Hayata dair sorumlulukları belli konuların çerçevesini aşmayan kimi ilahiyatçı kimi de seküler bazı kesimler, buna dair ilgilerini (mesela Hz. Aişe'nin yaşı gibi) kimi maliyetsiz metinler etrafında sürdürdükleri sonu gelmez tartışmalarla yürütmekte.
Bu yolla, doğru ve zorlu soru(n)lar yerine baş edilebilir olanı ikame ederek, sözde sorumluluklarını ifaya çalışırken, önlerine koydukları yapay soru(n)larla, sadece kafa karıştırmakta ve bir şeyler yapıyormuş gibi yapmaktalar.
İlahiyatçı için bu, kutsalın savunusu, seküler içinse hurafeleri tasfiyeye çalışan bir aydının yükümlülüğü anlamına gelse de, hayatın kalbi bu tür sonu gelmez polemiklerin/kıylükallerin dışında bir yerlerde çarpıyor.
Savaşlar, mülteciler, ırkçılıklar, ayrımcılıklar, işsizlikler, yoksulluklar, kadın cinayetleri, terör ve şiddet…
Bahis konusu kesimler içinse ilgiye mazhar olan, spekülatif ve fantezik mevzular.
Bu tip tartışmalarla sular biraz olsun dalgalanmakta belki ama geriye sadece bir köpük kalmakta.
Aişe'nin evlilik yaşına dair günümüz için anlamlı hiçbir karşılığı olmayan sonu gelmez spekülasyonlarla yetinen bu kesimler, bakışlarını biraz olsun toplumsal ve küresel gerçekliklere çevirseler, insanların orada tarihsel veya fantezik olmayan, oldukça can yakıcı sorunlarla nasıl da boğuştuklarını ve nasıl da yardıma muhtaç olduklarını görebilecekler.
Belki buna itiraz ederek gençlerin bu tür sorularla imanlarından olduklarını, onların imanını kurtarma endişesi içerisinde bulunduklarını ya da onları yanlış imanlarından arındıracaklarını söyleyeceklerdir.
Ama insanlara dair sahici sorunlardan uzak olan bu spekülatif gayretlerin kime nasıl bir iman kaybettirdiği veya kazandırdığı bir yana, bu gibi spekülatif meselelerin aslında toplumdaki gerçek sorunları örttüğünün ise farkında bile olunmayacaktır.
Kaldı ki tıpkı öğle kuşağı TV programları gibi, yersiz bir biçimde hayatımızı işgal eden bu tartışmalar, esasına bakılırsa sahici hiçbir imanın konusu olamaz.
İman mücadelesi her daim hayatın özündeki sorunlarla ve bir hakikate binaendir; gerisi çocuksu ilgiler ve fantezilerin yapay tartışma alanıdır.
Dolayısıyla şayet bu nedenlerle imanını kaybeden varsa varsın etsin ve bilim de din de hayat da haysiyetini sürdürebilsin.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Esasında ise peygamberlerin mücadeleleri bu tür kıylükallerin dışına çıkan bir bakışla incelense, onların da temelde kendi çağlarında bu tür anlamsız sorunlarla boğuş(turul)an insanları, kendilerine bu sorunları musallat eden siyasiler, çıkar çevreleri ve ruhbanların ellerinden ve dillerinden kurtararak önlerine sahici sorunlar ve doğru sorular koymanın mücadelesini verdikleri de görülebilecektir.
Günümüzde önümüze sürülen bu yapay ve hiçbir gerçekliğe tekabül etmeyen tartışmalar hak etmedikleri ilgilere mazhar olsa da, bu gibi fantezik konular üzerinde bu tartışmalar sürerken, Gazze halkı ise bir ölüm kalım savaşımı vermekte.
Kapitalizmin iliklerine değin işlediği toplum ise başına gelmekte olanın farkına bile varmadan kendisini bambaşka bir ilişkiler ağı içerisinde bulmakta.
Daha depremin etkilerini atlatamayan Anadolu'nun en ücra şehirlerinin hastanelerinde veya sair mekânlarında henüz cinsel buluğa bile ermemiş çocukların uğradıkları tecavüzler, ensest ya da aids vakalarının kurbanları oldukça can yakıcı ve sahici sorunlarla boğuşmakta.
Ne gariptir ki bu meselelere dair sorumluluklar bir türlü o denli bir toplumsal ilgiye mazhar olamamakta.
Belki dikkatli bir öğretmen, sorumlu bir aile hekimi veya aklı başında bir komşu varacaktır bu trajedilerin farkına ve onlar bu sorunlarla boğuşadururken, başını bir kez olsun yeryüzüne çevirmeyen teologlarımız, ergenliğini bir türlü atlatamayan feylesoflarımız veya youtuberlarımız, projeksiyonlarını spekülatif ve fantezik tartışma alanlarına yönelterek kendilerini ve takipçilerinin ilgilerini tatmin etmekle yetinmekte.
Onların falan âlim böyle demiş, filan rivayette şöyle yazıyormuş, bir oryantalistin görüşü şöyleymiş tartışmalarına dikkat kesilen kulaklar ise asıl sorumlu oldukları günümüzün insanlarının sahici sorunlarını, çok daha küçük yaşta tecavüze uğrayan veya katledilen çocukların çığlıklarını hiç duymayacak.
Oysa günümüzün sahici bir iman konusu tam da bu konulardaki duyarlılıklardır.
Sorgulayacak ve sorgulanacak olduğumuz da o, maddi ya da manevi olarak "diri diri gömülen kız çocuğu"nun yazgısıdır.
Birileri bilerek ya da bilmeksizin dine yani hayata dair tartışmaların eksenini kaydırarak sahici ilgileri çığırından çıkarabilirler.
Ama kelimenin tam anlamıyla dinin/hayatın savunusu veya eleştirisi üzerinde düşünsel veya bilimsel tatmin arayanlar, nasıl bir dünyada yaşadıklarının ve çevrelerindeki insanlığın nereye doğru sürüklendiğinin farkındalar mı acaba?
Kelimenin tam anlamıyla bir imanın ve kişisel bir maneviyat arayışının konusu, insanlığın bu güncel ıstıraplarına dair bir duyarlılık ve sorumluluk değil mi?
Musa, İsa ve Muhammed, din başlığı altında toplumun bu temel sorunlarını tartışmaya açıp üstesinden gelmeye çalışmadılar mı?
Onların hayatlarının ilgiye mazhar olması gereken yönleri bunlar değil mi?
Esasında ise gerçek bir eleştiri ister istemez bir iktidar eleştirisidir.
Olumsuzluklara yönelen ve burayı ıslaha çalışan her ret ve inşa çabası, iktidarla bir tür hesaplaşma içerisine girer ve bundan kaçınmak imkânsızdır.
Burada safiyane bir iyi niyetin ve soyut bir olumluluk çabasının bir önemi yoktur.
Kaldı ki eleştirelliğin tüm can yakıcı tırnaklarını sökmeye çalıştığınızda geriye boş bir retorik kalacak ve özenle inşa edilen cümleler sadece eleştirelliğini değil, bir düşünce ve hatta ifade olma haysiyetini bile kaybedecektir.
Çağdaş bir eleştirmene, Michel Foucault'ya göre de "eleştirinin en doğrudan ve merkezi ilgisi, iktidarın tehlikelerine dair sağlam bir uyarıda bulunmaktır. Bu, ona göre bir eleştiri olarak tasarlanan felsefenin de başlıca işlevidir: Ona göre felsefe, kendilerini politik, ekonomik, kurumsal, cinsel vs. hangi form altında ya da hangi seviyede sunarlarsa sunsunlar, 'tüm egemenlik formlarına ilişkin net bir meydan okuma'dır." 1
Çağımızın en şedit hükümranlığı ise ABD merkezli bir Siyonist saldırganlığın sürdürmeye çalıştığı sömürgeci tutumdur.
Binlerce çocuğun katledildiği Gazze saldırısında yok edilmeye çalışılan hakkaniyete ve insaniyete dair bir direnişin geleceğidir. Gerçekte bu geleceğe dair kaygılara yoğunlaşması gereken aydın sorumluluğu buna dönük yerel ve küresel egemenliğin işlevini açığa çıkarmak için ne yapmakta?
Hangi gerçekliği sorgulamakta ve hangisini örtbas etmeye çalışmakta?
Sözgelimi bu youtuberlarımız dikkatlerini Gazze'de süregiden insanlık dışı saldırılara dikkat çekmek için yapılan gösterilere yönelttiler mi veya orada her Allah'ın günü katledilen çocukların feryatlarını duydular mı?
Çocuk istismarının sadece cinsel konularda olmanın çok ötesine gittiği çağımızda, izbe bodrumlarda istismar edilen, çalıştırılan ama ücreti bile ödenmeyen mülteci çocukların sorunları üzerinde hiç kafa yordular mı?
Asıl iman ve imtihan mevzuu olanın oralarda yaşama hakları gasp edilmiş çocukların sorunları olduğu ve üzerinde asıl kafa patlatılması gereken meselenin bu olduğunun idrakindeler mi?
Bir aydının ya da âlimin toplumsal sorumluluğunun önceliğinin, antropolojik bir ilginin konusu olsa bile asla bir iman konusu olmayacak olan Hz. Aişe'nin evlilik yaşı değil, toplumdaki bu trajik sorunlar olduğunun bilincindeler mi?
Deprem bölgesinde örtbas edilen imar sorunlarını, rüşvetsiz iş yapılamayan bir imar düzenini sorguladılar mı?
Sorumsuzca imar afları yapılırken, toplumsal alana çıkamaması gereken suçlular aramızda dolaşırken, bunları sorgulayan bir ilahiyatı, sömürü sistemine karşı başkaldırmış olan kurtuluş teolojisi gibi bir anlayışı geliştirebildiler mi?
Sadece kelami/tarihi tartışmalarla bir yere varılamayacağını, sorumlu oldukları gerçek alanın tarihsel ayrıntılar değil günümüzdeki trajediler olduğunun bilincindeler mi?
Hayatın sahici çizgileri nerededir ve kelimenin tam anlamıyla çizgiyi aşmak nasıl bir anlama gelir?
Öyle ki orada bir yanılsamalar dünyasının oyalayıcılığı ile değil de gerçek hayatın özüyle muhatap olunabilsin ve hayatın gerçek düşmanlarıyla savaşılabilsin.
Hayatı rayından çıkaran iktidar nerede kuruludur ve bu iktidara karşı savaşım hangi cephelerde verilebilir?
Sahici bir entelektüel uğraşın ve teolojik sorumluluğun asli soru(n)ları bunlar olmalı değil mi?
Etraflarında giderek insanların yaşam alanlarını daraltan, insanları araçsallaştıran ve hayata yabancılaştıran kapitalist hegemonyayı ve tüm bunlara karşı suskun kalan iktidarın sorumluluklarını sorguladılar mı?
Gençleri sıkboğaz eden erotizme karşı bir çare üretmeden, aileyi baskılayan toplumsal şartları sorgulamadan, sadece biçimsel bir aile edebiyatıyla, Hz. Aişe'nin evlilik yaşını oraya buraya çekiştierek nereye varılabilir ki?
Oysa nasıl ki günümüzde bir gencin 18 yaşın altında evlenmesi hoş karşılanmıyorsa, biraz antropoloji, tarih ve hatta toplumsal kültüre vakıf biri geçmişte, hem de çok uzağa gitmeye gerek yok, 50 yıl öncesine kadar, bir genç kızın 15 yaşına kadar evlenmeyişinin garipsendiğini de bilir.
Bu, sadece üretim biçimleriyle değil toplumsal kurguyla, örfle, ailenin yapısıyla, hayatın algılanışıyla ilgili bir gerçeklik.
Nasıl ki günümüz toplumunda bir insanın arkadaşının kızıyla evlenmesi bir skandalsa, o günün Arap toplumunda da bu, yakın bir arkadaşına yapılmış bir jesttir.
Günümüzde hiçbir karşılığı olmayan bu tür toplumsal teamülleri dinselleştirmek nasıl bir iyi niyetle, bilimsel veya düşünsel ilgiyle izah edilebilir; dahası geçmişe dair bir olguyu kopyala yapıştır yoluyla bugüne taşımak nasıl bir kültür, bilim ya da dindarlık anlayışıdır.
Bunların da dışında politik evlilik denen bir şey vardır ki Hz. Muhammed buna, kabileler arasındaki savaşın düşman kıldığı toplulukları barıştırmak için sık sık başvurdu.
Bu evliliklerin ona nasıl da yük olduğuna Ahzab Suresi delalet eder:
Ey Peygamber! Eşlerine de ki: 'Eğer dünya hayatını ve onun güzelliklerini istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizden iyilikle ayrılayım…
Zira Müslüman toplumun artan refahından eşleri de yararlanmak istiyordu. Oysa onların işlevi düz anlamda eş olmaktan öte topluma örnek olmaktı.
Nasıl ki Peygamberin kendisi artan refahtan pay almıyor, tevazuya ve fakr'a dayanan hayatını sürdürüyorsa, eşleri de bu örnekliği sürdürmeliydi.
Hatta bu kurala kızı Fatıma da uymalıydı ki onun da evine bir hizmetçi edinme talebini geri çevirmiş, kendi ev işlerini kendisinin yapmasını istemişti.
Bunları çok iyi bildikleri halde günümüzün pahalı araçlarla seyahatten hoşlanan âlimleri, ruhbanları veya din adamları, çoğunlukla bu gerçekleri üstlerine alınmazlar.
Onun adına şatafatlı camiler yapan, etraflarını devletin imkânlarıyla hacca taşıyan siyasiler ise bunları bilmezlikten gelirler.
Oysa Hz. Muhammed vefat ettiğinde zırhını, borç para aldığı bir Yahudi'ye rehin olarak bırakmıştı.
Toplumsal gerçeklikten yaşamsal olarak kopanlar, o gerçeğin ruhunu anlamaktan ve oradaki sorunları algılamaktan da uzaklaşacaklardır.
Müslüman toplumlarda yöneticiler ve aydınlar ile halk arasında açılan ve bu tür bir empatiyi imkânsızlaştıran sosyolojik mesafe, gerçekte hayatın her alanında da bir asimetriye ve buna bağlı bir duyarsızlığa ve aldırışsızlığa yol açmakta.
Hayattan kopuk iktidar seçkinleri de yarattıkları ihtişam alanlarında, kendilerini aksini düşünemedikleri başka bir fanteziler alanına kapatmaktalar. Benzeri bir asimetri ve uzaklık, akademik ve entelektüel alanda da cari.
Toplumsal kesimler arasındaki duvarların kalınlaştığını gösteren bu durum, kendine özgü bir ideoloji üreterek toplumsal gerçekliğe karşı körleşilen bir dini söylemi de üretmekte.
Artık sürdürülemez olan bir gelenek savunusunda biçimselleşen dini söylem ve buna karşı oluşan tepkisel söylemleri derin bir iştiyakla sürdürenler ise kıylükalden ibaret olan meseleleri tartışadururken ayaklarının altındaki çukuru bile göremeyecek bir hale gelmekte.
1. Eleştiri ve Foucault, Hakan Gündoğdu, COGİTO, Sayı 70-71, Michel Foucault Özel Sayısı, s. 410.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish