Yeni sürece ilişkin notlar

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Her süreçten olduğu gibi, bu süreçten de bir şekilde beklentimiz olmalı.

Öncelikle ifade etmeliyim ki bu süreç barış ve çözüm süreci olarak ortaya çıkmadı.

Çıkmadı ama hâlâ böyle ya da benzeri bir sürece dönüşmüş de değil.

Bir süredir Ortadoğu, hayatın her alanında bir altüst oluş yaşıyor.

Ortadoğu adeta yangın yeri.

Bir taraftan Hamas'ın başlattığı savaş ve çatışma sürecine İsrail misliyle ve daha da şiddetlenerek yanıt verdi.

On binlerce insan kıyıma uğradı.

Amerika'nın siyasi, diplomatik ve etkin silah gücü desteğiyle, denebilir ki kan gövdeyi götürdü.

Ortadoğu'da "alan temizliği" de diyebileceğimiz bir insan temizliği yapıldı.

Bu vahşet, bu kırım durmalı; buna bir son verilmeli…

Yaralar derin ve kapsamlı.

"Oldubitti" ile de geçiştirilemez.

Açılan yaralar, adalet duygusuyla sarılmalı.

Derinliği ve yaygınlığı olan yüzleşme süreçleriyle başlamalı.

Dünyada eşi benzeri az görülmüş insanlık suçları işlendi.

Maşeri vicdan varsa, mazlum Filistin halkına dayatılan, örneği az görülmüş -bilmiyorum, belki de hiç görülmemiş- bu insanlık dışı zulüm kabul edilemez; unutulamaz, hazmedilemez.

Bu birincisi...
 


Sayın Bahçeli'nin çağrısıyla, kanımca Türk devletinden ayrı düşünülemeyecek bir süreç başlatıldı.

Anlaşılan, İsrail'in ABD'nin siyasi, diplomatik ve askeri destek ve kolaylaştırıcılığı eşliğinde başlattığı Ortadoğu'da "alan temizliği" de diyebileceğimiz süreç, irili ufaklı dalgalar hâlinde süregeliyor.

Amaç, Ortadoğu'da öncelikle İran eksenli, Suriye ve Irak'ın da içinde yer aldığı Şii kuşağın tasfiyesi idi.

Türk devleti ve hükümeti bundan ziyadesiyle kaygılandı.

Kürtlerin bundan kaygılanmasına gerek yoktu.

Hedefte olmadıkları gibi, kendilerine hareket sahası sağlama potansiyelini görmezden gelemezlerdi.

Öyle şeyler yaşamışlardı ki bu coğrafyada; başlangıçta temkinli davrandılar, izlemeyi ve anlama yolunu seçtiler.

Öte yandan devlet, tehlikeyi hemen sezdiği gibi tehlikeli eğilim taşıyanlara dönük çağrıyla, diyalogla süratle ön alma yoluna gitti.

Önde gelen tehlike PKK idi. Muhatap kabul edilen Öcalan'a çağrı yapıldı.

Çok sürmedi, herhâlde ilk görüşmeler de başladı.

Bu ikincisi...

***

Sayın Erdoğan, anlaşılır nedenlerle doğrudan muhatap olmuyor, az konuşuyordu.

Gerçekten topluma yeni bir yön verecek, toplumu geleceğe bir biçimde hazırlayacak bir tasarım içinde olduğunu düşünmek istiyordum ama bir "ama"sı vardı işte...

Giderek, toplumsal bir planın çerçevesinde hazırlık içinde olmadıklarını, yaşandığı varsayılan yeni bir süreçle ilgili artık ne yapmak istiyorlarsa, bunu ortak devlet aklının yönlendirmesi eşliğinde, Bahçeli ile beraber tasarladıkları ve ortaklaştıkları kanaatine vardım.

Dolayısıyla Bahçeli, belirli bir devlet eğiliminin getirdiği iş bölümü gereği olarak ön plana çıkmış olabilir.


Yaşandığı varsayılan tasarım ve plana gelince...

Devletle ilgili olsun, devleti yönetenler olarak kendi açılarından olsun, asıl kaygısal sorunları güvenlik ve Suriye'yi kazanma olduğu kanısındayım.

İsrail ve ABD'nin güdümünde Ortadoğu'da alan temizliği operasyonu bir biçimde sürüyor.

Sadece İran-Suriye-Irak'a dönük Şii kuşağın tasfiyesi değil mesele.

Şayet bu tasfiye sonuç verirse, bir bakıma İran'dan doğru Rojhilat, Suriye'den doğru Kobane ve Türkiye'nin bir şekilde Kürt çevrelemesi ile karşı karşıya gelme yönünde kaygıları ağır basıyor.

Çareyi Öcalan üzerinden aramalarını başka türlü açıklamak zor, hatta olanaksız diyebilirim.

Bu üçüncüsü...

***

2013-15 yılları arasında yaşanan, barış ve çözüm süreci idi.

Bugün gündeme getirilenin ise barış ve çözüm süreci olup olmadığı çok şüpheli.

Öcalan'ın 2013-15 sürecine, yani barış ve çözüm sürecine nasıl yaklaştığına benzer bir yaklaşım sergilemediğini nüanslardan anlıyoruz.

Öcalan bu sürece sınırlarını zorlayıcı düzeyde politik yaklaşıyor.

Kanımca meselenin ne olup olmadığı konusunda temel bir görüşleri var ama Cumhur İttifakı'nın zayıflıklarını ve ülkenin sıkışmışlığını kullanma siyaseti yerine, kendilerine karşı nasıl bir siyaset geliştirmek istediklerini de gören bir noktadan, retçi ve açık tavırlı değil de esnek-dengeli bir politika izleyerek süreci dönüştürmeye çalışıyor.

Dönüştürürken de kendi siyasi-toplumsal yapısını yenilenme perspektifiyle inşa etmenin ve korumanın koşulları üzerinde düşünüyor gibi.

Denebilir ki; "Öcalan'a fazla voluntarizm yüklemiş olmuyor musun?"

Bildiğim kadarıyla Öcalan'a az bile gelir.

Sıkça, 2013-15 çözüm ve barış süreci ile adını bilmediğim yeni süreci kıyaslamam isteniyor.

Kanımca iki farklı süreç.

Farklı şeyleri kıyaslamamalı.

Ama çalışmak için hangisini seçerdin diye sorulsa, ben 2013-15 barış ve çözüm sürecini seçerdim.

2013 barış ve çözüm süreciyle yüzleşme olmadı.

Hata ve zaaflar tek taraflı değildi.

Üstelik hata ve zaaflarla yüzleşme, maşeri vicdana kaldı.

Maşeri vicdan "gel gel" diyor.

Bu dördüncüsü.

***

MHP ve genel olarak barış ve çözüm sürecine karşı olan sağ parti ve grupların, 2013-15 çözüm sürecine dönük algısı, Erdoğan'ın "taviz verdiği" şeklinde.

Ancak, Erdoğan'ın taviz verdiği doğru değil.

Sürecin başından sonuna kadar taviz vermedi.

Aksine, Erdoğan çözüm sürecini sürdürebilseydi, Dolmabahçe Mutabakatı ile ilgili "haberim yoktu" demek yerine sahip çıksaydı, Türkiye bugünün geri noktalarına çakılıp kalmazdı.

Türkiye toplumu, bugün ekonomik, siyasi, ulusal ve bölgesel çerçevede çok daha ileri noktalarda olurdu.

Kendisi de farklı noktalarda olurdu.

Örneğin, en azından başkanlığı tartışılmazdı.

Bu bağlamda, durum çok açık olduğu halde, "Erdoğan'ın taviz verdiği" peşinen kabul ediliyor.

Üstelik "tavizin ne karşılığı verildiği" soruluyor.

Gerçekten sormak gerekirse;

Ne karşılığı verildi?

Ana dil hakkı mı tanındı?

Hasta tutuklu ve hükümlüler mi serbest bırakıldı?

Tutuklu ve hükümlülere genel bir af mı getirildi?

Daha fazla barajlar, kalekollar, karakollar, cezaevleri mi yapılmadı?

Koruculuk örgütlenmesi mi daha fazla güçlendirilmedi?

Öcalan'ın özgür bırakılmasını geçelim; koşulları mı insanileştirildi, daha uygun koşullarda ev hapsi gibi rahatlatıcı olanaklar mı tanındı?.. 

Bu beşincisi...

***

Soruluyor:

- Devlet, Öcalan ile müzakere süreci içinde mi?

Müzakere süreci kavramı, hangi bağlamda kullanılıyor, bu önemli...

Müzakereden kasıt görüşmeyse, tamam, görüştükleri anlaşılıyor.

Ancak bu görüşmenin Kürt meselesinin barış ve çözüm süreci bağlamında müzakereye dönüştürülüp dönüştürülmediğinden emin değilim.

En azından elimizde bunu test edecek bir bilgi yok.

Erdoğan'ın bu süreçten yeniden cumhurbaşkanı seçilmek, anayasa değişikliği için bazı demokratik açılımlar karşılığında DEM Partinin desteğini istemesi anormal değil mi?

Aksine, normaldir ve bu başka bir şeydir.

DEM Parti'nin buna nasıl yaklaşacağı ise başka bir şeydir.


- MHP'nin adının sürecin içinde olması avantaj mı, dezavantaj mı?

Evet, MHP'nin adını koyamadığımız bu sürecin içinde olması, dezavantajlarının yanı sıra, çözüm arayışı varsa avantajları da barındırır.

MHP, devlet reflekslerine sahip bir parti. Neticede bir devlet partisidir.

Tarihin bu döneminde, asgari ölçülerde de olsa, haklar ve özgürlüklerin tanınarak savaşı bitirme tutumu içine girerse, devletin temel güçleri tarafından yanlış anlaşılmaz; isterse demokratik dönüşüme pekâlâ katkı sunabilir.

Örneğin, Öcalan'ın mecliste konuşmasını Bahçeli'den başka kim, hangi parti isteyebilirdi?


Dezavantajlarına gelince:

Öcalan, MHP'yi de aşan tarzda talepler gündeme getirirse, en sert tavrı yine MHP gösterir.

MHP bugünden yarına tavır değiştirebilir.

Önde Bahçeli görünüyor ama MHP'yi sadece Bahçeli'nin yönettiğini düşünmek eksik düşünmek olur.

Bu, MHP-devlet sistemi iç içe ilişkisini bilmemektir ya da gerçekten bilmektir.

Öte yandan, zorunluluklar MHP'yi bu noktaya getirirken, MHP ile zorunlu olarak ilişki kurulduğu da bir gerçekliktir.

Sonuç olarak, tek başına Bahçeli'ye ya da görünen yöneticilere güvenerek ilişki geliştirmek yanılgıdır.

İlişkide güven problemi olacağını, bunun MHP misyonunun bir gereği olduğunu hep akılda tutmak gerekir.


- Süreç nasıl gidiyor?

Şu ana kadar sürecin kötüye gittiğine dair bir eğilim görünmüyor.

En azından ben bilmiyorum.


- PKK silah bırakır mı?

Anlaşılan asıl sorun Kuzey Irak'ın sınır ötelerinde.

Ancak şu aşamada daha çok Suriye ve Kobane'de düğümleniyor.

Kanaatimce, Kobane güvenceye alınır ve Kürt siyasal hareketi açısından kabul edilebilir haklar ve özgürlükler alanı yaratılırsa, PKK herhalde Kuzey Irak sınır ötesinde kendi güvenceli alanlarına çekilir.

Öte yandan, köklü bir çözüm hayata geçmeden PKK'nin genel olarak silahları bırakmayacağını, en iyi devlet biliyor, kanaatindeyim.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU