1. Azerbaycan devlet başkanlığı seçiminde yeniden aday olan İlham Aliyev beşinci kez, aşağı-yukarı aynı metot ve sonuçlarla ilk sırada çıktı. Nasıl yorumlamalı?
Oğul Aliyev'in hanesinde bu kez yüzde 93'lük bir sonuç gördük ve bu, şimdiye kadarki en yüksek rakam.
Bu yüzde 93'lük sonucun kuşku doğurmaması gerekir, çünkü Aliyev o kadar oyu kesinlikle almıştır.
"Kimden" diye sormanıza da gerek yok, zira devlet onun elinde ve sayısı birkaç yüz binin üzerindeki memurların tamamının kendisine oy verdiği gibi, onların yakınları, akrabaları da asla Aliyev dışındaki bir adaya oy veremezdi.
Keza bu, eşyanın tabiatına aykırı olurdu.
Bu sonuç, İlham Aliyev'in "Devlet benim ve ben devletim" felsefesinin ve yaklaşımının ta kendisinden doğdu.
Aslında süreçleri eskiden bu yana takip edenler için yüzde 93'lük sonuç değil, "seçim" adı altında bu tür eylemlerin neden yapıldığı sorusu gizemini korumayı sürdürüyor.
"Devlet sensin, devlet senindir."
Onun için, mantık itibarıyla "seçim" adlı bu tür eylemlere ne zaman kaybedilmeli ne de para...
Babası Haydar Aliyev'in Bakü'de (Temmuz 1969-Kasım 1982) ve Moskova'da (Kasım 1982-Ekim 1987) bulunduğu üst düzey görevlere verilen ara (Ekim 1987-Haziran 1993) da hesaba katıldığında Aliyev ailesinin tam 55 seneden bu yana Azerbaycan'a hükmettiği görülecektir.
Ekim 1993'te bağımsız Azerbaycan'ın devlet başkanlığına dönen baba Aliyev, en son Temmuz 2003'te görevinin başında görüntülendikten sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde tedavi altına alınmıştı.
6 Ağustos 2003'te GATA'dan taburcu edildiği belirtilen Haydar Aliyev'in 12 Aralık 2003'te hayatını kaybettiği açıklandığında oğul Aliyev, 15 Ekim'de devlet başkanlığı seçiminden ilk sırada çıkmış ve 31 Ekim'de yemin ederek koltuğa oturmuştu.
Yani 55 senelik bir tarih bu; bugün oğul Aliyev'i Azerbaycan'ın devlet başkanı değil, sahibi olmaya ilhamlandırmıştır.
İşte bundan dolayı yüzde 93'lük sonucun asla kuşku altına alınmaması gerektiğini üstüne basa basa tekrarlıyoruz:
Sayın İlham Aliyev kendi devletinde seçim yaptırdığı için oy verenlerin tamamının bunu kendisine borçlu olduğuna adı gibi inanıyor.
Fiili durum bundan ibaret. Onun için bu seçimin yapılmaması durumunda istisnasız olarak hiç kimsenin Aliyev'e "Neden seçim yapmıyorsun?" deme hakkı da bulunmayacaktı.
2. Bu seferki seçim eyleminin ilginç adayları vardı. Bu nasıl değerlendirilmeli?
2003 yılında olduğu gibi, sonraki dönemlerde de iktidar hep kendi lehine çalışacak adaylar belirleyerek kısa süreliğine piyasa sürdü.
Örneğin 2003 yılında adaylardan biri kendi programını açıklayarak oy istemek yerine hep şunu tekrarlayıp durmuştu:
Önemli olan program değil, en önemli şey seçilen kişinin elinin seçilemeyenler tarafından sıkılmasıdır.
Azerbaycan iktidarı aynı modeli uygulayarak birkaç yıl aralıklarla aynı tarihlerde seçim eylemleri gerçekleştiriyor.
Örneğin 5 Aralık 2019 yılında Sayın Aliyev, 9 Şubat 2020 tarihine parlamento seçimleri tayin etmişti.
Bu kez ise 7 Aralık'ta aldığı kararla Aliyev, 7 Şubat tarihine başkanlık seçimi tayin etti.
Yani aday olduğu seçimin kararını kendisi almakla kalmayıp tarihini de belirledi.
7 Şubat'ta sandıktan çıkan sonuçlara bakıldığında manzara insanı nasıl ürkütmesin:
Sandıktan ilk sırada çıkan adayla ikinci sırada çıkmış aday arasında yüzde 91'lik oy farkı var.
Ve ikinci sırada çıkan o şahıs cumhurbaşkanlığına bağlı Sosyal Stratejik Araştırmaları Merkezi Başkanı, üstelik göreve bizzat Cumhurbaşkanı Aliyev tarafından atandı.
Yani cumhurbaşkanının atadığı memurun gözü başkanlık koltuğundaydı, hem de başkan aday olduğu halde...
Ve işin ilginç yanı, o memurun yaptırdığı tüm kamuoyu araştırmalarında cumhurbaşkanının toplumdaki reytingi hep yüzde 90'nın üzerinde gözüküyordu.
Bunu bildiği halde o memur cumhurbaşkanlığına adaylığını ilan etmişti.
Böyle bir cesur yüreğin 8 milyar insanın herhangi birinde olabileceğine inanmak zor.
İkinci sıradaki adayın durumu bu iken öteki adayları konuşmak zaman kaybından başka bir şey olmayacağı için geçelim.
Zaten genel sonuç Sayın Aliyev'in lehinde yüzde 93'e yüzde 7 olduğu için, "Tüm bunları yapmaya ne ihtiyaç vardı, hangi mecburiyetten doğdu?" diye düşünme dışında bir seçenek kalmıyor.
Adayların tamamı konuşmalarına "Aliyev'in alternatifi yoktur" diye başlıyordu.
Bir tanesinin seçim vaatlerinden biri "Evinize haftada iki kere gazete göndereceğim" şeklindeydi.
Sosyal medyada okuduğuma göre, en son sırada çıkan aday "Geleneğe göre cumhurbaşkanının seçimde aday olanlara görev vermesi gerekirmiş" ifadelerini kullanmıştı.
İşte böyle bir 7 Şubat…
3. Bu durum sadece Azerbaycan'a değil, herhangi bir ülkeye demokrasinin gelmesine ilişkin ümit ışığı uyandırabilir mi?
Demokrasinin gelmesi için önce "devlet benim" yaklaşımından vazgeçilmesi gerekir.
Yani kurulmuş idare yapısının küçük bir azınlığın çıkar aparatı olmaktan çıkıp, toplumun temsilcisine dönüşmeli.
1993 yılının ikinci yarısında benimsenmiş "devlet benim" yaklaşımından değil vazgeçmek, o yaklaşımı her seçimde daha da katılaştırmak toplumda hiçbir ümit ışığı koyamaz ve nitekim koymuyor.
21'inci yüzyılın ilk çeyreğini bugün-yarın geride bırakacağız ancak, 18'inci yüzyılın "devlet benim" yaklaşımını bir coğrafya üzerinde kurulmuş bir yapıya hâkim kılmak ve bunu hep derinleştirmek demokrasi hayalinin o coğrafyada ilelebet gerçekleşmeyeceğine işaret ediyor.
Azerbaycan'ın mevcut iktidarı sadece o coğrafyayı yönetme hakkının değil, yerin altında ve üstünde bulunan her şeyin sahiplik hakkının kendisine ait olduğunu düşünüyor ve bu hakkı pekiştirme adına gerekli olan herhangi bir adımı atmaktan asla sakınmıyor.
Yanlış hatırlamıyorsam, geçen aralık ayında belediye seçimleri zamanı gelmişti. Ancak bunu hatırlayan bile olmadı.
Oysa Türkiye siyaseti topyekûn 31 Mart'ta yapılacak yerel seçimlere endekslenmiş durumda.
Allah aşkına, 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde bir ülke belediye seçiminin ismini bile telaffuz etmiyorsa oraya hangi demokrasinin gelmesi konuşulabilir?
9 Şubat 2020'de gerçekleşen parlamento seçimi eyleminden kısa süre sonra Sayın Aliyev, "Demokrasiyi geliştirme adına biz parlamentodaki başkan vekilliği koltuklarının birini muhalefete verdik" demişti.
4. Peki, mevcut duruma uluslararası kurum ve kuruluşlar ne diyor ?
Azerbaycan iktidarı uzun zamandan beri onları asla adam yerine koymuyor.
Ocak 2001 yılında Avrupa Konseyi'ne üye olunduktan sonra Azerbaycan'ın adı günümüze kadar "Havyar diplomasisi"yle anılıyor.
Konsey üyesi ülkeler arasında en fazla siyasi tutuklunun Azerbaycan'da bulunmasından dolayı geçen ocak ayı sonunda Konseyin Parlamenter Meclisi Azerbaycan'ı bir seneliğine oy kullanma hakkından mahrum etti.
Avrupa Konseyi'ne üye olduğu günden bu yana Bakü, Strasbourg'u kendi kurallarına uymaya davet ediyor, ilişkiler hep sürtüşme halinde sürüp gidiyor.
Azerbaycan delegasyonunun oy kullanma hakkının bir seneliğine askıya alınmasından sonra Sayın Aliyev, "karara yeniden bakılıp da delegasyon üyelerinin Konseyin Parlamenter Meclisi'ne dönmesine izin sağlanmaması durumunda Konsey'in yanı sıra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üyeliğine de yeniden bakacaklarını" ifade etti.
Yani, "sizin değil, benim kurallarım geçerlidir."
AGİT'in seçimleri gözleme misyonunun bir üyesi, birkaç gün önce Azerbaycan'dan sınır dışı edildi.
İşin ilginç yanı 9 Şubat 2020'deki parlamento seçimi eylemi öncesinde AGİT kendi gözlemci misyonundaki bir kişiyi "Azerbaycan devletine çalıştığı için" misyondan atmıştı.
Dolayısıyla, Bakü'nün "devlet benim" yaklaşımının karşısında ne Avrupa Konseyi'nin ne de AGİT'in yapabileceği bir şey var.
İlişkilere son vermek Bakü'yü çok memnun edecektir.
Kişi başına düşen milli gelirinin sır gibi saklandığı, ücretlerin ve emekli paralarının kaderinin tek bir kişinin emrine bağlı olduğu bir coğrafyanın, Avrupa Konseyi ve AGİT üyesi olması işin başından bu yana birçok insanı hayretler içinde bıraktı...
Bu yaklaşımla yüzde 93'lük sonucun Azerbaycan'ı götüreceği yeri tahmin etmek asla zor değil.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish