Sessiz acı anlamına gelen Laleş, Mezopotamya topraklarında sıradan yüzlerce vadiden sadece biri.
Bu coğrafyanın her vadisinin bir hikâyesi var ama Laleş'in öyküsü bir başka anlatılır...
Laleş; nisan ayının "Sor Çarşamba"sında (Çarşema Sor) Tanrı'nın dünyaya ilk dokunduğu yer olarak kabul edilir.
Bu iddia tek başına Laleş'e karşı bir merak uyandırmaya yetiyor. Bu topraklarda sıkça anılan "Xwudan ve Ezdan" kavramları Laleş'te inancın temelini oluşturuyor.
Kendini yaratan anlamına gelen "Xwudan" tek tanrı inancının binlerce yıl önce Mezopotamya'daki varlığını ispatlıyor.
"Beni yarattı" anlamına gelen "Ezdan" ise Tanrı'ya kul olma inancını başlatıyor.
Melekler, nur, aydınlık, merhamet, bereket, iyilik, doğruluk, ahlak her dinde olduğu gibi Ezdan (Ezidi) inancının anahtar kelimeleri.
İslamiyet, Hıristiyanlık, Yahudilik'in, Zerdüştlerin, Ezdanların ve daha birçok inancın yan yana ve iç içe olduğu bu coğrafya görülmeye değer…
Bu dinlerin felsefesi, toplumlar arsında birliktelik içinde erdemli dostluklar kurabilmiştir.
Ortak toprakların sahipleri olduklarını hiç unutmadan, komşuluk ilişkileriyle birbirlerini tanımış, ticaret yapmış, dayanışma içinde varlıklarını korumuşlar.
Bu coğrafyada dinin siyasete alet edildiği zamanlarda, en barbar düşmanlıkların tarihi yazılmıştır.
Tarih boyunca barbarlar cürümlerini meşrulaştırmak için mazlumun kimliğini şeytanlaştırmıştır.
Hak edilmeyen ithamlar ve iftiralar çapulculara yağmanın talanın fırsatını sağlamıştır.
Kimlikler üstü insanlıkta; utancın şiddeti boyunları büker, ağıtın en ağır tonu çığlığın sessizliğinde Ezdanı Xuda ile baş başa bırakır.
Bu dinler arasındaki etkileşimi görmeden; isimleri, rengi, kokuyu, duayı benzeştirmesine kör ve sağır kalmak neyin kastı.
İnsanlığın etnik veya inanç kimlikleri farklı olabilir. Her kimliğin iyileri kendi aralarında görülmeyen bir akrabalık bağı ile sevginin okyanusunda, merhametin kucağında buluşur.
İşte bu nedenledir ki iyiler, bilmediği coğrafyaların acısını hissederler. Kötüler ise asla kimlikleri temsil etmemelidir.
Onlar hangi coğrafyada, hangi zamanda olursa olsunlar zihniyet akrabalıkları onları tekleştirir.
Beyinleri ışığa kapalı olan bu topluluk asla gerçekleri göremeyecektir.
Görülmeyene, gidilmeyene yabancı kalınınca, eksik ve yanlış bilgiler ötekini kolayca düşmanlaştırıyor.
Laleş vadisindeki mabet alanına girişte, birliği temsil etmek adına yalın ayakla yerleşim alanına geçiş sağlanıyor.
Birkaç katlı taş evlerin mimarisi orta çağ mimarisini andırıyor. Mabetlerin tepesinde, yedi katman üzerinde, dikey yönlü 24 hattan oluşan piramitli yapılar dikkat çekiyor.
Güneş altında ısınmış taş zeminlerde yürümek yerine duvar diplerinde dar gölgelere basmak tercih ediliyor.
Bir dut ağacının gölgesinde Laleş Ofis Sorumlusu Sayın Luqman Sulaiman Mahmood ile ilk görüşme sağlanıyor.
Görünürde hiçbir ayrıcalığı olmayan Laleş vadisinin neden önemli olduğunu soruyoruz.
"Xwudan'ın (Tanrı'nın) Dünya'nın oluşumunu başlattığı, birçok kutsal değerin buluştuğu, yaşadığı yer olması burayı kutsallaştırdığını" söyleyerek özetliyor.
Her din mensubunun kendi kutsal alanları için söyledikleri ile aynı olan bu açıklama; Laleş'i diğer inançların kutsal alanları gibi dokunulmaz kılmaya yetmeli.
Bir rehberin öncülüğünde Laleş mabet alanları geziliyor. Taş duvarlar ile örülü alanlar dar kapı ve geçitlerle birbirine bağlanıyor.
Bazı kapıların eşikleri öpülerek alana giriş sağlanıyor. Duvarlardaki karayılan figürleri dikkat çekiyor.
Karayılanı Hz. Nuh'un Gemisi ile ilişkilendiren hikâyesi; Ezdan inanç tarihini Nuh Tufanı'na kadar götürürken mazisini diğer semavi dinler ile birleştiriyor.
Laleş'teki mabedin en etkili alanı Şeyh Adî b. Müsâfir'in türbesinin bulunduğu mağara olduğunu söylemek mümkün.
Semavi dinlerin tüm peygamberlerine saygı duyan Ezdanlar; kendi inançlarında peygamberlik makamına yer vermemişler.
Tarihte önemli bir mütefekkir ve Ezdan din âlimi olarak bilinen Şeyh Adî b. Müsâfir'e gösterilen saygı ve ritüeller onu bir peygamber kadar değerli kılıyor.
1414 yılında bu durumdan rahatsız olan Halep Emiri, Ezdanları düzeltmeyi kendine görev sayıp Laleş'i yakıp yıkıyor.
Şeyh Adî b. Müsâfir'e ait kemikleri türbeden çıkartıp yakarak yok ediyor.
Şiddetin ve vahşetin hiçbir soruna tedavi olmadığı bir daha test ediliyor.
İmam Gazali'den etkilenen, Abdulkadir Geylani'nin övgüsünü alan Şeyh Adî b. Müsâfir'in fikirleri bu barbarlığın gölgesinden çıkamamıştır.
O halkını kötülüklere karşı hazırlıklı olmaları için itikatlarını güçlendirmeye çalışmıştır.
Bir metninde şöyle der;
Kötülüğün de yaratanı Allah'tır. Eğer Allah kötülüğün yaratanı olmasaydı Allah olamazdı.
Hayatın bir gerçeği olan iyilik ve kötülüğün birlikte yaşadığı bu dünyada iyilikte ısrarı öne çıkarır.
Ezdanlar kendi tabirleri ile 73 defa fermana (katliama) maruz kalıyor. Bu durum onları dar ve zor bir coğrafyada içlerine kapanmasına neden oluyor.
Mezopotamya'nın esas ve asil bir toplumu olan Ezdanlar (Ezidiler) azınlığa düşüyor.
Nerdeyse yüzyıllardır tüm eforlarını hayatta kalmaya harcıyorlar. Sürekli tehdit altında kalan bu toplum, en son IŞİD'in saldırılarına maruz kalıyor.
Bu saldırıya karşı Kürtlerden aldıkları desteği övgü ile anıyorlar.
Tarih boyunca yok edilmeye çalışılan Ezdanlar; ilk defa anayasal güvence altına alınarak siyasal temsil hakkı kazanıyor.
Dünya genelinde yaklaşık bir milyon, bölgede ise yaklaşık 600 bin Ezdan yaşıyor.
Mevcut dinler ile birlikte dünyada yayılan, ateizm, deizme ve agnostik düşünceye karşı aldıkları önlemler kırsal düzeyde kalıyor.
İnsanların doğdukları coğrafya, yaşadıkları kültür, içinde büyüdükleri inancın tanrı tarafından belirlendiğini, buna müdahale edilmesini ret ediyorlar.
Herkesin kendi coğrafyasında, kültürünü ve inancını yaşamasını savunuyorlar. Onların bu yaklaşım tazını karşıtları onlara asla sunmamış.
Ezdanlarda korku, şiddet ve ikna yolu ile din değiştirmek veya inançlarını gizli yaşamak onları tarih boyunca azaltmış durumda.
Kutsal metinleri Kitâbü'l-Celve'de; "Her zaman bir hâkim vardır ve bu benim vekâletimle olur. Dünyanın reisi her yüzyılda değişir. Öyle ki her bir reis kendi çağında ve yerinde görevini icra eder" diye hatırlatıyoruz.
Onlar; "tarih boyunca dünyaya hâkim oldukları bir yüzyıl olmadığını, dünyaya hâkim olanlarla anlaşmaya çalıştıklarını, yinede şiddete ve katliamlara maruz kaldıklarını" açıklıyor.
2014 yılında başlayan vahşetin etkileri geleceğe dönük kaygılarını artırmış.
Geriye kalan toplulukları ile yurtlarından göç etmeden, inançlarını gizlemeden yaşamak istiyorlar.
Çevrelerinde bu güveni verecek ne bir ortam ne de bir medeniyet var. Apaçık bir şekilde bu kültürün tarihe karışacağına şahitlik ediyoruz.
Sayın Luqman Sulaiman Mahmood; Laleş'te Ezdan itikadını anlatan bir eğitimci.
Yazılı bir tarih ve edebiyat yerine sözlü tarih ve edebiyatı kullandıklarını söylüyor.
Saldırılar karşısında hayatta kalamaya çalışan bu kültürün yazılı tarih ve edebiyatı gelişmediği anlaşılıyor.
Kendi haklarında yazılı olanların çoğunun Ezdan (Ezidi) olmayanlar tarafından kaleme alındığını, bu yazılı metinlerin içinde birçok yanlış bilgi olduğunu belirtiyor.
Ezdanların (Ezidilerin), tanrı tarafından indirildiğine inandıkları kutsal bir kitapları bulunmuyor.
Şeyh Adî b. Müsâfir'e (öl. 1162) atfen yazılmış Mushafa Reş ve Kitâbü'l-Celve kutsal metinlerden oluştuğuna inanılıyor.
Kendileri ile semavi dinler arasındaki farkı soruyoruz. Luqman Sulaiman Mahmood şöyle özetliyor:
Semavi dinler dua ederken önce kendileri sonra inandıkları dinin mensuplarını anarak iyilik isterler. Biz ise önce tüm insanlığa sonra da kendimiz için dua ederiz.
7 bin yıllık bir tarihe sahip olan Ezdanların ibadet ve ritüelleri semavi dinlerinkine benziyor.
Başta Şeyh Adî b. Müsâfir olmak üzere önemli din âlimlerinin orta çağ İslam âlimleri ile akran olmaları dini terminolojilerinde İslami terim ve kavramları çoğalttığı söylenebilir.
Reenkarnasyon veya ruh göçü, Ezdan toplumunda ki kast sistemi Güneydoğu Asya dinleri ile ortak özellikler taşır.
Şeyhler, pirler ve müritler arasındaki mesafe günlük hayatta anlaşılmasa da saygı, maddi kazanımlar ve evlilik kararlarında sınıfsal farklar ortaya çıkıyor.
Sosyal yapı içerisindeki kast sistemi ve katı kurallar; Ezdan inancının yayılansını, genişlemesini ve aktarımını kısıtlıyor.
Ezdanlar için kutsal kabul edilen melekler arasından Melek-i Tâvûs, ilk yaratılan en bilge varlık olarak kabul ediliyor.
Onun tanrı tarafından yeryüzünü ve onun içindekileri yaratması ile görevlendirildiğine inanılıyor.
Meleklerin Âdem'e secde hikâyesi anlatılırken; Xudan'ın melekleri imtihan ettiğini, Melek-i Tâvûs'un Âdem'e secde etmeyerek Xudan'ın takdirini kazandığını ve taltif edildiği belirtiliyor.
Hz. Âdem'in cennetten çıkarılış hikâyesi yasaklanmış buğdayın yemesi üzerine kurgulanıyor.
Anlaşılan o ki aynı hikâye; iklim, topografya, ekonomi ve kültüre göre farklı figürler kullanılarak çoğaltılmıştır.
Yaratılış hikâyeleri bu kadar birbirine benzerken hangi tanrı adına insanların cürüm işleyebileceğini kim açıklayabilir.
Herkesin hikâyesinin kendisi için doğru olmasının ne zararı olabilir. Ötekisinin hikâyesine savaş açan sadist ve narsisleri tanımak lazım.
Manevi değerler vitrine konularak işlenen cürümlerin makul bir açıklaması hiçbir zaman olmadı.
Dünya, yaşam tarzında hızla tek tipleşirken Laleş vadisi de bundan nasibini almış görünüyor.
Teknolojinin çok fazla girmediği bu yerde ikamet eden çok az sayıda Ezdan (Ezidi) yerel kıyafetler giymiş, çıplak zeminde bağdaş kurarak oturuyor.
Laleş yüzlerce yıldır Ezdanların Hac mekânı olarak kullanılıyor. Laleş dışından gelen bu dinin mensupları kaybettikleri, azatlıkları veya değiştirdikleri itikat ve yaşam tarzlarını, mekânın manevi gücü ile gidermeye çalışıyor.
Ezdanlar Güneş'i namazlarında Kâbe olarak kullanıyor. Allah'ın nuru, hayatın kaynağı, dünyanın aydınlığı olan güneşe sabah ve akşam vakitleri yüzlerini dönerek namaz kılıp dua ediyorlar.
Laleş'te gün bitmek üzere, onlar kâbeleri olan güneşe dönüp dua etmeyi beklerken biz Laleş'ten çıkmaya çalışıyoruz.
Yalın ayakla arabaya binerken ayakkabılar giyiliyor. Başlangıçta ayak tabanlarında hissedilen huzursuzluk, zihinlerde cevaplanmayan soruların esaretinde kalıyor.
Laleş... Burada görkemli bir mabet yok. Mezopotamya'da öylece bir vadi de değil, taşların altına, duvarların arkasına anlatılması zor öyküler saklanmış.
Taş duvarların gölgesine yaslanmış her yaşta Ezdan'ın mimikleri; korkuyu, öfkeyi, merhameti ve endişeyi önüne döküyor.
Mezopotamya'nın ortak duası bu vadiden arşa yükseliyor:
Yarabbi!
Fırsendê nede destê zalıman
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish