Mağrip nedir, neredir ve bizimle ilişkisi nedir?

Gürbüz Evren Independent Türkçe için yazdı

Kuzey Afrika'da Libya, Tunus, Cezayir ve Fas'ı kapsayan bölgeye "Mağrip" adı verilir. 

Fas hariç, diğer ülkelerin tarihinde Türklerin önemli bir yeri vardır. 

Çünkü bu ülkeler, 16'ncı üzyıl ile 20'nci yüzyıl arasında Osmanlı egemenliği altında yaşamıştır. 

Bunun önünü açanlar ise Oruç ve Hızır Reis kardeşlerdir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İki kardeş, 1513'te, Tunus açıklarında bulunan Cerbe adasını ele geçirmiş, 1516 yılında ise Cezayir'i fethetmişlerdir. 

Oruç Reis, Kuzey Afrika kıyılarında İspanyollarla savaşırken şehit oldu.

İşte bu tarihten itibaren Hızır Reis bölgedeki egemenliğini artırmak için Osmanlı İmparatorluğu'nun desteğine gereksinim duyduğunu anladı. 

Bu nedenle de 1519 yılında, Padişah Yavuz Sultan Selim'e bir mektup gönderen Hızır Reis, Osmanlı'ya bağlı çalışmak istediğini bildirdi. 

2 yıl önce Mısır'ı fethetmiş olan Yavuz Selim, bölgedeki etkisini artıracak bu talebe hemen olumlu yanıt verdi. 

Ardından da Cezayir'e topçu birlikleri ve 2 bin 500 kadar Yeniçeri gönderdi. 

Hızır Reis, bu hatırı sayılır destekle harekete geçerek, 1526 yılına kadar tüm Cezayir'i hâkimiyeti altına aldı. 

İspanyollara karşı savaştığı sırada Hayreddin lakabı ile anılan Hızır Reis'e, Osmanlı'ya bağlı çalışmaya başladığı andan itibaren de Bey unvanı verildi. 

Akdeniz'deki korsanlık faaliyetleri sırasında ise Kızıl sakalından dolayı İspanyol, Fransız ve Venedikliler "Barberousse" lakabını takınca, tarihte Barbaros Hayreddin olarak anılmaya başlandı.  

Barbaros'un Osmanlı Devleti gözünde değer kazandığı asıl olay, İspanya'daki Endülüs Müslümanlarını kurtarmak için gösterdiği çabadır.

Barbaros, emrindeki gemiler ile 76 bin Endülüs Müslümanını, İspanya topraklarından Afrika kıyılarına taşımıştır. 

Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman, 1533 yılında Barbaros Hayreddin'i İstanbul'a davet etmiştir. 

Önce Beylerbeyi unvanı verilen Barbaros, ardından da Kaptan-Derya yani Osmanlı Donanması Komutanı ilan edilmiştir. 

İşte bu tarihten itibaren Cezayir, Tunus ve Libya için yeni bir dönem başlamıştır. 

Barbaros, Cezayir'de "Ocak" adı verilen bir sistem kurmuştu. 

Ocak'ın askeri gücü de kara ve deniz kuvvetlerinden oluşuyordu. 

Kara kuvvetleri için Ege adalarından, Rumeli ve Anadolu'dan Türk gençleri getiriliyordu. 

Deniz kuvvetleri ise Levend adı verilen ve genelde Hıristiyanlıktan dönme, bir dönem korsanlık yapmış askerlerden oluşuyordu. 

Levendlerin Akdeniz'deki Hıristiyan gemilere saldırıp elde ettikleri ganimet ise Ocak için önemli bir gelir kaynağı oluşturuyordu. 

Barbaros'un Osmanlı tabiiyetine girmesinin ardından Cezayir'e Beylerbeyi tayin edilmeye başlandı.

Beylerbeyi'ne ise Cezayir'deki 3 bölgenin beylerini seçme yetkisi verilmişti. 

Cezayir Arap, Berberi ve Endülüslülerden oluşuyordu. 

Ülkede görev yapan Yeniçerilerin yerli kadınlarla evlenmelerine izin verilmişti. 

Bu evliliklerden doğan çocuklar ise "Kuloğullar" olarak adlandırılıyordu.

Kuloğulları Ocak'ta görevlendirilmelerine rağmen, babalarının haklarına sahip değildiler. 

Bu durum, ileride birçok isyanının da nedeni olacaktı.

Osmanlı, Kaptan-ı Derya görevine getirdiği Barbaros Hayreddin'den, bir süre sonra Tunus'u fethederek İmparatorluğa bağlamasını istedi. 

100'e yakın gemi ile İstanbul'dan demir alarak Akdeniz'e açılan Barbaros, 1534 yılında Tunus'u fethetti. 

Ancak sadece 1 yıl sonra Alman imparatoru Charlken, Hıristiyan güçlerden oluşturduğu büyük bir donanma ile Tunus'u geri aldı. 

Tunus'un Osmanlı İmparatorluğu'na kesin olarak katılması ise tam 40 yıl sonra yani 1574'de gerçekleşti. 

Bu tarihte Kaptan-Derya Kılıç Ali Paşa komutasındaki donanma Tunus'u yeniden fethetti ve Cezayir gibi buraya da İstanbul'dan bir Beylerbeyi gönderildi.     

Trablusgarp olarak bilinen Libya ise Malta şövalyelerinin elindeydi.  

Dönemin Kaptan-Deryası Sinan Paşa, Libya'nın fethi için Akdeniz'in tanınmış korsanlarından Turgut Reis'ten yardım istemiştir. 

95 parça gemi ile Libya'daki Malta şövalyelerinin üstüne giden Osmanlı donanması, 1551 yılında bu ülkeyi de İmparatorluk topraklarına katmıştır. 

Tıpkı, Cezayir, Tunus gibi Libya'ya da bir Beylerbeyi gönderilmiştir. 

Bu göreve getirilen Murat Paşanın 1556 yılında ölümünün ardından ise Libya'nın fethinde büyük katkısı olan Turgut Reis Beylerbeyi tayin edilmiştir. 

Libya, Tunus ve Cezayir, Ocak sistemi sayesinde yerleşen bir düzen ile genelde sorunsuz yönetildi. 

Ancak, Ocak sisteminin askeri gücünü oluşturan Yeniçeriler ile Levendler arasında anlaşmazlık, sürtüşme ve kimi zamanda çatışmalar yaşandı.

Yerli kabilelerin yanı sıra eşit haklar isteyen Kuloğulları da sık sık ayaklandı. 
 


17'nci yüzyıldan itibaren ise Kuzey Afrika'daki yöneticilerin İmparatorluğun başkenti İstanbul ile bağları zayıflamaya başladı. 

Merkeze itaat etmeyen yöneticiler, kendi başlarına buyruk oldular. 

Öyle ki, Cezayir'e 1711'de İstanbul'dan gönderilen Beylerbeyi'nin gemiden inişine Ocak yöneticisi Sökeli Ali Çavuş izin vermedi. 

Bu tarihten itibaren Ocak yöneticilerinin seçtiği isimlerin Padişah tarafından Beylerbeyi olarak atanması uygulamasına geçildi. 

Böylelikle, birkaç yıl arayla Libya, Tunus ve Cezayir'de, kökenleri Anadolu ya da Rumeli olan bazı Türk ailelerin babadan oğula geçen Beylerbeyliği dönemi başladı.

Bu durum, Beylerbeylerinin, Avrupa'daki devletlere doğrudan anlaşmalar imzalamalarının önünü açtı. 

Ayrıca beğenmedikleri bazı Padişah fermanlarına da uymadıkları görüldü. 

Ancak ilişkilerdeki tüm gerilemeye rağmen askeri alanda iş birliği sürdü.

Osmanlı'nın Avrupa devletleri ile girdiği savaşlarda Libya, Tunus ve Cezayir'deki Ocaklar, asker ve gemi göndermeye devam etmiştir. 

Bunun nedeni ise yine Beylerbeylerinin çıkarlarından kaynaklanmaktadır.

Bu ülkelerdeki Ocaklara, daha ilk yıllardan itibaren Anadolu ve Rumeli'nden yeniçeri yazılıyordu. 

Padişah ile ilişkileri tamamen koparmanın, asker kaynaklarını kurutacağını bilen Beylerbeyleri, özerkliğe varacak girişimlerden uzak durmaya özen gösteriyorlardı. 

Bu durum, 1815 yılındaki Viyana Kongresi'ne kadar devam etmiştir.

Viyana'da, Avrupalı devletlerin, korsanlığa savaş açma kararı alması üzerine Kuzey Afrika'da dengeler değişmeye başlamıştır. 

İngiliz donanması Libya, Tunus ve Cezayir açıklarına demirleyerek, korsanlıktan vazgeçilmesi, kölelerin de serbest bırakılması uyarısında bulunmuştur. 

Libya ve Tunus Ocakları İngilizlerin uyarısını dikkate alırken, Cezayir buna karşı çıkmıştır. 

İngiliz gemileri bu yanıttan sonra 10 yıl boyunca her fırsatta Cezayir limanlarını topa tutmuştur.

Cezayir'deki Ocak sistemini bitiren olay ise 1827 yılında meydana gelmiştir. 

Ocak yönetici (dayısı) Denizlili Ali Hüseyin Paşa'nın, Fransız Konsolosu De la Haye'e, bir görüşme sırasında söylediği sözleri ile hareketlerini hakaret olarak kabul eden Fransa, 1830'dan itibaren Cezayir'e abluka uygulamaya ve asker çıkarmaya başladı. 

3 bölgeden oluşan ülkede Fransızlara karşı yürütülen direniş tam 20 yıl sürdü. 

Ancak direnen beyler, Osmanlı Devletinden yardım alamayınca, 1850'de teslim oldu ve Cezayir'de Fransız sömürgeciliği dönemi başladı. 

Tunus'un Fransa'nın hâkimiyetine girmesi ise 1881 yılında olmuştur.

Cezayir'deki gelişmelerden etkilenen Osmanlı Devleti, Libya'nın elden çıkmaması için 1835 yılından itibaren harekete geçmiş, bu ülke ile merkezi yönetimin bağlarını güçlendirecek adımlar atmıştır. 

Libya, 1912'de İtalyanların saldırısına kadar Osmanlı toprağı olarak kalmıştır. 

Bu 3 ülkedeki Türklerin sayısı, geçen 4 yüz yıl boyunca 25-30 bin civarında olmuştur. 

Günümüzde, özellikle Cezayir'in bazı bölgelerinde kökenlerinin Türk olduğu bilinen birçok aile yaşamaktadır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU