20'nci yüzyılın en tanınmış, aynı zamanda da en tartışmalı düşünürlerinden biri olan Carl Schmitt bugün yaşıyor olsaydı "siyasal olanın kategorileri" üzerine ortaya koyduğu düşüncelerinin ete kemiğe bürünmüş halini görmek isteyenlere Türkiye'yi işaret ederdi sanırım.
Evet, düşünürün gözünde siyasal olanın kategorileri "dost-düşman" ayrımı üzerinden biçimlenir ki, herhangi bir dinsel, ahlaki, ekonomik, etnik ya da başka bir karşıtlığın siyasal karşıtlık halini alması ancak insanları dost ve düşman olmak üzere etkili biçimde ayırmasıyla mümkündür.
Schmitt'in siyasal kavrayışında düşman, rakip ya da hasım değil, insanlardan oluşan bütünlerdir.
Yani birbirlerine karşı mücadele eden insan topluluklarıdır. O halde dost-düşman ayrımının içi boş bir form, kabuk olduğu söylenebilir.
Söz konusu kabuk inanç, ideoloji, kimlik ya da herhangi bir şey temel alınarak doldurulabilir:
İnançlılarla-inançsızlar, şu din ya da mezhebe bağlı olanlarla olmayanlar, şu ideolojiye bağlı olanlarla karşıt olanlar, a takımını tutanlarla b takımını tutanlar gibi.
Siyasilerin söylemleri göz önünde bulundurulduğunda Türkiye'de "dost-düşman" ayrımının uzunca bir süredir kimlikler üzerinden biçimlendirildiği söylenebilir.
Kimlikler söz konusu olduğunda Türk siyasetinde en göze çarpan karşıtlığın "seküler-muhafazakâr" karşıtlığı olduğunu biliyoruz.
Geçmiş yazılarımda da zaman zaman değindiğim gibi, 1980ler'den sonra neoliberal politikaların egemen olmasıyla birlikte dünyamızda kimlik siyaseti yükselişe geçti.
Neoliberal politikalar bize daha adil, daha müreffeh, zengin bir dünya sunmadı. Neoliberal politikalar gelir dağılımında adaleti gözetmedi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Peki neoliberal politikaların egemen olduğu bir dünyada siyasiler neden söylemlerini kimlikler üzerinden kuruyorlar?
Bir ülkede gelir dağılımı bozuksa ister seküler ister muhafazakâr olsun herkes bu dengesizlikten etkilenir.
Bir ülkede işsizlik sorunu varsa ister seküler ister muhafazakâr olsun herkes bu sorundan etkilenir.
Bir ülkenin adalet mekanizmasında bir sorun varsa ister seküler ister muhafazakâr olsun herkes bu sorundan etkilenir.
Bir ülkede enflasyon sorunu varsa bu sorundan yalnızca seküler ya da muhafazakâr kesim değil, herkes etkilenir.
İtiraf etmek gerekirse bugüne kadar yanıt bulamadığım soruların başında şu soru geliyor:
Adalete ya da ekonomiye ilişkin sorunlar ve söz konusu sorunların çözümleriyle kimlikler arasında nasıl oluyor da ilişki kurulabiliyor?
Siyaset insanlarının görevi kimlikler üzerinden toplumu ayrıştırmak değil, toplumun sorunlarını çözmektir.
Adalet bir siyasal bütünün ruhuysa ekonomi de bedenidir. Sağlıklı bir siyasal bütün, adaletin ve ekonomik refahın bir arada egemen olduğu yapıda mümkündür. Siyasilere düşen de böylesi bir yapıyı kurmaktır.
Adaletin ve ekonomik refahın egemen olduğu bir yapı ise kimlikler üzerinden kurulan bir söylemle inşa edilemez.
Kimliklere dayalı siyasal söylem olsa olsa iktidar kavramı bağlamında bir anlam ifade eder.
Yani iktidara gelmek ya da iktidarda kalmak için toplumu kimlik siyasetiyle etkileme, yönlendirme bağlamında…
Oysa kanımca toplumun seçtiği siyasilerden beklentisi adalet ve refahtan başka bir şey değildir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish