tat katar.

Gösteri dünyası açısından iletişim, doğrudan bir propaganda aracı ve fırsatıdır.

Günümüzün iletişim araçları, Goeblels'e ve onun araçlarına taş çıkartırcasına propagandayı kesintisiz bir faaliyet haline getirmiştir.

Öyle ki herkesin televizyonlarının karşısında olduğu akşam haberlerinde birdenbire tüm televizyonlardaki yayınlar "Sayın Başkan"a bağlanarak, bu kutsal iletişim saati zorunlu bir propaganda faaliyetine dönüşür.

O anda kendinizi adeta distopik bir filmin o ürkütücü "Yüce Başkan" imgesinin karşısında bulursunuz.

Öyle ki hiçbir yere kaçabilme ihtimaliniz yoktur.

Hangi kanalı açsanız hep aynı ürkünç imgeyle karşılaşırsınız.

Gözlerinizi yummanız bile sizi bu kâbustan kurtaramaz.

Yapabileceğiniz tek şey televizyonu kapatmaktır.

Ama bu bile o mahut imgeden kurtulmanıza yetmez.

En ezici yüzeysel tezahürleri olan 'kitle iletişim araçları'nın sınırlı görünümü altında ele alınan gösteri, basit bir aletler toplamı olarak toplumu istila ediyormuş gibi görünse bile bu aletler aslında hiç de yansız değildir, aksine bizzat gösterinin bütüncül öz devinimine elverişli olan araçlardır.


Sözgelimi seçim süreçlerinde dolaşıma sokulan uçak gemisi, astronot, petrol ve doğalgaz sondaj kuleleri, İHA'lar ve SİHA'lar.

Veya Kıbrıs'ın kurtuluş günündeki merkezinde "başkan"ın siluetinin göründüğü ve sesinin yankılandığı fondaki uçaklar ve gemilerin gösterileri.

Bunlar bir iletişim değil, bir iletişim tahakkümüdür. 

Toplumsal işbölümünün kurumsallaşması ve sınıfların oluşumu ilk kutsal seyirliği, her iktidarı başlangıçtan itibaren gizleyen mitsel düzeni oluşturmuştur. Kutsal olan, efendilerin çıkarlarına uygun düşen kozmik ve ontolojik buyruğu doğrulamıştır, toplumun yapamadığı şeyi açıklamış ve şiirselleştirmiştir.


Sadece şiirsellik değil elbette; ibadetin bile araçsallaştırıldığı bir fütursuzluk, cami kürsülerini, siyasal gösterinin eksik olanı tamamladığı ve yitirilmiş olanın bulunduğu o parçayı ikamesi için kullanır.

Manevi olanın o içsel ve saklı tutulması gereken yanının üzerinde patlayan flaşlar, Allah'la aranızda tutulması gereken ilişkiyi bir anda politik bir gösterinin bir aracı haline getirir.

Cenazeler ve yas haliniz bile bu tasalluttan kurtulamadığınız bir gösterinin baskısı altındadır.

Huzurun imgeselleştirildiği bir söylemsel tını, her şeyi hep aynı görüntüye, başımızın üstünde dalgalanan o güce yaslar.

Ama herkesin böylesine değişmez bir imajı benimsemesi, hâlâ geniş ölçüde birleştirici bir koşul olarak algılanan gerçek toplumsal etkinliğin sefaletinin hayali bir biçimde sürdürülüşünün ortak kabulünden başka bir anlam taşımaz.


Oysa bilge kral olarak yaftalanarak bu tip bir gösteri dünyasına jenerik kılınmak istenen Aliya İzzetbegoviç, partisinin kuruluş toplantısında, salonun kendi posterleriyle donatılmasını hoş karşılamamıştır.

Bu, bizim geleneğimize uygun değildir çünkü.

Yine savaş esnasında bir gün, cuma namazına geç geldiği için namazını caminin dışında, karların üzerinde kılmıştır.

Kendisini içeriye buyur edenleri ise, "Beni bir diktatöre mi çevirmek istiyorsunuz?" diye reddetmiştir.

Gösteri dünyasında asıl faal olan, kafeler ve AVM'lerdir.

Bu görüntünün maskelediği "faaliyetsizlik ise bizzat üretimin rasyonelliğinin bir ürünüdür."

Dolayısıyla bu faaliyetsizliğin yarattığı serbesti hiçbir zaman insanları özgürleştirecek bir çığıra da yol açmaz; tam aksine tüketici bir aylaklar sürüsünü çoğaltır.

Bir başka faaliyetsizlik alanı olan hapishanelerin görünmezleştirilmesi gibi, üretimsel faaliyetler de giderek görünmez bir hale gelir.

Olan biteni bize duyuran sadece istatistiki rakamlar ve sıradan insanların başını döndüren, onu şeyleştiren görüntülerdir.

İnsanların bir başkasının yüzüne bakmadığı ve konuşmadığı bir kültürellikte etkin olan, kameralardaki uzak ve imgesel yüzlerdir.

Bir mırıltının yayıldığı ekranlardaki yansıma sadece görüntünün, yabancılığın yansımasıdır.  

İnsanın şeyleştiği bu iletişimsel bolluk dünyasındaki "gösteri, bu yeni dünyanın haritasıdır."

Adımlarını sanal bir zemine basan izleyici, yurtsuz olduğu kadar ruhsuz bir dünyanın da izleyicisidir.  

Anlayamadığı ve nüfuz edemediği bir dünyada önüne sürülen nesnelere tâbi kılınan birey, sahte bir imgeler ve görüntüler çokluğunda boğularak pasif bir tüketici haline gelir.

Kendilerini ve dolayısıyla da düşünsel yetkinliklerini tam olarak tamamlayamadan bürokratik bir temsiliyete kapılanan entelektüellerin yapabildikleri yegâne şey ise yamandıkları iktidarı meşrulaştırmak için düşünsel maharetlerini ortaya dökmek, bürokratik temsili laf cambazlığıyla renklendirmektir.

Bunların ilk örneklerinden olan "Lukâcs, bu yüzyılın bütün entelektüellerini yargılayan temel kuralı en iyi doğrulayan kişidir: Onların saygı duydukları şey, kendi aşağılık gerçekliklerinin tam ölçüsüdür."

Ezkaza peyda olan kimi devrimci girişimler ise peygamberlerin değil de tiranların ayak izlerine basınca, "mesihçilik, mit alanında değil tarihsel dünyada yayılır… Mesihçilik, dini dili son kez kullanan devrimci sınıf mücadelesidir…"

Ama o da salt bir sınıfsal egemenlik mücadelesi olarak kalır; insanlığın kurtuluşu mücadelesi değil.

Oysa kelimenin tam anlamıyla bir devrimci girişim, sınıf ırkçılığını olduğu kadar etnik ve dinsel ırkçılıkları da aşabilmelidir.

İşlevi tarihi kültür içinde unutturmak olan gösteri, modernist araçlarının sahte-yeniliklerinde kendi özünü oluşturan bir stratejiyi uygular.


Taklidin asallaştığı bir dünyada şehirlerin her yanı birbirinin taklidi olduğu gibi şehirler de birbirinin taklididir.

Piramidal siyasal mimarinin tepesinde yer alan otokrattan itibaren tüm satha yayılan bir taklit iştiyakı, tüm toplumun ruhuna işlemiştir.

Bu her yerde aynı olan işleyiş, cemaatsiz bir yeniden yapılandırma tasarısıdır.


Oysa kelimenin tam anlamıyla cemaat, her ne olursa olsun farklı ve sahici bir topluluktur.

Şehir yani mimari de işte bu farklılıklar kümelerince inşa edilmesi gereken kendine özgü mekânlardan oluşmalıdır.

Ne var ki gökdelen mimarisi, özünde yatay olan bu farklılaşma arzusunu öldürerek, yerini dikey bir hoyratlığa, ezici bir ihtişama bırakır.

Burada ise önemli olan şehri oluşturacak yerleşkeler değil, yaşayanları görünmez kılacak olan kapasitedir.

Gösteri toplumu trajik olanın dahi bir gösteriye dönüş(türül)düğü, kitle aldatma mevzuatının bir parçası haline ge(tiri)ldiği bir toplumdur.

Orada acılarla sevinçler sadece biçimsel algılardır. İktidar çevreleri içinse bu, sadece usturuplu kullanıldığında yararlı olacak araçlardır.

Yas ve şenlik, matem ve bayram, aynı tutumun farklı yüzleri ve hatta araçlarıdır.

Önemli olan bunların kullanışlılığı ve etkililiğidir. Orada darbe ile deprem, cenaze ile düğün, bayram ile savaş eş biçimli girdilerdir.

"Ürün"ün kıymeti ise "çıktı"dadır. Yani inovasyon, lansman, destinasyon, performans, konsept gibi yabancılığı ölçüsünde etkili olan sözcükler veya izlenme, tıklanma ve aldanmaların sayısallığıdır. Sözün ağırlığı ise hakikatinde değil, aldatıcılığındadır.

Oysa kimi için şenlik olan bu gösteriler ya da vukuatlar, kimi içinse bir trajedi, yas ve ıstıraptır.
 


Kamu iş yerlerini özelleştiren devlet ise küçüldükçe büyür ve bu faaliyetleri çeteleşmiş iş çevreleriyle farklı bir düzlemde sürdürür.

Yap-işlet-devret yöntemi, yeni KİT'lerin amblemidir. Ve üstelik buna mafyatik örgütler de dahil edilerek şenlik adeta bir karnavala dönüştürülür.

Toplumsal sahneyi ele geçiren güç gösterisi, toplumu alıklaştıran uçurtma (İHA, SİHA, uydu, füze) gösterilerinin modern bir devamıdır.

Dahası ise itibardan tasarruf edilmeyen sarayların şatafatı veya limuzinlerle çıkarma yapılan dış seferlerdir.

Çantalardan saatlere doğru akan ihtişamın yankısı ise halkı sadece ezmekle yetinmemekte, alıklaşmayı daha da pekiştirmektedir.

Sesler ise sadece kısılmakta değildir, giderek içsel bir onaylama ile eğilen boyunların oluşturduğu mizansenin doğal bir gereğidir.

İhtişamın önünde eğilenler adeta tanrısal bir huşu içerisindedir.

Tepki görmeyen yalan, ilk olarak, sesini duyurma yeteneğini kaybeden ve hemen ardından da tamamen ortadan kalkan kamuoyunu yok etmeyi başarır. Bunun politikada, uygulamalı bilimlerde, adalet sisteminde ve sanatta açıkça görülen önemli sonuçları olmuştur… Bu arada, gerçekten değişen şeylerle ilgili son derece önemli haberler ise nadiren ve düzensiz bir şekilde verilir.

 

Gösteri, insanların olup bitenleri görmezlikten gelmelerini ve yine de anlaşılabilen bir şey varsa bunu derhal unutturmayı büyük bir ustalıkla başarır… (1978'lerde) Fransa'da, epeydir unutulmuş, ama hâlâ gösterinin tadını çıkaran bir cumhurbaşkanı 'bundan böyle, imajların suyun yüzeyindeki yansımalar gibi bir görünüp bir kaybolduğu, belleksiz bir dünyada yaşayacağımızı bilmekten' duyduğu mutluluğu nahif bir şekilde dile getirmişti.


Günümüzde ise bu gibi bir lütuf misali açıklamalara bile tenezzül edilmez ve bunlar "Sayın Başkan" için bir zûl sayılır.

Yukarıdan doğru başlayan ve hepsi birbirinin kopyası olan sayın başkanlar silsilesi ise bir türlü bitmek bilmez.

Tarihin sonunu bekleyen bakışlar ise sahici bir geleceği beklemekten bitap düşmüşlerdir.

Gösteri otoritesi aynı şekilde herhangi bir şeyi bir kere, üç kere yadsıyabilir ve artık bu konuda konuşmayacağını başka bir şeyden söz edeceğini söyleyebilir ve ne kendi alanında ne de başka bir alanda herhangi bir tepki alma tehlikesinin olmadığını gayet iyi bilir. Çünkü artık ne agora ne de genel topluluk mevcuttur; ne de aracı kurumlarla ya da özerk kuruluşlarla, salonlarla, kahvehanelerle, bir işyerinin işçileriyle sınırlı topluluklar kalmıştır; insanların kendilerini ilgilendiren gerçekleri tartışabilecekleri hiçbir yer yoktur.


Gösteri toplumunun en büyük başarılarından birisi de terörü bile istikrarlı bir aparat haline getirmiş olmasıdır.

Sözgelimi bir terör üretim merkezine dönüştürülen Suriye (Ortadoğu), birçok ülke açısından vazgeçilmez bir üretim karargâhıdır.

Burası kitleler için sadece iletişimsel bir dehşet yaratmakla kalmaz, iktidarların vazgeçilmez etkinliği olan o ebedi savaşın da bir gösteri ve tatmin alanıdır.

Üstelik oradan doğru bütün dünyaya yayılan mülteciler de bambaşka bir istikrarsızlık ve endişe mevzuudur.

Ama gösteri toplumunun asıl ihtiyacı tam da budur: istikrarsızlık ve onun zorunlu bir sonucu olan endişe.

Çağdaş halkların düşünce araçları açısından çöküşünün birinci nedeni, gösteride sergilenen söylemin yanıta hiç yer bırakmamasında yatmaktadır; oysa mantık, toplumsal olarak ancak diyalog sayesinde oluşabilmiştir.


Ne var ki gösteri ve propaganda dili sadece etkilemeyi ve koşullamayı amaçlar; müzakereyi ve hakikatin ortaya çıkarılmasını değil.

Zaten hakikat artık gösteren ve gösteridir. Tanrı bile kendi varlığını tartışmaya açarken, hükümranın varlığı ise o içi boşaltılmış demokratiklik palavralarına karşı, tartışılmazlığa ve tahakküme dayanır.

Bilimden beklenen tek şey ise sadece olup biten her şeyi anında doğrulamasıdır. Gösteri hâkimiyeti, oldukça tahripkâr bir düşüncesizlikle sömürdüğü bu alanda da en az diğer alanlardaki kadar budalaca davranarak sadece kendisine bir sopa yapmak amacıyla bilimsel bilginin dev ağacını kesmiştir.


Bu sopa ise iktidarların korku ve ihtişama dayanan bir hayranlık yarattığı teknik olarak bilimdir.

Teknoloji, sadece korkuları pekiştirmez. Kimi de dizi filmlerle ayakları yerden keserek hayali bir gezintiye çıkarır.

Ve hatta Yıldız Sarayı'ndaki veya kâbe manzaralı otelinizdeki o ihtişamı hissederken, Peygamber'in Medine mescidindeki sadelikten uzaklaştığınızın farkına bile varmazsınız. 

 

 

1. Guy Debord, Ayrıntı Y.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU