Bunun bir seçim olmadığını zaten Aleksandr Lukaşenko'nun bizzat kendisi, 26 Ocak'tan birkaç gün önce söylemişti:
"Diğer adaylarla tartışma programına çıkacak mısınız?" sorusuna, koltuğunun süresini 7'nci kez uzatmaya hazırlanan Belarus lideri, "Onların ne dediğiyle asla ilgilenmiyorum. Şimdi tartışma programına çıkma zamanı değil, ciddi işlerle uğraşıyorum" şeklinde cevap verdi.
Öyleyse "seçim" ismi takılmış bu etkinlik neden yapıldı?
Türk siyasetinin unutulmaz kişiliği rahmetli Necmettin Erbakan, "Refah Partisi'ne 8 milyon üye yapacağız, seçime ihtiyaç kalmayacak, doğrudan gidip Yüksek Seçim Kurulu'ndan iktidar mazbatamızı alacağız" derdi.
Aleksandr Lukaşenko'nunki üye kaydedip doğrudan mazbata almak değil; eğip bükmeden "Aday adı altında o insanların birkaç gün ortalıkta dolaşmaları emrini ben vermişim, şimdi kalkıp da onlarla tartışma programına mı çıkacağım?" diyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geçen sene Azerbaycan'da uygulanan modelin aynısının uygulanmasına rağmen Aleksandr Lukaşenko, Azerbaycanlı meslektaşından yaklaşık yüzde 7 az oy aldı.
Bunu kendine yakıştırıp yakıştırmadığını, dert edip etmediğini bilemiyoruz, ancak şu tabloya da dikkatle bakmanızı rica ediyoruz:
Sandıktan ilk sırada yüzde 86,82'lik bültenle çıkan Aleksandr Lukaşenko'nun ardından gelen Sergey Sırankov'a yüzde 3,2; Oleg Haydukeviç'e yüzde 2, Anna Kanopatskaya'ya yüzde 1,86 ve Aleksandr Hijnyak'a yüzde 1,74 oy çıktı.
Yani, seçimin galibiyle ikinci gelenin arasında yüzde 83'lük bir oy farkı var.
Azerbaycan'da yüzde 93 ile birinci gelen İlham Aliyev ile ikinci gelen Zahid Oruc'un arasındaki fark yaklaşık yüzde 90'dı.
Yani, kurgulamanın aynı olmasına rağmen, ilk sırada gelenle ikinci sırada gelen arasındaki fark bakımından liderlik Aliyev'de.
1990'lı yılların ikinci yarısından 2000 yılında kendini ebedi reis-i cumhur ilan etmesine kadar ise liderlik Türkmenistanlı Saparmurad Türkmenbaşı'nda olmuştu: Yüzde 100.
İşte o sonuçlarla gaza gelen Türkmenbaşı, yılın iki ayına anne-babasının ismini vermekle yetinmemiş, Kur'an-ı Kerim'e eşdeğer tuttuğu Ruhname isimli kitabı da kaleme almıştı.
Aralık 2006'da hayatını kaybettiğinde mezara Hristiyan kurallarıyla -takım elbisede ve tabutun ağzı açık biçimde- konmuştu...
Koltukta oturma süresini yedinci kez uzatan Aleksandr Lukaşenko, sürecin tamamen demokratik kurallar içinde işlemesinden emin olmalı ki, şu açıklamayı yapmayı ihmal etmedi:
En sonuncu düşmanımızın bile irad tutmaması için biz bu seçimlerde her şeyin demokrasi çerçevesinde olmasına çalıştık. Biz (bunun için) çok çalıştık.
Bu tür liderlerin en çok önemsediği konuların başında, seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra öncelikli olarak kimin kutlayacağıdır.
Belarus seçimleri bu bakımdan en uzaktaki müttefikin herkesten daha önce sadakat gösterdiğini ortaya koydu.
Evet, doğru tahmin ettiniz, ilk kutlama Venezuela Dışişleri Bakanı'ndan geldi:
Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti, Belarus halkını ve hükümetini cumhurbaşkanı seçimlerinde vatandaşların yüzde 85,7 oranla en yüksek katılımı ortaya koymasından dolayı kutluyor. Bu demokratik etkinlik, Belarus halkının barış, istikrar ve kendi bağımsızlığına bağlı olduğunun göstergesidir.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, Beyaz Rusyalı meslektaşını telefonla kutladıktan sonra bir süre görüşmesi hiç kimseyi heyecanlandırmadı.
Çünkü Aleksandr Lukaşenko ile Vladimir Putin, yine Türk siyasetinin unutulmaz kişiliği, eski Başbakan Necmettin Erbakan'ın sözüyle desek, "Benzin istasyonuna uğruyormuş gibi", az daha her hafta Rusya topraklarının kuzeyindeki (örneğin Sankt-Petersburg) veya Moskova'nın doğusundaki kentlerinde (örneğin Kazan) bir araya geldiği gibi iki ülkenin de üye olduğu BRICS, Şangay İşbirliği Örgütü, Avrasya Ekonomi İttifakı gibi örgütlerin de daimi müdavimleridir.
O toplantılarda Aleksandr Lukaşenko'nun göğsünü siper ederek Vladimir Putin'i savunmasının yanı sıra, "çift kutuplu dünya" tezini hiç değilse birkaç santim geliştirmek için hangi manipülasyonlara başvurduğunu görüyoruz.
Bu bağlamda Belarus'un, koltukta oturma süresini 7'nci kez uzatmış devlet başkanını Moskova, NATO'nun önüne kalkan gibi dikmişse, Lukaşenko bu görevin alanını daha da genişletiyor; kendini çok önemsediği için Moskova'nın verdiği ödevlerin kapasitesini daha da genişletiyor:
Biz olmazsak ABD, Çin ile yüz yüze kalır ve onu da alaşağı eder.
İşte kendinden bu kadar emin olunca, 1994 yılından bu yana Belarus'un başında bulunan Lukaşenko'ya Batılı ülkelerin ve özgür, çok partili seçimleri savunan uluslararası kurumların 26 Ocak etkinliğiyle ilgili açıklamaları da vız geliyor. Avrupa Birliği'nden yapılan açıklamada, "Sahte seçimlerin özgür ve adil olmadığı"na dikkat çekilirken, "Belarus halkı, ülkeyi kimin yönetmesi konusunda gerçek oy hakkına sahiptir" sözleriyle sonuçların kabul edilmeyeceği ifade edildi ve yurt dışındaki muhalif güçlere mali desteğin sürdürüleceğine vurgu yapıldı.
Brüksel'in açıklamasında, yaptırımların Belarus'un "demokratik bir ülke olma yolunda adım atmaya başlamasına kadar süreceği, demokratik geçiş sürecinin başlaması durumunda ülkeye desteğin sağlanacağı" da yer aldı.
Eleştirileri, mazbatasını yenileme ve yemin etme ihtiyacı duymadan yanıtlayan Aleksandr Lukaşenko'nun yanıtı AB'ye çektiği "Ya herro ya merro"nun ta kendisidir:
İnanın bana, bizim seçimleri kabul edip etmemeniz benim için kesinlikle menekşe rengindedir. Benim için en esas Belarusların bu seçimi kabullenmeleri ve başladığı gibi sakince bitmesidir. Şimdi ben ABD'deki seçimlerin sonucunu tanımadığımı ve Trump'ı tanımadığımı açıklarsam, Amerika'da bir şeyler değişecek mi? Veya işte Birleşik Krallık'ta Starmer'i tanımadığımı ifade etsem, Birleşik Krallık'ta bir şeyler mi değişecek? Hiçbir şey.
İşte Belarus'un koltukta kalma süresini 7'nci kez uzatmış devlet başkanının dünyaya ve ülkesine bakışı bu kadar içten ve bu kadar samimi.
Yani, Temel'in ünlü fıkrasının birebir aynısı:
Temel, mahkemede Dursun'un kendisine borçlu olduğunu iddia ederken, Dursun hakime; "Ben onu tanımıyorum, nasıl borçlu olabilirim?" deyince, hakim Temel'in görüşünü soruyor.
Temel'in yanıtı, "O beni tanımıyorsa, ben de onu tanımıyorum" oluyor.
İşte Rusya Devlet Başkanı Putin'in Belaruslu meslektaşıyla geliştirmeye (bundan ciddi kuşkuluyum) çalıştığı ve özellikle kendi toplumlarına empoze ettiği "çift kutuplu dünya" modelinin özü de Temel ile Dursun'un borç öyküsünden ibaret olsa gerek:
"Sen o tarafta demokrasinle kal, ben bu tarafta koltuğumla" yani.
Aleksandr Lukaşenko'nun da faal propagandistlerinden olduğu "çift kutuplu dünya" modelinin başka bir özelliği de seçim sonuçları beklenmeden demokratik dünyaya gözdağı verme girişimleridir.
Onun için, koltukta oturma süresini yedinci kez uzatan Belarus liderinin, Rusya'nın Oreşnik füzesinin kendi topraklarına yerleştirilmesine rıza göstermemesinin tek koşulunun "Amerikan orta ve menzilli füzelerinin Avrupa'da konuşlandırılmaktan vazgeçilmesi" olduğunu açıklamayı uygun buldu.
Süreçleri izleyenlerin, Rusya'nın geçtiğimiz 21 Kasım'da Ukrayna'nın Dnepr kentindeki Uralmaş silah üretimi fabrikasına fırlattığı Oreşnik balistik füzesinin bizzat devlet başkanı Vladimir Putin'in medar-ı iftiharı olduğunu çok iyi bilmeleri gerekir.
Az daha bir ay, Rusya Parlamentosu'nun her iki kanadında övüle övüle bitirilemeyen bu füzeyle ilgili devlet başkanı Putin'in, "İddiaya giriyorum, Batılılar istedikleri noktalara hedefler koyup ardından savunma füzelerini kursunlar, Oreşnik'i durdurabilecek bir tek savunma sisteminin olmadığını bizzat görecekler" sözleri haftalarca medyayı süslemişti.
Daha önce Belarus topraklarına nükleer füze yerleştiren (Lukaşenko onun çok yaman silah olduğunu ancak kullanılmasını istemediğini belirtmişti) Rusya'nın bu kez aynı ülkeye Oreşnik füzesi yerleştirme niyeti, Aleksandr Lukaşenko'yu daha cesur bir duruma getirmiş olmalı ki, ABD orta ve uzun menzilli füzelerinin Avrupa'da konuşlandırılmamasını şart olarak koşabiliyor.
1994 yılından bu yana medya üzerinden takip edebildiğim kadarıyla görev süresini 7'nci kez uzatmaya muvaffak olan Aleksandr Lukaşenko için 26 Ocak, en rahat seçim günü oldu.
Evet, muhalefetin darmaduman edildiği, ülkeden kovulduğu, basının susturulduğu, cezaevlerinin gazeteci, yazar, yorumcu, akademisyen, siyasi faal kaynadığı eski SSCB'nin başta Rusya, Belarus, Azerbaycan ve Orta Asya olmak üzere bir kısım ülkesinde bu durum "istikrar ve kalkınmanın en birinci koşulu" olarak nitelendiriliyor.
Ve bu ülkelerde "vatandaşlık" kavramının yerini "tabaalık" alıyor (Azerbaycan'ın kara sınırları Nisan 2020'den bu yana "pandemi" gerekçesiyle kapalı ve açılacağına dair en ufak bir ümit ışığı söz konusu değil).
Ancak Aleksandr Lukaşenko seçime daha 2 gün varken, yani 24 Ocak'ta daha da ileri giderek Belarus ahalisinin sırtına yeni bir kavram yükledi:
Hepiniz tek bir kişi gibi benim çocuklarımsınız. Cumhurbaşkanı her birinizden sorumludur.
Sizi bilemiyorum, bana Rusya'da 4 Mart 1861'e kadar resmen süren "köleliği" çağrıştırdı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish