Arjantin Güvenlik Bakanı Patricia Bullrich, 3 Ocak'ta televizyonlardan canlı yayımlanan bir basın açıklaması yaptı.
Bullrich, Buenos Aires'teki İsrail Büyükelçiliği'ne sadece birkaç metre mesafede bulunan uluslararası bir "terörist hücrenin" etkisiz hale getirildiğini açıkladı.
Javier Milei hükümetinin sosyal protestoları ezme konusunda "şahin" bakanı, Arjantin Federal Polis İstihbaratı "DRINCRI"nin Kolombiya, ABD ve İsrail istihbaratlarıyla koordineli bir çalışma yaparak farklı havaalanlarından ülkeye sızmaya çalışan terör hücresini ele geçirdiğini uzun uzun anlattı.
90'lı yıllarda Arjantin'in başkentte İsrail elçiliği ve Yahudi cemaati hedef olmak üzere 2 büyük bombalı saldırıyla sarsıldığı düşünülünce, bir saldırı tümüyle ihtimal dışı sayılamazdı.
İsrail'in büyük bir hayranı ve savunucusu olan Javier Milei, Bullrich'i tebrik etmekte gecikmedi.
Zaten Milei sadece bu konuyu değil, hemen her meseleyi bir "terör konsepti" olarak ele aldığından, güvenlik bakanıyla farklı bir yaklaşımda olması beklenemezdi.
Fakat bu iddiayı ortaya Bullrich gibi spekülatif bir kişilik atınca pek inandırıcı bulunmadı.
Zira Bullrich daha önce skandallarla son bulan birkaç hükümette buna benzer şovlar yapmıştı.
Askeri cunta döneminde radikal Peronist solun bir militanı olan ve pek çok arkadaşı diktatörlük tarafından kaybedilen bugünün aşırı sağcısı Bullrich'in hikâyesini burada anlatmak uzun sürer.
Ancak geçen hafta Bullrich'in "terörist hücre" operasyonuyla ilgili savcılık iddianamesi açıklandı ve 3 tutuklu da serbest kaldı.
Dosya açıklanınca ortaya çıkan ayrıntılar ise bakanın yüzsüzlüğünü ve yaptığı şovun gülünçlüğünü ortaya koydu.
Hikâye esasında "El Rubio" yani "Sarışın" lakaplı 50'li yaşlarda gerçek adı Juan Manuel Ledesma olan tuhaf bir adamın kurgusuna dayanıyor.
Bu arada adam gerçekten sarışın falan da değil.
Arjantin'de herkese bir lakap takıp çağırmak gibi bir adet vardır. Ama bu lakabın ona uygun olması gerekmez; zayıf bir adama "şişko", şişmana "sıska", gence "yaşlı" derler…
Ülkenin gözlerden uzak kuzey batı kesiminden, Catamarca'dan gelen bir yerli olan Rubio, Buenos Aires'te otellerde yatıp kalkan birisi.
Başkentte düşük dereceli oteller, pansiyonlar ve hostel gibi yerlerde ikamet eden bir tür sokak adamı: Kaldığı yerlere gelip gideni ilgiyle izleyen, onların ağzından laf almaya çalışan, satıcılar ve polislerle arasını iyi tutan, otelin işlerine yardım ederek güven kazanan ama bu arada çevresindeki insanların hikayesinden kendine tarih yazan ve hayatta başka da bir amacı olmayan bir insan.
Hikâye, aralık ayı ortasında İsrail elçiliğinin yakınındaki bir otelin müdürünün bu "Sarışın"a "Kolombiya pasaportuna sahip bir Suriye uyruklunun WhatsApp mesajıyla kimlik bilgilerini göndererek rezervasyon yaptığını" söylemesiyle başladı.
"Sarışın" bu "şüpheli" durumu Jandarma'da çalışan tanıdığı bir görevliye ve bir polis arkadaşına iletti.
Göçmen bürosunun kayıtlarına bakan bu çalışan, Suriye uyruklu Kolombiyalının daha önce Arjantin'e Venezuela pasaportuyla ziyarette bulunduğunu gördü.
Bu ayrıntı "Sarışın"ın kuşkularını daha da artırdı ve polis istihbaratıyla İsrail elçiliğine telefonla ihbarda bulunmaya başladı.
Fakat ihbarları dikkate alınmadı ve görüşme talebi kabul edilmedi. Çünkü "Sarışın"ın kendisiyle ilgili söyledikleri pek mantıklı görünmüyordu.
"Sarışın", gazeteci olduğunu, daha önce Ortadoğu ve Afrika'da rehine kurtarma operasyonlarında paralı askerlik yaptığını anlatıyordu.
Onu kimse dikkate almadı ama "Sarışın" hikâyeyi kurgulamaya devam etti.
Bir gün her zamanki kuaförüne tıraş olmaya gitti. Fakat usta orada yoktu.
Berberin nerde olduğunu sorunca dükkan sahibi, "başını belaya soktuğunu" çünkü ABD'den yeğeni tarafından gönderilen bir paketi almak için dükkanın adresini verdiğini söyledi.
Kuaför ona, gelmesi gereken ama gelmeyen paketin makbuzunu içeren bir WhatsApp mesajı gösterdi.
Fotoğrafta Yemen'den gelecek 35 kiloluk bir paket olduğu yazıyordu.
"Sarışın"ın okuduğu mesajda adamın kuaförden paketi unutmasını ve eğer biri gelip onu sorarsa görmezden gelmesini ve hiçbir şey almamasını istemesi de dikkatini çekti.
Böylece Catamarcalı yerlinin kurduğu senaryoya bir de berber eklenmiş oldu.
"Sarışın" bu paket olayını da ekleyerek başka ülkelerin istihbarat teşkilatlarına mesajlar attı ve sonunda gözaltına alındı.
Gözaltında verdiği ifadede berberle Suriye uyruklu Kolombiyalının hikayelerini birleştirdi.
İşin aslı ise şuydu: 67 yaşındaki Suriyeli 30 yıl önce Venezuela'ya yerleşmiş, orada çocukları olmuş.
Nihayetinde vatandaşı olduğu bu ülkeyi 10 yıl önce derinleşen krizde terk etmiş ve Kolombiya'ya yerleşmiş.
Ticaret yapmış ve Kolombiya vatandaşlığına geçmiş. Arjantin'e de masa tenisi üzerine bir salon açma fikriyle gelmiş.
Berberin hikayesi ise Bullrich'in "terör operasyonu"ndan 2 ay önceki bir dolandırıcılık olayına dayanıyor.
Berbere sosyal medyada tanıştığı bir kadın bir hediye göndermek istediğini söylüyor.
Kadına güvenmeyen adam ev yerine çalıştığı kuaförün adresini veriyor.
Fakat birkaç gün sonra kadın paketin gümrükte takıldığını 900 dolar göndermesi halinde ancak eline ulaşabileceği mesajını atıyor.
Adam bu parayı göndermeyince de onu Yemen'den bir terör paketi gönderip başını belaya sokmakla tehdit ediyor.
Berber de bu işin bir dolandırıcılık olduğunu anlayıp savcılığa şikâyette bulunuyor.
Kasım ayının sonunda polis eldeki gönderi belgesini araştırdığında sahte olduğunu anlıyor.
Ayrıca kuaföre giderek paketin gelip gelmediğini kontrol ediyor.
Dükkan sahibi polisten rahatsız oluyor ve kayıtsız olarak çalışan berbere "artık dükkana gelme" diyor.
Yani ne berberle Suriyeli birbirini tanıyordu ne de ortada Yemen'den gelecek bir paket vardı.
Üstelik polis tüm bu hikâyenin uydurma olduğunu başından beri biliyordu.
Eğer mesele sadece Sarışın'ın kendi çevresiyle kurduğu "oyun"la sınırlı kalsaydı gülüp geçebilirdik.
Ancak bu olay bir delinin hezeyanlarından öte bir ideolojik düşünme biçimi ve iktidar modelini yansıtıyor.
Birçoğumuzun "kim inanır buna" diyebileceği türden deli saçmaları toplumun üzerine misket bombası misali atılıyor.
"Sarışın" bu noktada sistemin ve toplumun "ihtiyacı olan" kurguyu üretiyor.
Yani aslında sistem için Javier Milei ne ise "Sarışın" da o.
Geçen hafta savcılık; Catamarcalı bir yerli, bir kuaför ve 67 yaşında bir Kolombiyalı tüccardan oluşan Bullrich'in "terör hücresi" dosyasını açığa kavuşturduğu sırada Javier Milei, Davos Zirvesi'ndeydi.
Milei'in sosyal medyada ilgi gören Davos konuşması da Sarışın'ın yaptığı kurgudan pek farklı değildi.
Tarihin ilk Liberteryen devlet başkanı, yaşadığımız dünyayı sosyalizm canavarının eline geçmiş bir kurban olarak gören vizyonunu Davos'un multi-milyarder konuklarına sundu.
Dünyayı yöneten bu kapitalist efendilere gezegenimizin sosyalizm canavarının elinde olduğunu anlattı.
Batı'nın kolektivizm ve sosyalizme kapı aralayan politikaları sebebiyle tehdit altında olduğunu söyledi.
Bunda o kadar ileri gitti ki sosyal demokrat, Hristiyan demokrat, Nazi, faşist, komünist, Keynesçi ne varsa hepsinin sonuçta aynı olduğunu söylerken batılı liderler onu şaşkınlıkla izlediler.
Size Batı'nın tehlikede olduğunu söylemek için buradayım. Dünyanın her yerinde, Batı'nın değerlerini savunması gereken liderler, kendilerini sosyalizme ve yoksulluğa yol açan bir dünya görüşünün etkisi altında buluyor. Son on yıllarda, bazıları her zaman var olan başkalarına yardım etme arzusuyla, bazıları da ayrıcalıklı bir kasta ait olma arzusuyla motive olan Batı dünyasının önde gelen liderleri, tüm sorunların nedeni olan sözde kolektivizm için özgürlüğü terk ettiler.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Okuduğu tek kitap olan Ayn Rand'ın "Atlas Silkindi" romanından pasajlarla süsledi konuşmasını.
Onun bildiği tek şiir kapitalizmin ve bireyciliğin yüceliğine övgüydü. Fakat bu abartılı kapitalizm övgüsü Davos'ta bile tuhaf karşılandı.
Neoliberalizmin zirvesinde dünyanın en zenginlerine köktenci piyasa görüşünü anlatırken sosyalizmin ve devletin kötülüğünü kabul ettirmeye çalışıyordu.
Milei'in konuşması güncel sağın tüm kanatlarının iddialarını tek bir torbada toplaması açısından ilginçti.
Fakat daha da ilginç olanı, batılı merkezlerde sermaye destekli üretilen politikaların bile başta medya olmak üzere etkili kurumları ele geçiren neo-Marksistler ve sosyalistler tarafından planlandığını söylemesiydi.
Bu sosyalistler radikal feminizmi ekonomiyi engellemek için devlet müdahalesine dönüştürmüşler.
Çevre meselesini yine onlar başımıza bela etmişler; hatta bu yüzden insan nüfusunu azaltmak için "kanlı kürtajı" savunuyorlarmış.
Neden Batı'nın tehlikede olduğunu söylüyorum? Çünkü özel mülkiyeti savunmamız gereken ülkelerde sosyalizme kapı açan kesimler var. Neo-Marksistler medyayı, üniversiteleri, kültürü ve uluslararası örgütleri ele geçiriyor. Neyse ki giderek daha fazla sayıda insanımız sesini yükseltmeye cesaret ediyor. Aksi takdirde, giderek daha fazla devlet ve daha fazla yoksulluk yaşayacağız.
Milei'in retoriği aynen "Sarışın"ın yaptığı gibi mevcut toplumsal çelişki ve çatışmaların tersinden yorumlanmasından ibaretti.
Örneğin Milei, kadınlar için oluşturulan kotaların eşitliğe aykırı olduğunu iddia ediyor.
Kürtajı ise devletin bedene müdahalesi olarak yorumluyor.
Oysa kürtaj, isteyenin kullanacağı ve sorumluluğunu üstleneceği bir haktan ibaret.
Ayrıca kürtajın yasaklanması bunun uygulanmasını ortadan kaldırmıyor.
Aksine denetimsiz ve ehliyetsiz ellerde yapılmasını teşvik ediyor. Bu sebepten Arjantin'de her yıl onlarca kadın hayatını yitiriyordu.
Kadın kotaları ve kadın bakanlığı ise feminizmin bir icadı değil: Kadınların erkeklerden çok düşük oranlarda eğitim olanağına sahip olmasının ve çalışma hayatında erkeklerden çok daha az ücret almasının bir sonucu.
Milei her ne kadar aşırılıkçı bir anti-sosyal figür olsa da iktidara gelmesi ardında güçlü bir blok olduğunu kanıtlıyor.
Kökten piyasacılar, neo-sağcılar, Elon Musk gibi spekülatif sermaye güçleri onun kampanyasına destek veriyor.
Milei'in şizofrenik hezeyanları; hak karşıtı, özellikle de cinsiyet temelli, sınıfsal ve ırkçılık gibi yapısal eşitsizliğe yönelik her türlü eleştiriye karşı kudurmuş saldırganlığı küresel sistemle uyumlu.
Uruguay eski devlet başkanı Jose "Pepe" Mujica'nın dediği gibi Milei "trajik bir çizgi roman karakteri" olabilir ama onun başlattığı bu süreç, insanlığın sadece sınıfsal anlamda değil topyekûn insan olarak haklarını yitirip köleleşmesiyle tamamlanabilir.
Borges kendi çağında "Tiranlık aptallığı özendirir" diyordu.
21'inci yüzyılda ise tiranlık toplumsal şizofreniyi tetikliyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish