Cumhuriyet rejimine geçişin 99. yılı kutlandı. Cumhuriyetle büyük kazanımlar elde edildiği ortada.
Öncelikle Türkler, ilk defa "Türklük" temelinde bir ulus devlete sahip oldular.
Osmanlı'nın tebaası ve padişahin kulları olan Anadolu Türkleri cumhuriyetle birlikte 'vatandaş' oldular.
Türkçe dili ilk defa cumhuriyetle resmileşti ve geliştirildi.
Osmanlı'da devlet bürokrasisinde Türkçe diye bir dil kullanılmıyordu. Yüzde 5'i Türkçe kelimelerden oluşan Osmanlıca kullanılırdı.
Bu alandaki kazanımlar dahi tek başına büyük bir kazanım değil mi?
Genel olarak okuma-yazma oranı yok denecek kadar azdı. Bu oran erkeklerde yüzde7, kadınlarda ise binde 5 civarındaydı.
Okur-yazarların çoğu da gayrimüslimdi. Okur-yazar oranının en düşük olduğu kesim de Anadolu Türkleriydi.
Tarihçi Prof. Halil İnalcık bu gerçeği şöyle belirtmektedir:
Anadolu köylüsü ve Türkmenlerin konuştuğu dil ile Saray'da ve devlet yazışmalarında konuşulan dil aynı değildi. Devlet dilini saray ve çevresine hâkim eğitimli devşirmeler konuşurken eğitimsiz Türk aracısız devlete derdini dahi anlatamıyordu…Atatürk dil devrimi dil de Türkçeleşme ile bu düzeni yıkıp Anadolu Türkü'nü devletin merkezine koymayı amaçlanmıştır.
Cumhuriyet dönemi ile Osmanlı'nın son dönemlerini karşılaştırmak cumhuriyet açısından haksızlıktır.
Cumhuriyetle başlayan gelişmeler geçmişle kıyas edilemez, diye düşünüyorum.
Matbaanın gelişine kadar Osmanlı döneminde 150 yılda ancak 500 civarında kitap basılmıştır.
Avrupa'da ise 1453-1850 yılları arasında yaklaşık 8 milyon kitap basıldığı iddia edilmektedir.
Fransız yazar ve filozof Voltaire (21 Kasım 1694- 30 Mayıs 1778), "İstanbul'da bir yılda yazılanlar, Paris'te bir günde yazılanlardan daha azdır!" demektedir.
Çöküş sürecinde Osmanlı, gelişmiş teknolojiden neredeyse hiç yararlanamıyordu. Traktör olmadığı için kara saban ve kağnı kullanılıyordu. Hayvanlar için nal üretiliyordu ancak nal için çivi ithal ediliyordu.
Matbaa getirilmişti ancak kullanılacak kâğıt dahi üretilemiyordu.
*
Siyasal anlamda da farklılaşma çok açıktır.
Cumhuriyetle başlayan modernleşme politikaları, Tanzimatla başlayan Osmanlı modernleşmesinden çok daha farklıydı. Artık çoğulcu toplum yerine egemen-etnik bir ulus devlet kurulmuştu.
Cumhuriyet Türkiye'sinden farklı olarak Osmanlı, çoğulcu, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dinli, çok etnisiteli ve zengin bir inanç çeşitliliğini korumayı başarmıştı. Çoğulculuğu zengin bir kültürel miras olarak cumhuriyete devretmişti.
Cumhuriyet elitleri, başlangıçta söz konusu mirası koruyarak farklı unsurlarla birlikte modernleşmeyi hedeflemişlerdi. En azından öyle biliniyordu. Kürtler de bu inançla destek vermişlerdi.
Esas olarak Osmanlı aydınlarının meşrutiyet ve modernleşme çabaları, cumhuriyetin Avrupa'da olduğu gibi çoğulcu ve özgürlükçü bir rejim olarak hayata geçeceğine olan inançtı.
Kürt elitlerinin Türk elitleriyle ittifakı da bu inanca dayanıyordu. Kürtler, cumhuriyetin kimlikleri için bir tehdit oluşturabileceğine ihtimal vermemişlerdi.
Çünkü 1789 yılında Fransa'da gerçekleşen devrimle mutlak monarşi kaldırılarak yerine özgürlükçü ve çoğulcu cumhuriyet getirilmişti.
Fransa'da başlayan özgürlük hareketi bu beklentilerle tüm dünyaya yayılmaya başlamıştı.
19'uncu yüzyılın sonları ve özellikle 20'nci yüzyılın başlarında modern çağın yönetim sistemi olarak 'cumhuriyet' kabul edilmişti.
Modernleşmenin başka yöntemi de yoktu. Bu bağlamda cumhuriyet, modernleşme için doğru bir tercihti.
Modernleşmeye direnmek yıkım demekti. Osmanlı da yıkılmaya yüz tutmuştu. Bu nedenle saltanattan cumhuriyete geçiş artık bir devrim olarak kabul görüyordu.
Avrupa'dan dünyanın diğer ülkelerine dalga dalga yayılan bu devrime karşı imparatorluk olarak direnmek mümkün değildi. Her coğrafyada ulus devletler cumhuriyet rejimi üzerinden inşa ediliyordu.
Osmanlı imparatorluğunun dağılması ve yıkılması sonucu coğrafyamızda da birçok devlet kuruldu.
Bir kısmı krallık ve sultanlık gibi monarşi yönetimini benimsediler. Türkiye ise yoluna cumhuriyet ile devam etti.
Evet…Monarşiden/saltanattan cumhuriyete geçiş doğruydu ve bir modernleşme projesi olarak da gerekliydi.
*
Cumhuriyetin altın tacı demokrasidir.
Demokrasiden yoksun bir cumhuriyet doğal olarak büyük sorunlara yol açacaktı. Türklük ve Müslümanlık dayatmasıyla, Türk olmayanlar ve gayri müslim unsurlar artık 'ana unsur' sayılmıyordu.
Bu dayatmayla en başta yaklaşık bin yıllık dost ve müttefik Türkler ve Kürtler ayrışmaya başladılar.
İstiklal mücadelesi sona erdikten sonra Askeri elitler çoğulcu projeyi rafa kaldırarak tekçi bir projeyi 1924 Anayasası ile yürürlüğe koydular. Farklı unsurlara asimilasyon dayatılırken Kürtler itiraz ettiler ve Kürtlerle kurulan tarihi ittifak da bozulmuş oldu.
Böylece Cumhuriyet projesi, evrensel ilkelere ve demokrasiye aykırı olarak farklı unsurları dışlayarak ve yok sayarak sadece Türk modernleşmesi olarak yürürlüğe konuldu.
Türkiye artık sadece "Türk yurdu", vatandaşlık da "Türk vatandaşlığı" olarak kurumsallaştırıldı.
Bu durum, Türkler için büyük kazanım olarak kabul edilirken diğer unsurlar için de büyük kayıp olarak görülmüştür.
Bu nedenle cumhuriyete itirazlar yükselmeye başladı.
Etnik dayatmaya ve asimilasyona itiraz edenler, cumhuriyete ve modernleşmeye karşı çıktıkları iddiasıyla "asi", "hain", "bölücü" ilan edildiler.
Oysa esas sorun; cumhuriyet ve modernleşme değildi. Kadim bir coğrafyada kadim halkların farklılıklarıyla ve haklarıyla yok sayılmasıydı.
Kürtler ve diğer unsurların, binlerce yıldır var oldukları kendi yurtlarında yok sayılmaları büyük bir trajediye neden olacaktı.
Örnek olarak, Osmanlı yönetiminde Kürdistan'da yönetim dili Osmanlıcayla beraber Kürtçeydi.
Medreselerde de eğitim dili olarak Kürtçe kullanılmaktaydı. Cumhuriyet ilanıyla birlikte sadece yönetim ve eğitimde değil, sokak ve köylerde dahi konuşulması yasaklandı.
Kuşkusuz bu uygulamalar cumhuriyetin gereği olamazdı. Ancak cumhuriyet projesi olarak uygulamaya konulmuştu. Farklı olana artık hayat hakkı yoktu.
-
Katliamlar, iç savaşlar birbirini izlemeye başladı.
Sorun, bugün de olduğu gibi halklar arasında değildi. Kurucu irade ile Kürtler arasındaydı. Çünkü Kürtler cumhuriyet projesine dahil edilmemişlerdi.
Çoğulcu olması gereken cumhuriyet otoriter ve tekçi bir istibdat yönetimine dönüşmüştü,
Esas olarak M. Kemal Atatürk, durumun farkındaydı. Endişelerini şu cümlelerle belirmektedir:
Vakıa bir meclis vardır, fakat dâhilde ve hariçte bize 'dictature' nazarıyla bakıyorlar. Hâlbuki ben Cumhuriyet'i şahsi menfaatim için yapmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o surette geçmek istemiyorum…
(ŞEHRİYAR- Osman Aydoğan
'Fethi Okyar'ın Anıları'',
İş Bankası Yayınları, 1999, s.103-104)
Demokratik kriterlerden yoksun bir cumhuriyetin ve modernleşme projesinin farklı kesimleri kuşatma şansı olamazdı. Bu nedenle askeri vesayetle yürütülmeye çalışıldı.
Vesayet dahi bazen yeterli olmadığı için doğrudan darbelere, muhtıra ve müdahalelere baş vuruldu.
Türkiye, bugün "tek adam" rejimi ile yönetiliyorsa, bu vesayet ve müdahaleler sonucudur.
Mevcut yönetimi "demokratik cumhuriyet" olarak tanımlamak ve cumhuriyet iddiasını istibdatla sürdürmek artık mümkün olmayabilir.
Ne yazık ki ikinci yüz yıla; çoğulculuğa, hak-hukuk ve özgürlüklere ve muasır cumhuriyetin vazgeçilmezi olan demokrasiye direnen bir yönetimle giriyoruz.
Ülkemizin cumhuriyet uygulamasından da anlıyoruz ki bir cumhuriyet demokratik olabileceği gibi, anti-demokratik de olabilir.
Monarşilerde de durum farklı değildir. Bir monarşi de demokratik olabilir. Kuşkusuz her kral veya her sultan zorba olarak tanımlanmadığı gibi yönetimlerini de "istibdat" olarak tanımlamak da doğru değildir.
Önemli olan bir yönetim sisteminin demokratik ve adil olmasıdır. Bizim monarşimiz de cumhuriyetimiz de demokratik ve adil olamadı.
2023 yılını Türkiye için demokratikleşme, muasırlaşma ve ilerleme için ikinci bir fırsat olarak görüyorum. Hep birlikte barış içinde ve hukuk güvencesinde yeniden var olabiliriz.
Bunun için de siyasal değişim zorunludur.
Bizim ihtiyacımız olan çoğulcu, özgürlükçü demokrasidir. Cumhuriyetin demokratikleşmesi durumunda muasırlaşma ve ileri bir ülke olma hayalimiz gerçekleşebilir.
Bütün çabalarımız, yüzüncü yılında başta Kürtler olmak üzere farklı unsurların da dahil olacağı çoğulcu-eşitlikçi bir siyasal proje ile cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak olmalıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish