Gorbaçov'un Sovyetleri dağıttığı salon (7)

Prof. Dr. Ahmet Özer Independent Türkçe için yazdı

Sovyetlerin dağılmasına karar verilen salon

1917 Ekim devriminden sonra beş yıl iç savaş yaşandı Sovyetler Birliğinde, ardından 1922 yılında birlik kuruldu. Uzun yıllar sosyalist kampın başını çeken Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), 45 yıllık soğuk savaşın ardından dev bir kaya parçası gibi dağılıp gitti.

Bu dağılma dünyanın bütün dengelerini alt üst etti. Size bugün Mihail Gorbaçov'un Sovyetleri dağıttığı Kazakistan'daki o tarihi yerden, Dom Durujba'dan bahsedeceğim.   

Kazakistan seyahatimde ilgimi çeken yerlerden biri de Dom Durujba denilen bina ve bu bina da yer alan bir salon oldu. Bu binaya aynı zamanda çeşitli etnisitelerin derneklerinin bulunması sebebi ile Doslık/Dstluk Evi de deniyor.

Yanımda bir ekiple birlikte burayı ziyaret etmek için gittiğimde değişik duygular içindeydim. O zaman daha Nadir Nadirov ve Kinyas İbrahim sağdı.

Önce Kinyas İbrahim'i buradaki başkanlık makamında ziyaret etmeye karar vermiş, ardından da bu tarihi binayı ve diğer halkların yerlerini ziyaret etmeyi planlamıştım. 

Kinyas İbrahim Mirzoyev'i buradaki makamında ziyaret ettik. Uzun bir sohbetten sonra ben, Kek Kinyas, Narin, Vekil, Casim, Salih birlikte kalkıp burayı, Mala Gela denilen bu yeri, diğer adıyla Dom Drujba'yı gezdik. İlk olarak tarihi bir salona aldılar beni. 


Gorbaçov'un sandalyesi

"Burası tarihi bir yer" diyor salonu gösteren yanımdaki arkadaş. "Neden?" diye sorunca, "Çünkü Sovyetler Birliği'nin dağılma kararı bu salonda alındı" diyor.

Şaşırıyorum "Nasıl?" demeye kalmadan Mirzoyev devreye girip anlatıyor:

İşler kopma noktasına geldiğinde Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov buraya geldi. Bütün cumhuriyetlerin sekreterlerini bu salonda topladı ve onlarla burada konuştu. Bu esnada sert tartışmalar oldu, uzun çekişmeli saatler geçirdiler. Sonunda Gorbaçov ve onu destekleyenler Sovyetlerin dağılmasına neden olacak değişimlere itiraz edenleri burada ikna ettiler. Kendisi de bizatihi burada oturuyordu o sırada...


Mirzoyev, bu sözlerle Gorbaçov'un o esnada bu masada oturduğu sandalyeyi gösterdi. Tam önümde duruyordu. "Buyur o tarihi sandalyeye sen otur" dedi.

Şaşırmıştım. Ben de bu öneri üzerine geçip Gorbaçov'un o tarihi anda oturduğu sandalyeye oturdum. 
 

 

Aytmatov ve Issık Gölü forumcularının ziyareti

Tam o esnada her nedense Zülfü Livaneli'nin, Yaşar Kemal ile birlikte Gobaçov'u ziyaretleri aklıma gelmişti.

1986 yılında, aralarında Yaşar Kemal, Arthur Miller, Alvin Toffler, Peter Ustunov gibi dünya çapında tanınmış bir grup aydın Cengiz Aytmatov'un daveti ile Kırgızistan'ın Issık Gölü kıyısında bir araya gelirler.

Aytmatov daha sonra, grubu Kremlin Sarayına götürerek arkadaşı Gorbaçov ile tanıştırır. Grup ile genel sekreter arasında iki buçuk saat süren bir sohbet gerçekleşir.

Gorbaçov bu deve dişi gibi dünya çapındaki sanat ve entelektüel dünyanın seçkinlerinden etkilenir.  Hayat kendi akışınca devem eder, bildiğimiz gelişmeler yaşanır ve 1991 yılında SSCB dağılır.


Gorbaçov'un sözleri ve sarsılan dünya

Yıllar sonra, 1996 yılında Amerikan C-Span televizyonuna verdiği mülakatta ve Harvard Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada Gorbaçov'a değişime nasıl giriştiği sorulur.

O değişimin fitilinin bir toplantı ile ateşlendiğini belirtir. Herkes hayret ederek "Nasıl?" diye sorar. Gorbaçov, şöyle yanıtlar:

Arkadaşım Aytmatov Issık Gölü forumcuları ile buluşmamı istedi. Çok meşguldüm, ama onu kırmadım, 'tamam' dedim. Derken geldiler. Kremlin'deki ofisimde onlarla birlikte birkaç saat geçirdik. O toplantıda aynı şeyleri düşündüğümüzü gördüm. Hepimiz yeni bir dünyaya adım attığımızı belirttik; bunun nükleer tehdit ve çevresel felaketlerle yüklü bir dünya olduğunu, artık hep birlikte idrak etmeliydik.

Bu yüzden evrensel değerler son derece önemli bir hale gelmiş ve bu değerler ulusal çıkarların önüne geçmişti. En azından benim ve bizim için bu böyleydi. O zaman bunları söylemek hiç alışılmadık ve geleneği sarsan düşüncelerdi. Bunları belirtilmek kurulu düzeni sarsmak anlamına geliyordu. Nitekim bunlar yayınlandığında Marksistler 'Genel Sekreterin söyledikleri ihanet anlamına gelir' demeye başladılar. 1

Ne ki cin şişeden çıkmıştı bir kere.  

İşte o toplantıdan üç-dört yıl sonra Gorbaçov'un "perestroykası" gelip bu salona dayanmıştı. O tarihi salonu taradı gözlerim. O tarihi anları düşündüm.

Dünyanın gidişatını değiştiren tarihi bir mekânda yer alıyordum şimdi. Evet nasıl ki kurulurken dünyayı sarsmışsa Sovyetler, dağılırken de sarsmış ve dünyanın gidişatını değiştirmişti.


Sovyetlerden tek kutuplu dünyaya

Sovyetler dağılınca dünya liberal bir denizin içinde kaldı. Sağda solda kalan Küba gibi sosyalizm adacıkları da zamanla su aldı. Böylece ABD tek kutuplu dünyanın tepesine oturdu.

Askeri jandarmalıkla birlikte kültürel hegemonya kurdu ve ticari dolaşımı kamçıladı. Mal, hizmet ve insanlar bir açık kapı politikası ile dünyaya dağıldı, dolaştı. Yeşil dolarlar, Holivud filmleri ve İngilizce dili bu noktada başrol oynadı. 

Sınırlar ekonomik olarak ortadan kalkınca dolaşım hızlandı. Zaten 1960'larda Çok Uluslu Şirketler (CUŞ'lar) ortaya çıkmış, 1980'lerde de uzayda uydularla iletişim devrimi gerçekleşmişti.

Bu sayede internet dünyaya hâkim olmaya başlamış, 1990'da da Sovyetler dağıldığında liberalizm egemenliğini tamamen ilan etmişti. Böylece, dünya küreselleşme denilen yayılmanın hakimiyetine girmişti. 


Yeni kutuplar ortaya çıkıyor

Ama kısa süre sonra bu yeni dünya düzenin de dünyaya ve onun üzerinde yaşayan insanlara mutluluk getirmediği ortaya çıktı. Nitekim bu süreçte, zenginler daha zenginleşirken yoksullar daha da yoksullaştı.

Çin, Rusya gibi yeni kutuplar yeniden ortaya çıktı. Şimdi tam da o boşluk yaşanıyor. Dünya nereye gidecek, üstünde bulunduğumuz gemi nereye savrulacak, bilmiyoruz.

İşte bütün bu gelişmeleri, Gorbaçov ve arkadaşlarının şimdi içinde bulunduğumuz Dom Drujba binasındaki o tarihi salonda verdikleri karar ateşlemişti.  


Tarihin fısıldaması

O ana gitti aklım. Tarihin gidişini değiştiren bir yerdeydim. Heyecan vericiydi. Bu sözlerin ışığında yeniden baktım salona: Geniş ve yuvarlak bir salon.

Gotik ve Rus mimarisi karışımı bir dizayn. Yuvarlak salonda iki metre aralıklarla sütun biçiminde tavana yükselen çizgilerle yukarıda kubbede birleşen sütunlar.

Yuvarlak duvarı tavana bir eğimle çıkmadan önceki yerde çepeçevre iki çizgi sarıyor her yanı. Bu sütunların arasına aralıklarla yerleştirilmiş desenler var. Duvarların rengi bej, üstünde yer alan yuvarlak, kare ve dikdörtgen şekiller yeşil ve mavi çizgilerle donatılmış.

Anlayacağınız görkemli bir salon. Asıl görkem ortadaki masada tabi. Salonun tam ortasında yuvarlak büyük bir masa yer alıyor. Ortası boş. Yaklaşık 50-60 kişinin oturabileceği renkli güzel bir masa var. Etrafında oturanların birbirlerinin yüzünü rahatlıkla görebileceği bir düzene ve dizayna sahip.

Bizim oturduğumuz yerin tam arkasında Rusça ve Kazakça yazılmış dikdörtgen biçiminde büyük bir afiş asılı. Bu yazılar ve yapılar buranın tarihi işlevini yansıtıyor, daha doğrusu tarihte oynadığı rolü fısıldıyor adeta.

Düşünüyorum. Sonra Gorbaçov'un oturduğu o tarihi anlara tanıklık etmiş sandalyeye oturduğumda sağıma Kinyas Mirzoyev, Welat, soluma Narin, Salih ve Casim oturuyor.

Lenin'in bir sözü geliyor aklıma;

Tarih yapana göre değil, genellikle onu yazan ele göre şekillenir ve okunur.

Neden mi öyle düşünüyorum. Çünkü yapılanla yazılan, anlatınla vuku bulmuş olan her zaman aynı olmayabiliyor. 


Sovyetler neden dağıldı? 

Sosyalizm neden başarısız oldu? Bir daha gelir mi?  

Onu dağıtanlar sosyalist oldukları halde neden korumak yerine hızla dağıtmak, bitirmek yolunu seçtiler?

Gorbaçov bu atağa kalktıktan sonra ülkenin başına gelecekleri tahmin etmiş miydi? Sorular, sorular... Ve bu masanın etrafında oturanlar acaba o an ne düşünüyordu ve ne hissediyorlardı?

Sevinçli miydiler koca birliği dağıttıkları için, yoksa bir düzeni yıktıkları için üzgündüler ya da gidenin yerine tam olarak neyin geleceğini biliyorlar mıydı, yoksa bilmiyorlardı?

Muhtemelen bilmiyorlardı.

Sonunda herkes bulanık bir belirsizliğin içinde oradan oraya savrulmuştu.

Bunları bilmedikleri için hüzünlü müydüler, ya da bazı yöneticilerden ve yapılanlardan çok çektikleri için bir an önce yıkıp yeniyi kurmanın telaşı var mıydı?

Bu adamlar ya da o zamanki sosyalistler, komünistler komünizme ne kadar inanmışlardı? Sosyalizm düşüncesi dünyalarını nasıl şekillendirmişti ki işler buralara kadar gelmişti?

Bütün bunların gerçek anlamda bilmiyoruz. Sadece bize denenleri, belki de bizim bilmemizi istedikleri şeyleri biliyoruz o kadar... 


Zamanın ruhu

Zaman akıyor, dünya değişiyordu. Biz bu tarihi salonunun görkemi ve tarihi işlevinin anaforundaydık. Belki de sadece ben öyleydim. Çünkü onlar bunu defalarca yaşamış, bu salona daha önce defalarca girip çıkmıştı.

O yüzden heyecanlarını kaybetmişlerdi. Ben ise duyduklarım karşısında heyecanlanmıştım. Nasıl heyecanlanmayaydım ki, benim de yıllar önce, yıllarca "çaldığım davulun" sesi burada "kırp" diye kesilmişti. Burayı ve bu kararın burada alındığını ilk defa duyuyordum.

İlkler zordur. Bazen çarpıcı, bazen de sarsıcıdır.
 

 

Hal böyle olunca biraz önce makamında Kinyas ve Narin'e hediye ettiğim kitapların bu salona getirilmesini ve burada verilmesini önerdi Narin. Bu fikir benim de hoşuma gitti.

Birileri kitapları getirmek için hemen gitti, alıp getirdi. Sırayla Kinyas, Narin, Wekil ve diğerlerine kitapları bu tarihi salonda verdim. Karşıdan fotoğraf çekiyorlardı ve ben Gorbaçov'un Sovyetleri dağıttığı masada, onun oturduğu sandalyede dostlarıma kitaplarımı imzalıyordum. 
 

 

İlk Kinyas İbrahim Mirzoyev'e, onun da konumuna uyacağını düşündüğüm, "Beş Büyük Tarihi Kavşakta Kürtler ve Türkler" kitabımı imzaladım.  

Ardından, Narin'e, bizim ailenin uzun serüvenini, Karacadağ'dan ta buralara kadar süren macerasını anlatan, Altın Kalem Ödülü de almış olan, "Köklere Yolculuk" kitabımı hediye ettim.
 

 

Bu yolculuktan ziyade sürgünler tarihi idi. Bu sürgünde sosyalizmin daha doğrusu Stalin gibi sosyalistlerin günahı çoktu.

Şimdi artık Kazakistan parlamentosunda milletvekili olan Wekil'e gençliğini ve yüklendiği sorumluluğu düşünerek "Dağ Sancısı" romanımı verdim.
 

 

Bu romanda dağa çıkmış bir gencin yaşamı anlatılıyor.

Bir zamanlar sosyalizmin biçimleri konusunda neden ölüme varacak şiddetli çatışmalar yaşandı?

Biri diğerine neden goşist, sosyal faşist ya da revizyonist diye saldırıyordu? Bütün bunlar bu masada oturanların neden umurunda olmamıştı?

Son olarak, bir üniversite mensubu olan Casim'e ise "Derin Üniversitede Bir Profesörlük Öyküsü" kitabımı verdim. Bu kitapta bir bilim insanının kimliğinden dolayı nasıl sürüldüğü, eziyet gördüğü anlatılıyordu.
 

 

Evet, sosyalist fikirlerden dolayı nice aile dağıldı, nice insanlar acı çekti. Ama sonunda, onu kuranlar, bu odada onu dağıtmıştı. 

Dünya dönüyordu ve bir halk Kafkaslarda, Sibirya'da Alatau Dağları'nın eteklerinde bir yaşam kurmaya çalışıyordu.

Dünya zincirlere vura vura dönüyordu ve devran işlemeye devam ediyordu hala. O halk, Sibirya'nın eteklerinde bir gelecek, bir vatan arıyor şimdi. Bu yüzden onlara dair "Vatanını Arayan Halk, Kazakistan Kürtleri" diye bir kitap yazdım.

O kitapta onların bu acılı yaşamları yer alıyor.
 

 

Şimdi soruyorum:

Bu dünya daha ne kadar dönecek böyle zulüm ve zillet ile?..

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU