Ölümlerin prematürleşmesi: Sosyal mecralarda yalan ölüm haberleri

Ahmet Mansur Tural, Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe Fotoğraflar: AA

Alain Delon geçtiğimiz günlerde vefat etti. Kenan Işık da geçtiğimiz haftalarda... Garip olansa Heidegger’in Aristoteles için söylediği “doğdu, yaşadı ve öldü” ifadesini bu isimler için bütünüyle kullanamamız. Çünkü hem Işık’ın hem de Delon’un vefat haberini öğrendiğimizde hepimiz onların sanki ilk ve tek defa ölmediklerini hissettik (kulağa ne garip geliyor değil mi ilk ve tek ölüm). Sanki önceden de vefat etmişlerdi. Popüler tabirle bir Mandela etkisi yaşıyorduk. Ama aslında karşı karşıya olduğumuz fenomen kesinlikle basit bir Mandela etkisi falan değildi. Aksine bu fenomen tam karşılığını kendi vefat ilanı karşısında Edgar Morin’in ifadesinde bulan prematüre bir ölümdü. Bir başka deyişle sosyal mecraların nekroloji aşkıydı belki bu.

Hatta daha enteresan olansa prematüre ölümlerin her defasında gerçek ölümlerden daha fazla ilgi çekmesiydi. Ne zaman ki yalan bir ölüm haberi olsa sanal dünyada gerçek ölümlerden daha çok ses getiriyor, daha çok yankı uyandırıyordu. Bu Alain Delon için de böyle oldu, Kenan Işık için de. Sanal düzlemde kurgu gerçeğin yerini alıyor, gerçekte kurgu yoksa artık itibar edilmiyor ona.

Peki neden bu yalan ölüm haberleri diğer yalan haberlerden daha fazla ilgi çekiyor? Aslında cevabı basit. Çünkü, insan için en gerçek olgu ölümdür. Ölümü deneyip deneyimleyemeyeceğimiz önemli değildir bu arada. Hayatımıza dair kesin olarak emin olduğumuz tek şey ölecek olmamızdan da öte, ölümü tadacak olmamızdır. O hâlde bir eylemden, bir deneyimden ziyade bir nesne olarak daha gerçek ne olabilir ki ölümden? Ölümün kurgusu dışında!

Belki de prematüre ölümler yalan haberlerden de öte bu sebeple ilgimizi bu kadar çeker. Zira yalan haberler eninde sonunda daha düşük bir gerçeğin kurgusudur. Ayrıca her biri bizleri de ilgilendirmez. Ancak ölüm öyle midir? Hepimizin en keskin gerçeğidir ölüm. Hepimiz ölüme dönük varlıklarızdır! Ölüm tüm hayatımızı biçimlendirir. Varlığımızın ana yönüdür kendisi. Bu sebeple insan için en dehşet, en soğuk olgudur. Hem hep bize amadedir hem de asla tüketilemez, asla erişilemez gerçekliğimizdir.

İşte bu sebeple prematüre ölümler bu derece ilgi çekici değil midir? Onlarda, yalan olduğunu bilmemizden gelen bir huzurla ölümün soğukluğu ve erişilemezliği dağılır. En derin korkumuz olan ölüm en derin merakımıza dönüşür böylece. İsmet Özel’in profetik mısralarında ifade ettiği üzere bize ne başkasının ölümünden demeyiz, başka insanların ölümü en gizli mesleğidir hepimizin! Zira prematüre ölümlerde, özellikle ünlülerinkinde en ve tek gerçek ölüm fenomeni bizlerin gözünde ilk kez gerçekten kopar, yalanla buluşur. Bu en ve tek gerçeğin sanallaşması, böylelikle ilk kez erişilebilir olması insan için son derece afallatıcıdır. Yepyeni bir buluştur aslında! Orada hakikatin yüceliği silinir ve hızlıca tüketilebilecek bir arzuya dönüşür ölüm. Varlığımızın hedefi olarak kendini sürekli arzulayan ölüm güdüsü de sonunda kendisinin katlanılabilir gerçeğiyle karşılaşır. Ve her ne kadar sanallaşsarak artık anlık olsa da bu güdü kendini sonunda sağaltır. Ölümün kaygısını silip gider. Bu katlanılmaz duygularımızı da böylece silikleştirir.

Ancak yalnızca duygularımızı yatıştırmaktan, silikleştirmekten ibaret değildir sanal nekroloji sevdamız. Ayrıca en büyük estetik hazzımızı da oluşturur aynı sebeplerden. Zira, ölüm ele avuca sığmazlığıyla estetiğin en uzağında yer alır. Tecrübe edilemez, eylemleşemez. Ancak merak aslen kısmî bilinemeze karşı duyulur. Bir başka deyişle bir şeye merak duyulabilmesi için o şeyden haberdar olmamız, ancak onu kavrayamamız gerekir. Ölüm cuk oturur bu duruma. Onu tanırız, hep taşırız kendimizde kendisini. Ama estetik olarak asla algılayamaz, duyulara hiçbir zaman getiremeyiz. İşte temsili bu sebeple en can alıcı noktamızdan yakalar bizleri. Aristo’nun da Poetika’sında temsilin (mimesis), temsil edilenin ta kendisinden daha fazla haz aldığımızı gözler önüne sermek için sunduğu ceset örneği de bunun bir işareti değil midir? Gerçek hayatta hakikatin ağırlığından dolayı iğrenerek baktığımız, hatta bakarken baygınlık geçirdiğimiz, kaygıya kapılarak varlığımızı sorguladığımız cesetlerin tasvirlerini resimlerde, tiyatrolarda, edebiyatta görmekten asla kaçmaz, hatta son derece hoşlanırız. Zira mimetik haz, gerçeğin kopyası olan ötekilerinin ölümlerini gerçekten daha da uzaklaştırarak simülaklaştırmaz mı bizim için? Böylece ölümü bizden ve gerçekten en uzağa iterek onu temsili üzerinden deneyimleme fırsatı sunmaz mı bizlere?

İşte bu sebeple sanal alemin biricik ilgi merkezi değil midir prematüre ölümler? Böylelikle sanal en büyük korkumuz olan ölümü ehlileştirir ve onu kafese tıkılmış bir kaplan gibi bizlere sergiler. Onun kaygı dolu gerçekliğini yalıtarak nekroloji temsillerinde güvenli bir şekilde onu deneyimlememize fırsat sunar. Yalan olduğunu bilmemiz ona karşı bizleri kaygısızlaştırarak en kesin gerçeğin dehşetli bir güzele dönüşmesine yol açar. Böylece ölüm sanallaşmasıyla ilk kez tüketilir. Geriye kalansa biz ölüm yiyenler ve güven namına gerçekliğinden iyice koptuğumuz ölümlerin prematüre anonslarıdır.

Netice itibarıyla çağdaş insanın prematüre ölümlere bu derece ilgi göstermesinin sebebi aslında ölümü sanalda estetize ederek onu tanırken aynı zamanda en ve tek gerçek ölümün ta kendisine de yabancılaşarak kendisini kaygıdan yalıtmasıdır. Prematüre ölümlerle ölünür artık. Bizlerin ilgisini yalnızca en gerçeğin sanalda kendisinden de gerçek olan kurgusu çeker. Böylece ölüm yalnızca soğukluğunu ve ciddiyetini yitirmekle kalmaz, aynı zamanda sanalın getirdiği bu simülakrda ölüm kendisini de askıya alır. Ölünmez artık, ölünemez! Sanal gerçekliğin sonsuzluğunda ancak bir veridir ölümler prematüre şekillerde. İnsan, böylece dolaylı olarak kendini ölüm-süzlük ilüzyonuna kaptırır. Bu sebeple en gizli mesleğidir hepimizin sanal alemde nekroloji!

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU