Kış memleketinin bir güncesi

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Yukarı Mezopotamya'nın en dağlık bölgesinde yer alan Bingöl'e birkaç kez seyahat etsem de kış aylarında hiç gitmemiştim.

Çewlik ya da günümüz ismiyle Bingöl'ün dağlık coğrafyası; sulak, yemyeşil vadileri, yüzen adaları, kış mevsiminde ortalığı beyaza boyayan kar örtüsü ilgimi hep çeker. 
 

_DSF6180.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Ne zaman Bingöl'e gitsem, dağlarında özgürce gezmek; yüzen adalarda dinlenmek ve Karlıova'da güneşin batışını izlemekten kendimi alıkoyamam.

Gezi sonunda kentten içim buruk ayrılır, bir kış günü Bingöl'e gelememenin stresini yaşardım.

Bu nedenle Bingöl'ün kışını görmek, o kasvetli kar manzaralarına tanıklık etmek en büyük arzum olur.

Yazın bile dağlarında kar olan bir kentin kışı kim bilir nasıldır diye düşünür, durur ve üşürdüm. 
 

_DSF6187.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kasvetli dağlarla çevrili Bingöl'e kışın gitme planım nihayet bu yıl şubat ayında gerçekleşti.

Foto maraton katılımcısı olarak Bingöl coğrafyasında kendimce benzersiz bir deneyim yaşadım.

Az zamanda çok yer gördüm ve kar memleketinde kış mevsimini bir iki gün de olsa yaşadım.

Gerçi kış, eski kış değildi; kar filmlerdeki gibi yağmamıştı ama olsun, yine de güzeldi Bingöl'ün karlı, karsız coğrafyası.
 

_DSF6185.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Şubat ortalarında Urfa'dan yola çıktığımda kışın en soğuk günleriydi.

Geçmiş yılların meteorolojik verilerine göre Bingöl, bu ayda en soğuk günleri yaşar ve yoğun kar yağışı görülür bilgisiyle yol boyunca karlı manzaraları düşünüyor, hayal ederek heyecanlanıyordum.

Kıyafetlerim Bingöl kışına uygun mu, kar altında fotoğraf makinem çalışacak mı diye düşünürken, akşamın geceye evirildiği saatlerde Bingöl'e varıyorduk.
 

_DSF58414.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Otobüsten iner inmez, bardaktan boşalırcasına yağan yağmur ve Karadeniz'i hatırlatan nemli, ılıman bir hava karşılıyordu bizi.

Bu Bingöl'e dair ilk hayal kırıklığımdı. Ben kar beklerken, yağmur yağıyordu aralıksız.
 

Şeyhmus Çakırtaş 2.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Neyse ki yağmur, insanı şiirsel bir dünyaya çekiyor, ruhunda dinginlik yaratıyordu.

Havanın ılık olması Bingöl için alışıldık bir durum olmasa gerek diye düşünerek yerleşeceğimiz otele arabayla ancak kendimizi atabiliyorduk.

Gerçekten şaşkındım. Bırakın kar yağmasını, hava olması gerekenden daha sıcaktı. 
 

Şeyhmus Çakırtaş 5.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bir süre sonra yol yorgunluğu ve giderek daha fazla hissettiğimiz açlık bizi gece gece çorbacıya götürdü.

Gece karanlığında bir şiş gibi inen yağmur, ana caddenin aydınlatılmış sokaklarında tek tük insanlarla karşılaşmamıza sebep olurken, lokantalar son müşterilerini ağırlıyordu.

Yağmurun sesi dışında kent sakin ve sessizdi.  
 

_DSF6254.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Ben ve arkadaşlarım kurak coğrafyanın insanlarıydık.

Yağmur çoğu zaman coğrafyamıza hızlıca uğrar ve aynı hızla kesilirdi.

Bir iki saat yağan yağmurun Nuh Tufanı olduğunu düşünen berriden1 geliyorduk.

Oysa Bingöl semalarında saatlerdir yağmur yağıyor olmasına rağmen tufan da kopmuyordu.

Şubat ortalarında böylesi ılıman ve yağmurlu bir havanın tadını mı çıkarmak gerekir yoksa kar yağışının olmamasının üzüntüsünü mü yaşamak gerekir bilemiyordum.

Neyse ki lokantada çalışanlar yüreğimize su serperek, "Karlıova'ya gidin, orada kış hep karlı geçer" diyerek rotamızı belirlemiş oldular.
 

Şeyhmus Çakırtaş 6.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Biz rahatlamış bir halde, Bingöl'ün tenha sokaklarında yürümüş, otelimize varmıştık.

Sabaha kadar bir o yana, bir bu yana dönerken, Karlıova beni uyutmamıştı.

Gecenin ürkütücü karanlığında yağmur aralıksız yağmış, gökyüzü koca kara bir deliğe dönmüştü.

Ne yıldız vardı ne de bulutları aydınlatacak bir ışık. Her şey karanlığa teslim olmuştu sanki.

Yolculuğun bütün yorgunluğu bedenimde geziniyor, uyuyamıyordum. Tuhaf bir duygu vardı içimde.

Gökyüzünün karanlığı sanki ruhumda bir örtü olmuştu. Yağmurun varlığı kısmen yüreğimi rahatlatmış olsa da uyku uzaktı gözlerimden.

O gece ne zaman uyuya kaldım hatırlamıyorum. Dışarda günün ilk ışıkları içeriye dolunca yarı uykulu halimden sıyrılıyordum.

Henüz erkendi ama hazırlık, kahvaltı filan zamanımızı tüketebilirdi. Bu nedenle hızlıca yapılması gerekenleri yaparak, kar memleketine gitme yoluna düştük.  
 

_DSF6046.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yöre insanı Karlıova'ya Kürtçe Kanîreş diyor. Anlamı siyahı olmayan kara parçası. Çok kar yağdığı için bu isim verilmiş sanırım.

Karlıova, Erzurum yol güzergâhında bir ilçe. Yani soğuğun ve karın yurduna komşu. Yol boyunca görünen dağlarda pek kar yok. H

ava da soğuk değil. Hatta bahar havası ortama hâkim. Kar memleketinde bahar kokuyor dağlar.

Biz arabanın camından dışarıyı izlerken, bir ara güneş görünüyor bulutlar arasında, yağmur da yağıyordu.
 

Şeyhmus Çakırtaş 3.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Çocukluğumda radyoda her sabah saat 09.50 sularında "Arkası Yarın" adında bir programda edebi eserler seslendirilirdi.

Güneşli yağmuru o yıllarından hatırlıyorum. İşte o edebi metinde anlatıldığı gibi güneş, yağan yağmur damlalarında bir ışıltı yaratıyor, yol gümüşümsü bir şerit gibi parlıyordu.  

Yolda oluşan ters ışık, fotoğraf için muazzam bir manzara oluşturuyor olmasına rağmen yolda durup, deklanşöre basma düşüncesi gelişmiyor.

Güneşli yağmur ise yüreğimizde sıcak bir umut aşılayarak daha yüksek rakıma doğru ilerliyorduk.

Çok geçmeden rakım yükselmeye başlayınca yağmur usulca kara döndü. Ruh halimizde de müthiş bir dönüşüm belirtisi belirdi.

Kar tanelerini görünce uykudan uyanırcasına dışarıyı daha bir dikkatli gözlemlemeye başlıyordum.

Bedenimde oluşan uyuşukluğum gidiyordu sanki. Öyle lapa lapa olmasa da zaman zaman iri kar taneleri havada dolanıp, arabanın ön camına iniyordu.

Minibüste 12 kişi varız. Kar yağışı bütün itiş kakışları sanki örtmüş gibi. Her şey sus pus. Arabanın motor sesi bile duyulmuyor.

Yol yarılandı neredeyse. Kar çok isteksiz yağıyor, hatta bazen duruyor. Rakım artıkça kar örtüsü daha da belirginleşiyor.

Kasvetli dağlar artık bembeyaz. İşte hayal ettiğim Bingöl burası diyorum kendi kendime. Dağlar, kar ve kadrajı dolduran sihirli bir ışık.
 

Şeyhmus Çakırtaş 1.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yol kıvrılarak ilerliyor. Kimi yerlerde kar yolu ince bir örtü ile kaplamış, kimi yerde ise asfalt simsiyah.

Gökyüzü beyaz, gri ve yer yer kara bulutlarla kaplı. Giderek sis çöküyor dağların doruklarına.

Keşke diyorum burada dursak, yürüsek karda ve doruklara ulaşıp, yorulana kadar fotoğraf çeksek.

Ama biliyorum ki bu imkânsız. Ben bir dağcı değilim, kar için uygun kıyafetim, ayakkabım yok. En önemlisi ortam bu tür seyahatlere uygun değil.

Daha doğrusu bu dağları karda tırmanacak gücümün olduğuna dair şüphelerimde var. Kolay değil bu havada dağlara tırmanmak. 
 

_DSF5812.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kar, soğuk ve dik yamaçlar, çığ tehlikesi… 

Yolda daha önceden planlamasak da içimizden birileri kulağımıza okuyor.

"Toklu köyü, bölgenin fotoğraf açısından en zengin köyüdür" diye.

Bu nedenle sürücümüz köyün hizasında arabayı durduruyor.
 

_DSF5606.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bizi kendine çeken kar, köyü kalın örtüsüyle kaplamış.

Her şey sanki kar örtüsünün altında. Yer yer kar sepeliyor.

Artık bundan sonrası bizim yeteneğimize kalmış.

Neyi çekebiliriz, neyi çekemeyiz bilemiyorum.
 

_DSF5941.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Köy evleri biraz dağınık. Her evin bir ahırı ve kocaman saman yığınları var.

Saman yığınlarının yanında tahta kızaklar gözüme ilişiyor. Keşke diyorum bu an birileri saman yüklese kızağa ve son hızla ilerlese.

Olmuyor öyle tabi. Köyün içinde bulunan tepelerde bir iki çoban mor koyunları yemlemek için dışarı çıkarıyor.

Görüntüyü uzaktan da olsa kayıt altına almak için deklanşöre basıyorum. Tepe en az 200 metre uzaklıkta.

"200 metre ne ki" diyorum kendi kendime. Tahta kızağın birkaç fotosunu çektikten sonra diz boyunu aşan kara, bata çıka ilerlemeye çalışıyorum.
 

IMG_20240215_113814.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Tepeye varmak sandığım kadar kolay değil. Yer yer boyumun yarısına kadar kar var.

Zaman zaman bedenimin yarısı kara batıyorum. Kan ter içinde kalsam da tepeye varmak için hiç soluklanmadan, nefes nefese ilerliyorum.

Yer yer kar buz tutmuş ya da karın altında sert bir saman yığını var. Ben tepeye varmadan sis ve kar bastırıyor.

Nefes nefese için karın sıcaklığıyla doluyor. Çoban, hayvanlarını yemliklere bıraktığında ben tepeye varıyorum.

Hiç beklemeden rastgele basıyorum deklanşöre. Müthiş bir haz. Ne soğuk ne de kar geliyor aklıma.  Koyunlar saman balyalarına saldırıyor kara rağmen.

Buradaki koyunların çoğu koyu kahverengi. Ama nedense mor koyun deniliyor. Bu koyunların kışa, soğuğa dayanıklı olduklarını duymuştum Koçerlerden. 
 

IMG_20240215_122114.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yarım saatten fazla bir zaman koyunların çevresinde dönüp duruyoruz. Ne görsek, en küçük hareketi fark etsek deklanşöre basıyoruz.

Sonra sürünün yanı başında, karın üzerine serpiştirilen samanı yiyen atları görünce bütün dikkatlerimiz oraya yöneliyor.

Koyunları unutuyoruz. Atlar üşümüş olmalı. Üstelerindeki kar buza dönmüş. Ama hallerinden memnun gibiler.

Olgun bir erkek gibi duran ama aslında 16 yaşındaki Şirvan atları yemliyor. İstemimiz üzere, itiraz etmeden atıyla bizim için poz veriyor bayağı zaman.

Ne desek bir model edasıyla denileni yapıyor. Herkes yaşının büyük olduğunu düşünse de o, 16 yaşında olduğunu söylüyor mahcup bir şekilde.

Sonra köyün içlerine doğru dağılıyoruz. Evler toprak damlı evlerden farklı olarak çatılı inşa edilmiş.

Karlıova'da 1949 yılında yaşanan yıkıcı depremden sonra yerel mimari terk edilerek çatılı evler inşa edilmiş. 

Köyün kuzeyinde gençler atları dörtnala koşturma hazırlığı yapıyorlar. Tam da aradığımız manzara.

Hızlıca olay mahalline varıp, kar yığınlarının arasında bir avcı edasıyla pusuya yatıyoruz. 
 

 

Şeyhmus Çakırtaş 7.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Kısa bir süre sonra atlar üzerimizden rüzgâr gibi gelip, geçiyorlar. Hem ezilme korkusu hem fotoğraf çekme hırsı iç içe yaşanıyor.

Neyse ki birkaç kare çekebiliyorum. Atlar kara rağmen çok hızlı. Gençler de oldukça atikler.

Günün yarısını burada geçirip fotoğraf tutkumuzu biraz da olsa gerçekleştiriyoruz. Her şey gerçek, her şey spontane.

Ortalık siyah beyaz bir fotoğraf gibi. Bütün renkler beyaza çalıyor, siyah ise tamamlayıcı renk oluyor. Tıpkı kente verilen ad Kanireş gibi.

Kar usulca yağmaya devam ediyor. Tepeden tırnağa ıslanmışım. Ayaklarımı hissetmiyorum. Ama ne ilginçtir ki üşüdüğümü de hissetmiyorum.

Toklu'daki maceramız burada noktalanıyor.  Rotamız Karlıova merkez. Zaten 5 -10 kilometre uzaklıkta, yakın yani.

Karlıova, Erzurum sınırında yer alan ve rakımı 2 bin metreyi bulan yüksek plato ve yaylalardan oluşan bir yerleşim yeri. 2024 verilerine göre 27 bin civarında bir nüfusu var.

Kabaca doğu-batı doğrultusunda uzanış gösteren ve çoğunlukla 3000 m yüksekliğindeki dağların (Karagöl Dağları 3057 m, Bingöl Dağı 3193 m, Şeytan Dağları 2.839 metre, Şerafettin Dağları 2388 metre) orta kesiminde yer alır. Genel olarak yükseltisi 1900 metreyi aşan, yüksek düz alanların geniş yer kapladığı yöre, aynı zamanda birkaç akarsuyun (Peri Suyu, Göynük Çayı, Murat Nehri) kaynaklarını aldığı hidrografik sınır olma özelliğine de sahiptir. İlçenin yüzölçümü 1311 kilometrekaredir. Bunun il yüzölçümüne oranı yüzde 16,60'tır. İlçenin deniz seviyesinden yüksekliği 1940 metredir. 2


Kent merkezi köylerden gelen transit minibüslerin istilasında. Bingöl merkez ile Erzurum arasında da bu minibüsler çalışıyor.

Merkez, kış modunda değil. Hava ılıman olduğu için çatılarda bile kar yok. Sobası gümbür gümbür yanan bir lokantada mola verip hem ısınmak hem de karnımızı doyurmak için duruyoruz.

Lokantanın müşterileri ya bizim gibi dışardan gelenler ya da kentte ihtiyaçlarını almaya gelen köylülerden oluşuyor.

Sobanın etrafında oturduğumuzda bir hayli üşüdüğümüzün farkına varıyoruz. Islak olan ayaklarımızı ısıtıp kurumasını sağlıyor, elbiselerimizi kurutuyoruz.

Yemek, çay ve içimizi ısıtan odun sobası bir an karlı havayı unutturuyor hepimize. Daha fazla zaman kaybetmeden başka bir köye doğru rotamızı çiziyoruz.

Bu kez Karga Pazarı diye bilinen köye gideceğiz. Daha kalabalık koyun sürüleri görme umudunu taşıyarak yola dikkat kesiliyoruz. 
 

_DSF5786.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Köy, aynı Toklu gibi. Tek katlı ve çatılı evler. Burada daha temkinli davranarak ıslanmamak için yoğun bir çaba sarf ediyorum.

Bir çoban koyunlarını yemlemek için ahırın bahçesine çıkarmış. Ama fotoğraf çekmemize razı olmuyor.

"Bu halimizi niye çekiyorsunuz?" diye de tepki veriyor. Biraz sohbetten sonra razı olsa da bu kez ışık sihrini kaybediyor.

Birkaç kare çektikten sonra daha farklı enstantaneler bulmak için köyün dağınık ahırlarına bakmaya çalışıyorum.

Üniversite okuyan bir çobana denk geliyorum. Oldukça yakışıklı bir jön gibi. Bizi sıcak karşılıyor ve sürüsünün başında bize poz veriyor.

Hem okuyor hem de tatillerde ailesinin yanında koyunlara çobanlık yapıyor.

"Okumak benim için olmazsa olmazım ama bu hayatı da görmezlikten gelemem" diyor…

Burada her şey siyah ve beyaz.  Kar beyaz örtüsüyle her şeyi kapatmış.

Yer yer güneş çıktığında müthiş bir ışık süzmesi kar kütlesini ortaya çıkarıyor.

 

 

Kaynaklar.

1. Berri /ova
2. Wikipedia

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU