Türkiye’nin iç ve dış dinamiklerini derinden etkileyen çözüm süreci, hızla değişen gündemiyle tartışılmaya devam ediyor.
Independent Türkçe Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek, araştırmacı gazeteci, yazar Faik Bulut ile gelişen sürecin ayrıntılarını konuştu.
Herkesin merak ettiği soru ile başlayalım: Neler oluyor?
Gelişmeler çok hızlı. Baya hızlı, yetişemiyoruz. Hatta saatlerin değerine değişiyor.
İyi bir şey mi kötü bir şey mi?
Belli ki geçmiş tecrübelerden ders çıkarılmış. Mesela adı çözüm değil. İkincisi, yani Bahçeli malum görüşmeden sonra iyi bir söz söyledi.
Ahmet Türk'ün söylemlerine baktığınız zaman, demeçlerine baktığınız zaman çok umutlu, iyimser. Fakat benim kafamı gazeteci olarak, yorumcu olarak bir şey hep aklımı karıştırıyor. Yani bazı soru işareti var. Ben bunun cevabını henüz bulamıyorum: Hikmeti nedir? Tabii ki sürecin iyi gitmesi de güzel. Peki, nereye doğru?
Bazı şeyler de duyuyoruz Ankara'da. Hava iyi, ortam iyi. Toplumsal bir karşılığı da var. Geçen gün bir ankette MHP'den yüzde 29 buna onay vermişler. Yüzde 59 da genel anketlerde bu meselenin çözülmesini istiyor.
Korku eğer yani korkuya kapılan veya Hükümet AK Parti karşılığı üzerinden değil de ülke güvenliği açısından, ülke geleceği açısından rezerve olan insanlar çözümü gördüklerinde gerçekten devletin bu noktadaki yaklaşımının esas sonuç alacağını gördüklerinde silahın bırakılmasını gördüklerinde onu büyütürler.
O ayrı bir şey zaten onda bir sıkıntı olmaz. Ama sıkıntı, bu sürecin sağlıklı ilerlemesi. Şimdi bu sıkıntı değil de sonuçta belli ki format değişmiş. Yani Oslo sürecinden ve daha sonraki açılım sürecinden farklı bir format. İnisiyatif hükümetten çıktı, devletin eline geçti. Bu çok önemli. Ama bunun karşılığında da özellikle kandil henüz bir şey söylemiyor. Yani "Olmazsa böyle yaparım, böyle yaparım" diye bir şey yok. Onlar da süreci bir gözlemliyorlar.
Ama şeyi DEM Parti'yi pasif görüyorum. Yani sanki arkada kalmış; bekliyor, görüyor. Ama inisiyatifi onlar aldı. Sırrı Süreyya Önder, Ahmet Türk ve Pervin Buldan inisiyatif aldı. Bu seçim de ilginç bir seçim. Çünkü daha önce üçü de bu gibi görüşmelere katılmışlardı.
Ama devletle kavga ederek değil. Bunu suhuletle ve sükunetle çözmeyi, hele hele Ahmet Türk gibi bilge birisinin son anda devreye girmesi… Öcalan devleti iyi tanıyor. Öcalan devlet aklını çok iyi okumuş.
Ahmet Türk'ün heyette olması mesela bunun bir yansıması, öyle değil mi?
Tabii, Ahmet Türk de yani ağabeyimizdir. Bizim onunla ayrıca bir ağabey kardeş hukukumuz var. Bunu iyi biliyorum. Ahmet Türk, bilgiliyi temsil ediyor. Diplomat, klasik diplomat değil. Peki, çok tartışılan bir şey var ya işte.
Peki, şu çok tartışılan bir şey var: "Ahmet Türk'ün yerine kayyum atadınız, ama Ahmet Türk heyette…" Bu, aslında formatın kendisi değil mi?
Formatın kendisi ama devlet (hükümet, yönetim) şu yanlışı yapmamalı: Şimdi isim vermeyeceğim ama cumhurbaşkanının danışmalarından birisi, "Biz kayımı bile terörle mücadele kapsamında yapıyoruz" diyor.
Yani her şeyi terörle mücadeleye endekslemiş. Terörle mücadeleyi endekslemeden yani olayın zeminini hazırladığın zaman o terör dediğiniz şey yani şiddet dediğiniz şey ortadan kalkar. Yavaş yavaş sönümlenir. Ama sürekli sürekli birisinin üstüne gittiğiniz zaman problemlidir ama Devlet daha önce tek taraflı düşünüyordu. Yani Bahçeli'nin ilk açıklamalarına baktığımızda, "Öcalan gelsin, parti meclisinde konuşsun" şeklindeydi.
Sonra formatı değiştirdiler, görüşmeler oldu. "Sonra devreden çıksınlar, biz gerisine bakarız." Tersine yine devlet, karşısındakini muhatap aldı. Daha önce şöyle düşünüyordum, "çünkü olmazsa ezeriz" diye. Devlet şöyle, baktı ki sürekli ezmekle olacak şey değil. Yani sürekli ezdiğin bir Kürt'ü karşına oturtursan ne istiyorsun demez. "Sana şunu, şunu veririm" der. O Kürt de zaten ezilmiş, dayağı da yemiş. "Ağabey, ağanın eli tutulmaz" diyor…
Bu değil. Yeniden, bir düşünüldü, taşınıldı. Bu sefer muhatabı da çok büyütmemek lazım. Karşı taraftan birileri; 3 kişi. Bu 3 kişinin 2'si gayet tecrübelidir: Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder. Sırrı Bey zaten gerek İmralı görüşmelerinde malum Kandil'le şey arasına gidip geliyordu.
Süreç başarısız olsa Sırrı Süreyya Önder'i tekrar hapse koymasınlar?
Hani derler ya "Osmanlı'ya güven olmaz falan". Bugün böyle değil, yarın öbür gün süreç başka olursa… Onun ne olacağını bilemiyoruz ama eğer sürecin başarılı olması isteniyorsa, burada deyim yerindeyse reformasyona, yani reformasyona derken ortak noktayı kimler bulabilir? Aşırılar bulamaz. İki uç bulamaz. Hiçbir zaman bulunmaz.
Peki, bu sadece iç mesele değil mi?
Hayır. Ben bunun çok aktörlü olduğunu düşünüyorum. Ben sadece o başlangıçta Bahçeli'nin "Ben görevliyim" diyerek ortaya atılması ve cesaret göstermesi -ki bu şeylerde aklın yanı sıra cesaret de gerekiyor- sadece bir iç meseleden kaynaklanmadığını, Türkiye'nin dostları diyelim Amerika -çünkü bunu bir ara işitmiştim.
Beyaz Saray'ın oradan gelen birisiyle uzun bir görüşme yapmıştım. Bunu da ilk defa açıklıyorum. Diyor ki "Türkiye ve Ortadoğu karışacak. (Bu Halep olaylarının henüz olmadığını süreçte) CHP şaşkın vaziyette. Şu meseleyi içinizde çözerseniz, kendi aranızda hallederseniz çok iyi olur. Bölgeye de yararı olur, size de yararı olur" demişti.
Hatta o gelen öneriler Türkiye'nin müttefiklerinden gelen "Yarın o bir gün büyük Türkiye istiyorsanız bunların hamiliğine de soyunabilir" şeklindeydi.
O zaman PKK'nın silahsızlandırılması, uluslararası anlamında da kabul gören bir yaklaşım, diyebilir miyiz?
Başından var da ama bu resmiyet kazanmış olacaktır. Şartları bilmiyorum ama Öcalan, açıklamasında şunu çok rahat söyleyebilir: "Bir, Türkiye'ye yönelik hiçbir eylem olmaz, olmamalı. Türkiye'dekiler tümüyle çekilsin diyecek" diyebilir.Diğer kısımlar biraz tartışmalıdır. Hani Rojava ile ilgili meseleler...
Peki, şimdi herkesin böyle merak ettiği bir şey var. Tabii kamuoyunu açıklamaya birçok mesele var ama, geçmiş dönemde, 90'lardan itibaren baktığımızda birinci sıkıntı, devlet içerisindeki refleksin çarpışmasıydı. Yani mesela geçmiş dönemde, devlet içerisinde açık konuşmak gerekirse, MİT ile emniyet istihbarat ve asker arasındaki bir uçurum farkı vardı.
Evet, gazeteci olarak izlemiştim. Doğru böyle.
Onu ayrıca soracağım…. İkincisi işte Fetullahçıların yapısı vardı. Üçüncüsü uluslararası güçlerin meselesi vardı. Şimdi sanki mesela devletçi aktörlerde o geçmiş dönemdeki ayrışmayı çok görmüyoruz. Bir ortak akıl görüyoruz. Fetullahçılarçok fazla yok. Uluslararası anlamında da böyle çok karşılıklı olmayacaksa meselede umutlu olmak biraz daha yakın değil mi? Nedir o? Geçmiş dönemde neydi mesela çarpışma?
Çarpışma şuydu: Bu iş, ta 10-15 sene önce MİT'in İstanbul'daki şubesi diyelim yetkilileri Ahmet Türk, Dr. Kemal Parlak, örgütün Marmara bölgesi sorumlusu ama içeriden çıkmıştı artık, legalleşmişti… Sırrı Sakık Bey vardı, Diğerler de vardı ama en azından...
Okçuoğlu da vardı.
Selim Okçuoğlu da bulunuyordu. Bu ilerledi.
Oslo'dan önceki süreci söylüyorsunuz.
Evet. Çok önce. Belki de Oslo'nun zeminini bu hazırladı. Sonradan, buradan Ankara'ya aldılar. Bilgim olan şeyden bahsedeyim. Emre Taner döneminde, İstanbul'da başlayan süreç Ankara Merkezi aldılar. Sonradan yine Ahmet Türk Bey vardı, Sırıl Sakık Bey falan vardı.
Onda sonra Sabri Oku dahil ettiler.
Sabri Oku o zaman cezaevinden çıkıp askere gitmişti.
Askerlik yapmıştı ve dönmüştü.
Yani PKK'nın ilk kurucu kadrolarından biri…
Evet. Sonra aşağıya gitti. Yani o ayrı bir konu ama ilk bence Oslo oradan başladı. Yani zemini oradan.
Öcalan yakalandı, Bursa Cezaevi'nde yatıyordu, Sabri Ok'un daha sonra cezası bitiyor, askere alınıyor, askerlik yaptıktan sonra bu dediğiniz görüşme yapılıyor.
Evet. Yani bu böyle oldu. Fakat ne olduysa zaten o zamanki görüşmelerde bana ulaşan bilgi, yani tabii katılanlar, Kürt tarafından bahsediyorum, katılanlar bana söyledi. Sürekli şeyden şikayetçiler:
Bir, askeriye bunu istemiyor.
İki, işte Fethullahçılar o zaman vardı. Ondan böyle ufak tefek bir söz ediyorlardı.
Bir de efendim, emniyet istihbarat… Muhtemelen malum kurumlar arası rekabettir falan.
Emniyet istihbaratı güçlü yapı zaten ortada.
Evet. Emniyet istihbarat bir ara süreci bozma yönünde bir hamle yaptı falan.
Askeriyede o dönem kim vardı aktör olarak?
Benim bildiğim Çevik Bir vardı. Diğerinin ismini vermeyeyim.
Peki o dönem, bu noktadan hareketle birinin de yurt dışına gönderildi, asker tarafından ifade edildi.
Bir albay gönderildi. Öcalan'ın yakalanmasından ya 2 sene önce ya 1 sene önce. Böyle bu 97-98 dönemiydi. Bir albay rütbeli birisi gönderildi ama bu sonradan bizim gazetecilik bilgisi, -tekrar ediyorum ben dışarıdan başka duyum almam. Gazetecilik bilgisi benim-, bu albayın aslında Emniyet İstihbarat tarafından, o zaman için söylüyorum, belki de Fethullahçıydı, onu da bilemem. Ben bunu gönderdiği şey deyince ben dedim ki bozulacak bu iş, diye düşündüm: Yani bu bir alt atma çabası.
Yani süreci biraz daha bozmaya yönelik bir hamle…
Bozmaya yönelik, evet. Ben bu konuda da bir yazı da yazdım, kamuoyuyla da paylaştım bunu.
Bunları niye anlatıyoruz? O geçmişteki tecrübenin devlet tarafından da herkes tarafından dikkate alındığı gerçeğinden hareket etmek için…
Recep Tayyip Erdoğan açılım sürecini başlatırken orduyla, askerle, komutanlarla bir konuşması var: "Bu kadar sene çarpıştınız, ne oldu? Bir sonuç aldınız mı?" diyor, askerler "Hayır" diye cevaplayınca, "O zaman" diye ekliyor; "siyasete dönelim."
Bu konuşma, Milli Güvenlik Kurulu'nda olan bir konuşmadır. Böyle ikna etmiş. "Biz askeri anlamda çözemeyeceğimize göre, o halde bunu siyasette çözelim."
O zaman çözüm süreciyle bugünkü süreç arasındaki temel fark, biri hükümet projesi, biri devlet projesi, diyebilir miyiz?
Aynen öyle. Bu net.
İkinci mesele de aslında konsept değişikliği bir taraftan terörle mücadele devam ediyor, bir taraftan siyasi bir zemine çekilmeye çalışılıyor. Yani burada yeni bir formülasyon var.
Yeni formülasyon var ama bütün görüşmelerin ruhunda bu var. Türkiye'de değil, her yerde böyle olur. Siz görüşmeyi yaparken büyük oranda karşı tarafın elini zayıflatacaksınız. Biraz poker oyunu gibi… Kendi eliniz güçlenecek ki, siz pazarlığı üst perdeden açarsınız. Her yerde olan şey budur.
Peki, siz süreci uzun süredir takip ediyorsunuz. Hani klasik bir söylemle tartışılan bir konu var: Örgüt Öcalan'ı dinler mi, dinlemez mi?
Burada çok spekülasyon yapılıyor ama ben hala Öcalan'ın prestijinin olduğunu, sözünün dinlenilir olacağını söylüyorum. Zaten bir Kürtlerin, bir de çevresindeki Kandil, Rojava… bunların hepsini göz önüne alarak Öcalan da ona göre kelam edecektir. Yoksa, Öcalan kendisine söylenen sözlerde gelsin "silah bırakın" desin, köşesine çekilsin… O zaman Öcalan, Öcalan olmaktan çıkar.
Övgü için söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın, bir tespit olarak ifade ediyorum- Öcalan taktisyen. Çok yetenekli bir taktisyen. Nerede, hangi taktiği uygulayacağını çok iyi biliyor. Ve devleti de bence çözmüş. Yani, devleti nasıl düşünüyor? İki nedenle çözmüştür: Bir, çok okuyor. İki, düşünün seneler boyunca devlet yetkilileri gidip görüşüyorlar. Onlarla tartışmalar oluyor, şu oluyor, bu oluyor… Öcalan, devletin ne istediğini biliyor ama kendisinin de ne istediğini bildiği için paydayı ortaklaştırmaya çalışıyor.
Peki bu genel itibarıyla umutluyuz. Mesela Sırrı Süreyya Önder'in açıklamaları da herkesin genel yorumu bu yönde… Bütün herkeste bir umut söz konusu. Geçmişe dönük süreçlerden dolayı toplum umutlu. Umutlu olma noktasında o iyimserliği korumak gerekiyor mu?
Bence şu anda zaten bütün olaylara iyimser başlarsın. İyimser olmazsan, moralsiz başlarsan olmaz. Ama ilk açıklamaya bakın, partilerin yüzde 90'ı, yüzde 80'i onay verdi. Gelecek Partisi, Saadet Partisi, Bildiri Yayınladılar, CHP...
Yani şu an yanılmıyorsam, İşçi Partisi, İyi Parti, Yavuz Araroğlu'nun Anahtar Partisi, Ümit Özdağ'ın Zafer Partisi… Böyle birkaç parti karşı çıktı.
Ama yüzde 80'den bahsediyoruz. AKP, CHP, MHP, DEM Parti, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, DEVA Partisi… Bunların hepsine baktığınızda, bir önceki açılamada yüzde 30 bile yoktu. Akil adamlara rağmen bile yüzde 30 az, ancak yüksekti.
Ama şu anda toplumsal düzeyde şeyde yapılan son anketlere baktığımızda, yüzde 59'u Kürt meselesinin, bütün bu ekonomi krize rağmen "Kürt meselesi öncelidir ve çözülmesi lazım" sonucu ortaya çıkıyor.
Peki bu şimdi bir görüş "Aslında daha önce görüşmeler yapıldı, şu an sadece bir yol haritası üzerinden gidiliyor. Yani aslında her şey ortada, her şey yapıldı, anlaşıldı" vs. deniyor. Bu görüşe katılıyor musun yoksa?
Şimdi her şey güllük gülistanlık değil. Belli ki dikenler falan var hala. Ortalık pürüzler falan. Bu pürüzleri de yine orta akılla çözmek durumundalar. Bu eğer iki tarafta geçmişten ders almışlarsa. Ama sırf "ezerim, çözerim" mantığı yanlış. Bunu şuradan da çok net gördük:
Malum Türkiye Rojava'ya girmeye hazırlanıyordu, hatta geldi sınıra dayandı. Ama ne oldu? Pentagon devreye girdi. Blinken Hakan Fidan ile konuştu. Üst düzey diplomatların dişleri, Amerika dişleri. HTŞ lideri Colani ile konuşurken "Sakın ha o Rojava'ya falan yüklenmeyin…"
O konuyu açtığınız için söyleyeyim: Benim Suriye'deki kaynaklardan edildiğim bilgiye göre, o görüşmeden 6-7 maddenin Ahmet eş-Şera'ya (Colani) ifade edildi. Bunlardan bir tanesinin YPG meselesi olduğu; "Ordu içerisine katılsın ama asla müdahale etmeyin. Dolayısıyla bir silahlı güç olarak burada bulunsun. Suriye'nin toprak bir türünü ama Türkiye'de tehdit oluşturmasın…" şeklindeydi.
Evet. Aynen öyle. Esad'la görüşme hep şu üzerinden geldi: "Orduyu dağıtın, bizim ordumuza katın. Ama nasıl katın? Bin kişiyi bizim filanca tabura…" tümüyle ordu diye bir şey kalmayacak. Ama bunlar kolluk kuvvetleri adı altında, yani o bölgeyi koruma adına kolluk kuvvetleri adı altında yine kendi şeylerini muhafaza edecekler, Suriye'ye bağlı olacaklar. Buna Mazlum Abdi esnek bir şey cevap veriyor…
Mazlum Abdi, Ahmet eş-Şera ile görüşmeye Şam'a Amerikan helikopteriyle gidiyor. Bir askeri üstte ikisi beraber görüşüyorlar, bu artık netleşti.
Bu artık netleşti. Burada bir soru yok. Zaten daha önce şuradan anladım ben Şeyh Nakşibendi Şeyhi, Khaznevi araya girdi, dikkat edersen. Bu birliği, iç birliği, Fransızlar araya girdi, Amerika araya girdi. Hatta Arap aşiretleri ayrılma eğilimleri gösterirken Amerika, 4-5 büyük aşiretle - mesela Şamar aşireti- görüşmeler yaptı.
Ama mesela Deyrizor'da onu engelleyemedi.
Deyrizor oldum olası koyu Arap milliyetçisidir.
Peki, şu an geldiğimiz noktada hiç konuşulmayan bir şey; biz tehlikelerden, aktörlerden, engelleyicilerden falan bahsettik ama mesela İran'dan hiç konuşmadık. İran bu süreçte ne yapar?
İran şu anda kendi içine kapanmış şeye bakıyor. Yani aslında dışarıdan bir saldırının gelmemesi yönünde. Diyelim ki Kürt topraklarının şeydeki, özellikle Irak Kürdistan'ından (IKB) bahsediyorum; onların hani olası bir hücuma değil miyim neyse üst sıçrama tahtası olmaması yönünde kendi şeylerini yapıyor. İran şu anda çok fazla bir şey söylemiyor.
Ali Hamaney çok sert konuşuyor ama Mesud Pezeşkiyan ön plana çıkacak. Çünkü, çok uzatmayayım; bütün İsrail-Amerika operasyonunun, olacak operasyona da darbelerinin amacı, rejimi devirmek değil, orada bir reformasyon yaptı. Yani İran'ın çok hükmü kalmadı. Hatta sana bir şey söyleyeyim, Putin bile Kürtlerin halklarını savunmaya başladı. Türkiye ile de biraz araları limoni…
Orada İsrail'le yanaşma meselesi var, onu ayrı bir konuda konuşacağız. Peki, şimdi kamuoyunda da, özellikle bir tarafta aşırı Kürt milliyetçileri arasında şöyle bir yaklaşım oldu: PKK'ya yönelik, "Ya siz ne yapıyorsunuz? Siz satıyorsunuz" denildi. Diğer taraftan da bazı Türk aydınları da PKK'nın silah bırakması hususunda "Bunlar, sizi kandıracaklar" tarzı yaklaşım geliştirdiler. Bu iki yaklaşım da çok tehlikeli değil mi?
Ben bunları çok duyuyorum. Bunlar, saha gerçekliğini anlamayan kimseler. Kötü bir laf ama "Bekara karı boşamak kolaydır." Saha gerçeklerini bilmiyorlar. Alınacak silahın, kullanılacak silahın niye mâl olacağının da farkında değiller. O bir, biraz kişiselleştirilmiş olaylar.
Biraz da şey meselesi değil mi; insan üzülüyor tabii, ben mesela şahsen Türkiye'de terörün bitmesini, silahın susmasını, demokratikleşmeyi gerçekten çok isteyenlerdenim. Ama mesela sırf bunu, örneğin AK Parti ve MHP'yi arıyor diye ben buna karşı çıkamam.CHP yapsa da karşı çıkamam. Yani şunun için ifade ediyorum, her iki taraf için de mesele böyle dar okuma olabiliyor. Mesela bir kısmı, bir milliyetçilik üzerinden "ben buna karşı çıkıyorum" diyebiliyor. O zaman çözüm sun. Yani sürekli mücadele ediyorsun. Tamam devlet zaten bundan vazgeçmiş değil ama sonuç alma noktasında şartlar değişmişse çözüm sunmak lazım. İkincisi de hayır aynı taraftan da yine çözümsüzlük üretip silah devam etsin diyen başka bir yapı. Üçüncüsü de "Bu mesele AK Parti MHP'ye yarar, kardeşim buna karşı çıkalım…" Bu üçü de sıkıntılı yaklaşım değil mi?
Barış kiminle olur? Barış dost ile olmaz. Çatışan taraflarla olur. Bu çatışan tarafı sen kendin seçemiyorsun. Yani bu MHP'dir, AKP'dir, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir, her kimse… Yani bunların temsilcileri. Bunları sen seçemiyorsun. Hayatın kendisi sana karşına bir şey çıkarmış. Şu taraf, sonra diğer taraf, değil mi?.. Barış bunlarla olacak.
Şimdi barış bunlarla olunca teslimiyet mi oluyor? Sadece ben burada istediğim, yani rica ettiğim şey. Kimlerde diyor şeffaf olsun, mefaf olsun. Diplomasinin özünde şeffaflık yoktur. Diplomasi ister istemez arka kapı. Ama hesap verir. Yani bunu yaptığın zaman şu taraf, kendi tabanına, kitlesine bir açıklama yapar, hesap verir. Hesap verilebilir, o manada söylüyorum.
iğeri de kendi tarafına falan verir. Dolayısıyla mesela yurt dışında ben bakıyorum, gurbetçi Kürtler vardır. Evet, yani işte devletten aşağısı korutmaz, bilmem ne olmaz, bu olmaz falan. İşte bunlar teslim oldular, dünden şudur, budur. Kardeşim, tuzu kuru adamlar. Gelmiş orada oturmuş. Sen orada olsan, Ne yapacaksın?
Yani bazı solcular falan vardı, onlara söyleyeyim. Mesela dedik ki Kobani'ye Amerikan silahları geldi, bunlar emperyalizme işbirliği falan yapıyor. Güzel, sen orada olsan, yukarıda da birileri sana silah atsa, kardeşim silahını geri al falan istemiyorum diyebilir misin? Çünkü saha gerçekliği farklıdır. Bir de bütün görüşmelerin, bütün görüşmelerin, dünyadaki ne kadar diyaloglar falan, görüşmelerin arka planda şeydir, şu vardır. Bunu kendi amacına yaradığı müddetçe bunu devam ettirirsin.
Şu an geldiğimiz noktada Devlet Bahçeli'nin bir açıklaması oldu, ardından heyet İmralı'ya Öcalan'ı ziyarete gitti. Bu şöyle bir şeyi de getirmez mi beraberinde: Mesela yarın bu süreç başarısız olursa "DEM = PKK" söylemi tam oturmaz mı? Siz de biraz önce söylediniz, irade "DEM Öcalan'dır" dedi. Şimdi siyasi parti olarak sen varsın. Sonuçta herkes de şu an onu ifade ediyor. Sen sanki git gel yapıyorsun ama biraz geride kaldın tarzı. Şimdi şey de diyorlar ki bu meclis grubunda konuşma hikayesinde de devlet bir esasına PKK ile DEM Parti'yi aynı yere koydu. Ne diyorsunuz buna?
Yok bence şey evet öyle bir söylem var ama dikkat ederseniz Cumhurbaşkanı Erdoğan bundan 2-3 hafta önce "DEM, bana tatmin edici gelmedi" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görüşünü çok fazla bilemiyoruz. Ama her hâlükârda DEM Parti başından beri "biz bu süreçle birlikte gideriz" dedi. Yalnız inisiyatif alamadı. CHP çok geride kaldı bu konuda, hiçbir plan programı falan yok.
İmran'da çıkan maddelerde özellikle muhalefete bir atıf var.
Öcalan zaten sırf onu şey etmek için "Bir de gidin, muhaliflerle görüşün" dedi. Bütün herkesin bir görüşünü alacak. Bu görüşmeden sonra, ikinci görüşmede bakalım açıklamaları nasıl olacak falan. Ben iyimserlikten, kötümserlikten ziyade bu süreci nasıl iyi yürütüp ileriye doğru gidilmesi gerekiyor.
Peki, sorun nerede? Mesela İşçi Partisi, Vatan Partisi, Zafer Partisi… bunları biliyoruz. Onların yaklaşımına baktınız mı, nasıl?
Menfi. Olumsuz, hatta karşı.
Niye?
1920'lerdeki zihniyeti taşıyorlar. O tipik kendine "Atatürkçü" diyen, "Kemalist" diyen kesim. Dikkat edin, hep böyle şablonlarla konuşuyorlar ama gerçeği göremiyorlar. Burada bir gerçek var. Mesela Mao niye Amerikalılarla görüştü Japonlara karşı? Lenin niye Almanlarla görüştü? Onların diplomatik treniyle kalktı gitti St. Petersburg'a.
Burada Türk solunun bir kısmının karşı çıkışı -hepsini kastetmiyorum tabi- açık sorayım, Kemalist çizgiden mi kaynaklı? AK Parti karşıtlığı mı? Amerika meselesi mi? Nedir?
Bence 5'i bir arada. Hepsini katabilirsin falan ama gerekçeleri tekrar ediyorum, günün şartlarına uymuyor. Yani ben merak ediyorum, mesela inisiyatif bunların elinde olsaydı nasıl olurdu?..
Peki, diğer taraftan da mesela Devlet Bahçeli'nin bile vatanseverliğinin, milliyetçiliğinin sorgulandığı bir dönem var. Bazı milliyetçiler, bunu Ümit Özdağ'da, İYİ Parti de birçok milliyetçi kesim de… Oraya doğru geldi iş. Oradaki ayrımı nasıl görüyorsunuz?
Oradaki ayrım da şu, yani gerçeği görenler, gerçeği göremeyenler. Saha gerçekliğini görenler, görmeyenler. Çünkü bu İsrail bu dengeleri değiştirdiği zaman tehlikeyi, dış tehlikeyi hissettiler. Burnunun dibine geldi. Artık Türkiye, Suriye'yi de sağırsan, İsrail'le şey oldu, sınır oldu. Yani bu çok önemli.
Hatta dün bir Arap gazetesinde bir makale okudum, "İleride Türkiye ile İsrail yeniden oturup hesaplarını yapacaklar. Belki de farklı nedenlerle buluşacaklar" diyordu. Ama kısa dönem için söylemiyorum. Şu anda Türkiye'de bir dış tehlike var. Bu sadece İsrail değildir. Diğer tehlikeler var. Burada da benim bir problem var. Bu problemi kaşıyanlar var, şunlar var. Ben bu işimi, bu işi kendi aramda halledersem, tabii iyi halledersem, iyi halletmezse ayrı bir konudur.
Kaldı ki burada benim açımdan ne AKP, ne Bahçeli şey önemli değil. Onların şu andaki hangi görüşü benimsediği önemli değil. Makule doğru, gelip gelmeyecekleri önemlidir.
Hatırlıyorsan, Öcalan yakalandığında Amerikan "Asmayın" demişti. Ecevit diyordu ki "Ben anlayamadım, niye bana teslim ettiler" ama işte orada Bahçeli idam ipini sallıyordu. Sonra bu, Amerika'nın bu lafından sonra idam edilmesin diye oy kaldırılardan birisi şeydi, Bahçeli'ydi. Yani onu anlatmayacağım. Gerçeği görüyor. Şimdi gerçeği gördüğü zaman bu makulü görmektir. Makulü görüyorsa, mesela ya Keşke milliyetçi olsaydı mesela idamını onaylasaydı falan diyemezsin. Hayat bu.
"Amerika, buradaki Kürdü benim kadar sevemez" cümlesi zaten o uluslararası anlamındaki bir atıf hikayesi… Peki, şunu sorayım yani şu an biz büyük ihtimalle şubat yani martta Nevroz'a gelmeden bir sürecin...
Nevroz onun seremonisi olur.
Şubat ayında büyük ihtimalle. Benim bilgim doğrultusunda şöyle: Pazartesi siyasi partiler dolaşılacak. Ondan sonra tekrar bir Öcalan'a girilecek. Ondan sonra bir olgunlaşma süreci girecek. Sonra PKK'nın önce silah bırakması, Türkiye'de silahlı eylemlerini sonlandırdığıyla ilgili.
Türkiye'ye yönelik de eylem yapılmaması.
Evet. Onu ifade edecek. Daha sonra bu işin bir yasal kısmı oluşacak. Öcalan'ın ev hapsi meselesi belki gündeme gelecek. Belki cezaevlerindeki mahkumlarla ilgili bir düzenleme, belki yeni anayasa süreçleri, teröre mücadele kanunu falan birçok mesele gündeme gelecek ama biz şunu biliyoruz: Bu, meselenin Türkiye'deki iş tarafı. Bir de bunun YPG olan yansıması onu da Suriye'yle birlikte görmüş olacağız.
Suriye'yle birlikte göreceğiz. Ben büyük ihtimalle tekrar ediyorum büyük ihtimalle belki YPG isim değiştirebilir.
O ihtimal de aynıdır şu an zaten. HTŞ de değiştirebilir.
Herkes ismini değiştirecek falan, özü aynı kalacak sonuçta. Sadece şundan, geçmiş o hassasiyetler falan vardı ya, onun üzerinden çok polemikler yapılıyordu, düelloları yapılıyordu, söz düelloları ya da tehditler. Şimdi onları da bir gerekçe kalmamış olacak. Herkes kendi deyimiyle mutfağını düzenleyecek.
Yalnız son dönemde belki de kamuoyunu tatmin etme yönünde Hakan Fidan'ın dünkü konuşması iyi bir konuşma değildi. Sürekli tehdit içeriyordu. Gerek Rojava için söylüyordu gerek dağdaki Kandil için söylüyordu. Hakan Fidan'ın bence biraz şeyden çıkması lazım. MİT şefi olmaktan çıkıp biraz daha dışişleri bakanı üslubuyla konuşması çok anlamlı olur. Belki de içeriye de mesaj veriyor olabilir.
Sayın Bahçeli'nin böyle temsil ettiği bir gelenek var. Sayın Fidan'ın temsil ettiği başka bir geleneği var. Bazılarının temsil ettiği başka bir şey var. Bu sonuca bakılmalı. Bunu niye ifade ediyorum? Yani o çözüm süreci dediğimiz süreçte de biz en sert açıklamaları gördüğümüzde alttan bir süreci yürüdüğünü görmüştük. Dolayısıyla da bence şu an geldiğimiz noktada bir an önce ifade edildi. Mesela isim konulmadı. Bu geçmiş dönemden ders almaktı. İki, süreçle ilgili olarak somut silah okunuldu.
O da ders.
Geçmiş dönemde önce güven, normalleşme, yasal adımlar denmişti, dolayısıyla silah baştan başlanmıştı. O olmadı. O da bir ders. Uluslararası denge yine ders. Kurumların birlikteliği yine bir ders ve burada sürecin yürümesi noktasında yeni bir inisiyatif var. Bir tarafıyla mücadele ediyor, bir tarafıyla da siyasi olarak götürüyor. Bakıp göreceğiz.
Çok tipik bir örnek gösterdim. Ben Vietnam'ın Amerika'yla Paris'te görüşmelerini o zaman talebeydim, iyi izliyordum. Görüşmelerin olduğu 15 mi 20 gün boyunca B-52 uçakları Vietnam'ın kuzey ve altının üstüne getirdiler. Yani bu, işin şeyin tabiatında var. Fakat ş sabırlı olmak lazım.
Şeffaf olmak lazım değil. Sabırlı, uyumlu ama iki tarafın da birbirine. Birisinin diğerinin kuyruğuna takılması anlamlı değil. Herkesin, hani ortak noktada payda, yani şöyle diyeyim. Kürtlerin Türkleri yeneceği, ya da Türklerin Kürtleri yeneceği değil, bu ülkeyi yeniden, senin de anlattığın kriterler, yani hukuk, devleti, demokrasi, eşitlik, yani Kürtlerin doğal ve demokratik hakları temelindeydi.
Türkiye yeniden birlikte inşa edilecekse bunların hepsine amenna ve ben aklı başında herkesin buna uyacağını düşünüyorum. Ama çok iyimser olduğumu söylemiyorum. Yine de temkinli yaklaşıyorum. Şununla bitireyim, burada sürece bakmak lazım. Nasıl gidiyor? Nereye gidiyor? Nereye evriliyor? O çok önemli. Samimiyet, güven, akıl, cesaret. Akıl ve cesaretin olmadığı yerde şey olmaz. Yani risk alacaksın ama bu riskin de mükafatı olacak. Gelecek ortak bir Türkiye.
Ben 2016 yılında "Devlet Bahçeli = devlet" diye sosyal medyada tweet atmıştım hala duruyor. Ve o dönemde "Türkiye'de bu sorunu çözerse MHP çözer" diye ifade etmiştim. İnsanlar da bana "Sen çok uçuyorsun" demişlerdi. "Hayır, ben de dünya örneklilerinde bu meselenin en karşıtları bu meseleyi çözebilirse çözer" diyorum. Ve Türkiye'nin de bu anlamda Morro'da bir deneyim sahibi olduğunun altını çizeyim. Geçmiş dönemdeki çözüm sürecinden de bir deneyim sahibi olduğunun altını çizeyim. Uluslararası dengelerin değişmesi ve ön alma noktasında da bir deneyim sahibi. Dolayısıyla da eskiler "Niyet hayır, akıbet hayır" der. İnşallah başarıya ulaşır.
Bence de… Tabii yüzde 29 MHP'lerin yüzde 29'un "Kürt sorunu çözülsün" demesi önemli bir rakamdır. Ama bunlar veridir. Fakat biz yine de hani oldu bitti, güllük gülistanlıktır demiyoruz.
Şu an bir yola çıkıldı. Her türlü kazaya müsait bir yol haritası var. Ama sonu gerçekten kazasız da ulaşılabilecek bir yol haritası da var. Bu yolda kimi nasıl durduğuna, kimi nasıl engellediğine, kimin nasıl engellediğine bağlı.
2015'ten bir cümleyle bitireyim: Hatırlıyorsanız, Kandil sürekli "Ya barış olacak ya silah kullanacağız" diyordu. Sonra Hendek Olayları çıktı. Ama "Tek alternatifimiz budur" demek, o işi yokuşa sürmektir. Bu Kanil için de geçerlidir, Türkiye için de geçerlidir.
Burada çok açık ve net ifade etmek lazım. PKK'nın elindeki silahın hiçbir gerekçesi yok. Bunun altını çok net koymak lazım. Burada siyaset üzerine bir hegemonya oluşturuyor. Onu bir kaldırmak lazım, siyaseti bir normalleştirmek lazım. Umarım herkes dersini almıştır.
Geçen seneden biliyoruz. Toplam 3 tane biliyorsunuz sihalı saldırı oldu. TÜSAŞ sonuncusuydu. 3 tane eylem yapıldı. Dolayısıyla silahın artık hükmü kalmadı. Aslında klasik silahların da hükmü kalmadı.
Tabii yani şu an mesela sınırların kalktığı, insanların ekonomik anlamını ferahladığı, kültürel haklarını aldığı bir zaman… Ama şunu da görmek lazım Ortadoğu'da, yani müttefikinin de hemen değiştiğini görmek lazım. Suriye'de bundan belki bir ay önce, bir buçuk ay önce insanlar Esad görsün, Esad şu olsun, Esad bu olsun diye plan yapıyordu, program yapıyordu, politika ödeştiriyordu. Ama oluşturan politikanın ne kadar geçerli olduğunu gördük.
Esad'dan çıkan ders… Putin, Esad'a "Kürtlerle görüş, anlaş" dedi; demokratik özerklik açısından. Esad yapmadı. Eğer yapsaydı belki düşmeyecekti. Ama işte bu da bir ders. Yani muhalefetle, yani muhalefet denen şeyle görüşeceksin. Dayanaklarını iyi oturtacaksın.
Emperyalizmden ziyade, bu bölgede yaşayan insanların sorunlarını çözmesi bütün oyunları bozar.
Sorunu çözdüğün zaman şeye hiçbir müdahaleye zaten zemin bırakmıyorsun.
Bekleyip göreceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish