Terörist ele başı Öcalan'a refakat eden Yunan istihbarat ajanı Savvas Kalenderis ile Atina'daki buluşmam: Apo'nun yolculuk sırlarını anlattı

Benan Kepsutlu, Independent Türkçe için yazdı

Türk siyaseti oldukça hareketli günlerden geçiyor.

"Olmaz" denilenlerin üst üste gerçekleştiği bir dönem. 

Dış politikada komşuda yeni Suriye'nin kuruluş süreci gündemdeyken, Türkiye'de de Devlet Bahçeli'nin Öcalan'a yaptığı meclis çağrısının ardından İmralı'ya giden DEM Parti heyetinin TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ve MHP lideri ile buluşmaları gündemde.

Pazartesi de Türkiye siyaseti DEM Parti'nin AK Parti, CHP ve diğer partilerle görüşmelerine odaklanacak.

Devlet Bahçeli'nin Öcalan ile ilgili "şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM'de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın" açıklamalarını dinlerken, bir an 2006 yılına gidiverdim.

O dönem Mehmet Ali Birand ile Kanal D Haber'de muhabir olarak çalışıyordum.

90'lı yılların devamı niteliğinde terör saldırılarının devam ettiği, onlarca şehit haberini yayınladığımız bir dönemdi.

Öcalan'ın yakalanışının arkasındaki sürecin detayları basında yer almamıştı, paketleme sürecinin nasıl geliştiğini halk bilmiyordu.

O süreçte ben de uluslararası çaptaki özel haber dosyaları ve özel röportajlar için sık sık yurt dışına çıkıyordum.

Eş zamanlı olarak Türkiye'nin terörle mücadelesini doğu ve güneydoğu bölgesinde yerinden, yakından takip ediyordum. 

Irak'ın kuzeyi karışıktı. Teröristler oraya yuvalanmışlardı.

Saddam'dan sonra bölgedeki Kürt siyaseti daha rahat bir zeminde ilerliyor, arkadan arkadan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi tarafından PKK'ya destekler gidiyordu.

Gözler Kandil'deydi.

Ayşe'nin ne zaman tekrar tatile çıkacağı belli değildi.

Böyle bir süreçte Türkiye ve ABD, terör örgütünü bölgede etkisizleştirmek için, aslında pek de inisiyatif verilmeyecek olan Terörle Mücadele Özel Temsilciliği aracılığıyla temaslara başlayacaktı.

Görünüşte o süreç başladı…


Yıl 1999…

Yunan radyoları Antenna ve Sky'ın yayınında;

"Bu çirkin olayda Türklerle işbirliği yapmaktan utanmayanlar, Türklerin onları nasıl çöpe attığını görecekler. Ben ve Büyükelçi ihanet etmedik. Bu ihaneti engellemek için canımızı ortaya koyduk. Savcılıkta ya da parlamentoda konuşmak için bana yasal güvence sağlayın. Ben gerçekten konuşacağım. Yunan tarihindeki bu kara lekeyi silmek için konuşmak istiyorum. Durum hiç iyi değil. Yunanistan utanç duyacağı bir duruma sürüklendi" diyordu o ses.


Yıl 2006…

7 yıl sonra, o gün konuşacaktı işte...

Yunanca yazdığı ve henüz birkaç gün önce piyasaya çıkan kitabından sonra, ilk defa kamera karşısına geçecekti.

O dönem "ihanet etmek" ifadesini çekinmeden kullanırken, bu ihanetin kime ve kimin tarafından yapıldığını söylememişti.

Öcalan'a "ihanet" etmekten mi bahsediyordu acaba?

Bu röportaja kadar ne adını doğru düzgün duyan vardı, ne de yüzünü bu kadar yakından gören.

İzmir'de ticari ataşe sıfatıyla bulunduğu yıllarda, aslında Yunan gizli servisinin casusuydu.

O yıllarda sadece Ege'de kalmıyor, Karadeniz'de Rize'ye, Trabzon'a, Artvin'e de görev dolayısıyla sık sık gidiyordu, halk arasında kendine çalışabilecek kişileri "keşfediyordu".

Sonraki iddialar, Ege'de sık sık çıkan orman yangınlarının sorumlusu olarak onu gösteriyordu.

Hatta 1997'de Kırıkkale'deki mühimmat fabrikasındaki patlamanın da şüphelisi oydu.

MİT'in yakın takibindeydi ancak kendini ele vermiyordu.

Ta ki o güne kadar... 


15 Şubat 1999'da Abdullah Öcalan Türk güvenlik güçlerine Kenya'da teslim edildi, o zamana kadar 3 yıl Apo'nun yakın takibinde olan ve yakalanışına kadar ona refakat eden Savvas Kalenderidis, kod adıyla Kalleras'ın tek kare fotoğrafı nihayet basına servis edilmişti.

Kanal D Haber'de Mehmet Ali Birand ile çalıştığım dönemde bir sabah Hürriyet gazetesinin ilk sayfasında 3-4 satırlık bir haber gördüm.

Kalenderidis'in Öcalan'ın yakalanış süreciyle ilgili kitabının çıktığı yazıyordu.

Yunanca olduğu için yayınevini okuyamadım. Hemen Atina ile temasa geçtim ve kendisiyle röportaj yapmak istediğimi söyledim.

Atina'daki Türk Büyükelçiliği'ni de bilgilendirdim. Haber merkezinden ise kimseyle durumu paylaşmadım.

Acaba gönderirler miydi? Benim kadar heyecanlanırlar mıydı? Dahası yayımlanır mıydı?

O güne kadar böyle bir kaygı hiç taşımamıştım halbuki.

Terör örgütü PKK'nın yine en hareketli döneminde patronum Birand'ın TRT'de Öcalan'la yaptığı röportajı geldi aklıma.

O Öcalan'la yaptıysa, ben de gayet tabii son ana kadar ona refakat eden bir casusla röportaj yapabilirdim. 

2 gün sonra Atina'dan olumlu yanıt geldi. Kalenderidis röportaj talebimi kabul etmişti.

Genel koordinatörümüz Ayşenur Aslan'ın odasına fırladım. Heyecandan kapıyı bile çalmadan içeri girdim, durumu ilettim.

"Fırla!" dedi bana; "Fırla!"
 

Terörist elebaşı Apo'nun yakalanışına kadar ona refakat eden Yunan İstihbarat Subayı Savvas Kalenderidis ile sürece ilişkin yaptığım, 2,5 saatin 6 dakikası yayınlanan röportajdan, 2006
Terörist elebaşı Apo'nun yakalanışına kadar ona refakat eden Yunan İstihbarat Subayı Savvas Kalenderidis ile sürece ilişkin yaptığım, 2,5 saatin 6 dakikası yayınlanan röportajdan, 2006

 

Fırlayıp gelmiştim işte. Bir söyleşi öncesinde ilk defa gergindim.

Bir istihbaratçıya soru sormak ve verdiği yanıtların doğru olup olmadığını anlamak zordu.

Ne de olsa bir "profesyonel" ile karşı karşıya gelecektim.

Sorduğum sorunun cevabını vermekten çok, kendi vurgulamak istediği konuya yönelmesi ve röportaj esnasında beni kontrol etmek istemesi çok muhtemeldi.

Ve yine kuvvetle muhtemel o bana bir şey vermeden, benim konuyla ilgili ne bildiğimi test etmek isteyecekti. 

Kitap Yunanca olduğu için okuyamamıştım. Röportaj için hemen Atina'ya gelmek zorunda olduğumdan, birine çevirtmek de mümkün olmamıştı ama süreci, öncesini yapılan açıklamalar çerçevesinde iyi biliyordum.

Atina'ya gelmeden, iki gün içinde konuyla ilgili ne bulduysam soluksuz okudum, yakalayabildiğimle de konuştum. 


Bu röportajla paketlenme süreci aydınlanacaktı.

Genel geçer yanıtlarla onun bir gazeteciyi paketlemesine ise izin vermem mümkün olamazdı.

Ayrıca, benim röportajım onun kitabının tanıtımına hizmet etmek için değildi ve öyle de algılanmamalıydı.

Kitabın içinde Öcalan'la birlikte geçen süreç anlatılmıştı ama bu süreç dışında, hükümetler arası diyaloglara, örgütün iç yapılanmasına, Öcalan uzaktayken örgüte nasıl komut verdiğine ve daha fazlasına merakım vardı.

Cevaplarda kullanılan ifadeler yanlış anlaşılmaya açık olabilirdi.

Elbette sorularımla onunla savaşmayacaktım, işim sadece soru sormaktı.

Yanıtını alana kadar, kimi zaman aynı soruyu evire çevire, farklı farklı zamanlarda, tekrar tekrar sormak! 

Sorulacak da çok soru vardı elbet.

O zamana kadar Öcalan'ın yakalanış süreciyle ilgili hiçbir tanık konuşmamıştı.

Somut belgelere dayandırılan bir araştırma ya da haber de henüz ortada yoktu.

İtiraf niteliğinde yazılan Yunanca kitabını daha Yunanlılar bile okumamıştı.

45 dakikalık ana haber bülteni içinde böyle önemli bir röportaja olsa olsa 3-4 dakika verilecek diye dertlendim kendi kendime. Belki de 2 güne yayılacaktı... Peki ya sonra?

Toparlandım. Notlarıma son bir göz attım, Hakan Kahraman'ı aradım. "Hazır mıyız?" dedi. "Evet" dedim; "Hadi çıkalım."


Bizdeki adres bir apartman dairesiydi. Kapıyı bir kadın açtı. Muhtemelen Kalenderidis'in yardımcısıydı, burası da onun ofisiydi.

Kadın, bizi salon olarak kullanılan bir alana yönlendirdi. Duvara yaslanmış genişçe bir kütüphaneye, çekimimiz için önceden hazırlanmış onlarca Kalenderidis kitabı yan yana dizilmişti.

Hakan çekim için uygun yer bakarken içeri o girdi.

1,90 boylarında, ciddi, esmer, 48-49 yaşlarında görünen Savvas Kalenderidis.

"Merhaba, hoş geldiniz" dedi düzgün Türkçesiyle.

"Merhaba" dedim; "Ben Benan Kepsutlu."

"Biliyorum" diye cevap verdi gülümseyerek; "Buyrun, oturun."

Her işte olduğu gibi, çekime bir an önce başlamak isteyen Hakan yine sabırsızdı.

"Ben şu ayarlamaları yapayım, zaten 5-10 dakika sürer" dedi ve sohbette beni Kalenderidis'le baş başa bıraktı.

"Kitabı nasıl öğrendiniz?" diye sordu Kalenderidis.

"Hürriyet gazetesi haber yaptı biliyorsunuzdur. Sonra size ulaşmaya çalıştım. Büyükelçilikle temasa geçtim" dedim.

"Hangisiyle? Sizinkiyle mi, bizim Atina Büyükelçiliği'yle mi?"

Atina Büyükelçiliği'yle görüştüğümü elbette biliyordu.

Türkiye'nin Atina Büyükelçiliği'ne haber verip vermediğimi merak ediyordu aslında.

"Her ikisiyle de" dedim ve kütüphanede yan yana dizilen kitaplara yöneldim, "Bakabilir miyim?"; "Tabii ki" dedi; "zaten konuşacağız." 

Vaktim vardı. Isındırmak için röportaja kolay sorudan başlayacaktım.

Kitapta bahsettiği konuların çok daha fazlasını içeren, röportaj sonrasında onu rahatsız edecek ve günümüze kadar da bir daha bahsedilemeyecek detayların olduğu, terör örgütü lideri Öcalan'a, aralarındaki konuşmalara, onun yakalanış sürecine ilişkin bilgiler birazdan kayıtta olacaktı.

Yunan ajan Kalenderidis ile Öcalan'ın birlikte geçirdikleri süre ve bu sürenin sonundaki casusluk filmlerini andıran yakalanma hikâyesi...


- Kitabı yazmaktaki amacınız neydi ve fikir nasıl ortaya çıktı?

1998'de Yunan İstihbarat Servisi'nden emir aldım Abdullah Öcalan'a refakat etmek için. Bu yolculuk Atina'da başladı, benim için Nairobi'de bitti. Öcalan için İmralı'da bitti. Sonrasında, bu olayla ilgili gerçekler saklandı. Gerçek sorumlular kendi sorumluluklarını gizlemek için günah keçisi aradılar. Bu günah keçileri arasında ben de vardım. O zaman da konuşmak istedim ancak konumum müsait değildi.


Öcalan yakalandığında basın aracılığıyla savcılık ya da Yunan Parlamentosu'nda konuşmak istemişti Kalenderidis, ama yasal güvence verilmemişti.

Kitap yazma fikri o dönemden beri kafamda vardı. Yıllar geçti. Bu fikir kendi içinde olgunlaştı. Bu tarihi olayla ilgili bir kitap yazacağım, dedim. Yaşadığım anlarla birlikte bir kitap haline getirdim.


- Her şeyi detaylı olarak anlatacağınız bir kitap yazmaktan çekinmediniz mi?

"Evet, çekindim aslında. Bir ikilem içindeydim, çünkü bu kitap milli konuları da kapsıyor. Bir de o dönemki siyasileri ve sorumluluklarını da ortaya koyuyor. Olumlu ve olumsuz yönlerini de tarttım; ama sonunda kitabı çıkarmaya karar verdim."


- Sizinle ilgili, Türkiye'deki bölücü terör örgütlerini bir araya getirmek, bölücülük yapmak ve Türk ordusundan bilgi sızdırılması konusunda girişimlerde bulunmak gibi iddialar ortaya atıldı. Neden?

"Bakınız, benim Türkiye'de örgütlerle, bölücü yapılarla kesinlikle hiçbir zaman temasım olmadı" dedi ve yine birkaç saniye durakladı, gözlerini kaçırdı; "Orada görevim başkaydı. Türkiye'yi takip etmek ve oradaki olayları Yunanistan'a nakletmekti. Yunanistan'daki Türk diplomatlar ne yapıyorsa ben de aynı şeyi yaptım," dedi, başka bir konuya dikkat çekti; "Fakat bunlar dışında Kürt sorunuyla ilgilendim."


- Kürt sorunuyla ilgilenmek sizin ilgi alanınız olduğu için mi ilgilendiniz, size böyle bir görev verildiği için mi?

Hayır, görev yoktu. Sadece Türkiye'nin bu konuyla ilgili kaygılarını sezdim. Türkiye'deki kurumlar, insanlar, politikacılar bu konuya çok değiniyorlardı, o yüzden buna yoğunlaştım.


- Öcalan'la ilk olarak nasıl tanıştınız?

9 Ekim 1998'de Atina Havaalanı'nda tanıştık. O zaman görevli olduğum kurumun başkanı beni tercüman olarak yanına aldı ve birkaç saat Öcalan'la görüştüm.


Oysa İzmir'de görev yaparken sık sık Suriye'de, Bekaa Vadisi'nde Öcalan'la görüştüğü iddiaları vardı, Kalenderidis bu iddialar hiç yokmuş gibi davrandı.


- Hangi kurumda çalışıyordunuz o dönem?

EYB'de, Yunan İstihbarat Teşkilatı'nda görev yapıyordum.


- Başkanınızın Öcalan'la havaalanında görüşmek istemesinin nedeni neydi?

Bize 9 Ekim 1998 sabahı bir bilgi geldi. Şam-Atina-Stockholm yolcu uçağı ile Abdullah Öcalan Atina'ya gelecek dendi. Bu bilgi gelince Yunan İstihbarat Daire Başkanı beni yanına çağırdı ve havaalanına beraber gittik.


- EYP'nin Öcalan konusunda üstlendiği görev neydi o dönem?

Hükümetin istediği talimatları yerine getirmek.


- Ne gibi talimatlar alınıyordu o dönem?

Ses tonu ve bakışları değişmeye başlamıştı Kalenderidis'in.

Sorular kitabının içeriğinden çıkmış, Yunanistan'ın milli güvenlik konularına dokunur hale gelmişti.

Birkaç saniye yine sessiz kaldı ve politik bir cevap verdi: 

Hükümetin istihbarat başkanına ne gibi talimatlar verdiğini ben bilmiyorum. Sadece bir dönem Türklerle temasın nasıl olduğunu anlatayım size. 'İnsancıl' bir konu için Kürtlerin yardımı istendi. Bin 619 Rum, Kıbrıs'ta kayboldu. Denktaş'tan yanıt alamadık.

Bu bin 619 kişinin akrabaları, kayıplarının peşine düştü. Biz bunun için bazı yöntemler kullandık ve Kürtlerden yardım istedik. Kürtlerle bazı ortak araştırmalar yapıldı. Bu araştırmalar çerçevesinde Kürtleri tanıdım ve Kürtler benimle ilgili Abdullah Öcalan'a bilgiler verdi. Bu kadar.


- Yani Öcalan'ın Yunanistan'a getirilmesinde o dönemin Yunan hükümetinin de bilgisi vardı? Öyle mi?

Öcalan havada uçaktayken başkana bilgi geldi. Benim bildiğim budur. O dönem Dışişleri Bakanı Sayın Pangalos'tu ve bildiğim kadarıyla Öcalan'ın geleceğini onlar da bilmiyorlardı.


- Öcalan Yunanistan'a ilk geldiğinde siz Türkiye'den birileriyle temasta mıydınız?

Kesinlikle hayır. Öcalan'ın ilk gelişinde, kesinlikle temas olmadı. Öcalan havaalanına gelince altı yedi saat kaldı. Bazı müzakereler oldu. Ve sonunda özel kiraladığımız bir uçakla onu Moskova'ya götürdük.


- Neden ilk gelişinde çok kısa kaldı Öcalan Yunanistan'da? Aslında sığınma istiyordu değil mi?

Sığınma istemedi, birkaç gün gizlice kalmak istiyorum, dedi. Hazırlıklar yaptığını söyledi ve bu hazırlıkların birkaç gün süreceğini söyleyerek hemen ayrılacağını belirtti. Bunu rica etti fakat o zamanki hükümet bu konuda çok hassastı ve bu durum Öcalan'a anlatıldı. 'Siz Yunanistan'da kalırsanız bu defa hükümet çok zor durumda kalır' dendi. 'Çünkü siz Türkiye ile savaş halindesiniz, siz kalırsanız ve bu duyulursa sanki Yunanistan Türkiye'ye savaş açmış gibi olacak. Bu olay ortak çıkarımız dışında bir olaydır' dendi.


- Yunanistan'da kalacağı o birkaç gün içinde neler yapmayı planlıyordu Öcalan? Size anlattı mı?

Gizli kalacağını, öteki devletlerde yaptığı hazırlıklar tamamlanıncaya kadar kalıp, sonra kendi rızasıyla ayrılacağını söyledi. Başka ülkelerde hazırlıkları vardı ama o ülkeler Öcalan'ı kabul etmeye hazır değildi. Aynı gün öğleden sonra, Rusya'daki çevreler ona, tamam gelebilirsiniz, dediler. Böylelikle kapı açıldı ve biz onu Rusya'ya, Moskova'ya götürdük.


Yunanlılar, Öcalan'ın bir ateş topu olduğunun farkındaydı ve onun ülkede kalmasının doğuracağı tepkileri kaldıracak durumda değillerdi.

Yine de Kürtleri kaybetmek istemiyordu Yunanistan. "Bakın biz yine de yanınızdayız" diye göstermek içindi.

Şam'dan Atina'ya ilk gelişine önayak olunması. Öcalan'a tahsis edilen uçağın vakit kaybetmeden havalanması sağlandı. Hedef Rusya'ydı. 


- Şam'dan ilk kaçışına dönersek, neden sizce Öcalan Şam'dan kaçma, Suriye'den çıkma gereği duydu?

"Bana anlattığına göre, Abdullah Öcalan Güney Kürdistan'a veya Kuzey Irak'a, siz nasıl istiyorsanız öyle tercih edin o tanımlamayı, geçmeyi planlıyordu" dedi gülümseyerek.

Türkiye'nin, sınırlarında oluşabilecek bağımsız bir Kürt devletine, hele ki "Kürdistan" kelimesine tahammülü yoktu.

Bunu biliyordu, kendince o "hassaslıkla" ama aslında içten içe hafife alır bir tutumla devam etti cümlesine:

Bütün hazırlıklarını yaptı Öcalan, arşivlerini oraya taşıdı. Fakat aynı anda Avrupa'ya açılmak istiyordu. Ve bu çerçevede Yunanistan'daki bazı arkadaşlarıyla temasa geçti. Bir Yunan milletvekilini oraya çağırdı. Benim için iki seçenek var, dedi. Biri Kürdistan'a gitmek, diğeri Avrupa'ya... Sizin yardımınız olabilir mi, diye sordu Yunanlılara.


Öcalan'ın yardım talep ettiği kişi, 1995'te Öcalan'la görüşmek için Bekaa Vadisi'ne giden Yunanistan Pasok Milletvekili Kostas Baduvas'tı.

Baduvas daha o yıllarda, Öcalan'ın Suriye'den ayrılış aşamasında ona siyasi sığınma hakkının verilmesi için hükümete baskı yapmaya başlamıştı.

Onun Yunanistan'a davet edilmesi için başlatılan imza kampanyasına da öncülük etmişti.

Belli ki bu yüzden Kalenderidis'in Baduvas'a da ayrı bir ilgisi vardı.

Devam etti Kalenderidis:

Atina'ya geldi ve sonunda şifreli bir mesajla, evet gelebilirsiniz, dendi Öcalan'a. Baduvas o zaman iktidardaki partinin milletvekiliydi ve Kürt dostuydu. O zaman Öcalan Kürdistan yolunu tercih etmedi, Avrupa yolunu tercih etti ve 9 Ekim 1998'de Atina Havaalanı'na indi.


Oysa terör örgütü liderinin Atina'ya geleceğinden Yunan hükümetinin haberi olmadığını, bunu o havadayken öğrendiklerini söylemişti daha birkaç dakika önce.

Şimdi ise bu kaçış yolculuğuna iktidar partisinin milletvekilinin önayak olduğunu söylüyordu.

Beklediğim çelişkili yanıtlar bu andan itibaren başlamıştı işte.


- Sizin Öcalan'la birlikte olduğunuz süre zarfında, o PKK'ya nasıl emir veriyordu uzaktan ve örgütle nasıl görüşüyordu?

Çoğu zaman ya insanlarla talimat veriyordu ya da telefonla.


- Telefonla nasıl konuşuyorlardı?

Gözünün önünde bir anı canlanmışçasına güldü sinsice.

"Bu konulara girmedik" dedi önce. 

Fakat benim de bildiğim kadarıyla ya uydu telefonuyla ya da sabit telefonla görüşüyordu. Cep telefonu da o zaman yeni çıkmıştı. Yani Türkiye'ye yönelik herhangi bir operasyonun talimatını Öcalan telefonla veriyordu. Fakat bu konuda ben Öcalan'ın yanındayken Öcalan telefonu kesinlikle kullanmadı. Çevredeki insanlar da kullanmadı. Bütün bunlar benim denetimimdeydi.


İçimden, benimle dalga geçiyor, diye düşündüm o an.

Hem terör örgütü liderinin telefonla örgüte "saldırın" talimatı verdiğini söylüyordu Kalenderidis, hem de "Yanımda telefon kullanmasına izin vermedim" diyordu.

Sözü bitene kadar dinlemeyi tercih ettim. Bakalım bu çelişki nereye kadar devam edecekti? 

Ben gizlilik esasına uyulması gerekçesiyle böyle bir şeye müsaade etmedim," diye yineledi. "Bu yolculuk bitene kadar telefon kullanmayacaksınız, dedim ve telefon kullanılmadı. Benim olduğum dönemde ne telefon ne de kurye olarak kullanılan insanlar vardı. Sadece son günlerde bildiğim kadarıyla bir ya da iki kaset doldurdu. O zaman örgütün 6. kongresi vardı. Orada bazı mesajlar vermek istedi. Bir kaset doldurdu ve bir avukata verdi. Fakat Avukat Nairobi havaalanına giderken, Kenya hükümeti bu kasetlere el koydu. Galiba o kasetler sonradan Türkiye'ye geldi.


"O kasette neler vardı biliyor musunuz?" diye sordum. Manidar bir biçimde, "Gerçekten bilmiyorum" diyerek kestirip attı.


- Ama o dönem PKK'nın Doğu ve Güneydoğu'da saldırıları yoğundu. O operasyonların emrini yine benzer kasetlerle mi ulaştırdı örgüte?

"Ben Öcalan'ın yanındayken kesinlikle hiçbir emir ve talimat ve-ril-me-di" diye heceledi. 

Yüzünde zaman zaman beliren o gülümseme beni rahatsız ediyordu.

Beni mi deniyor diye düşünmeden edemiyordum.

Konu ciddiydi, binlerce insanın ölümü söz konusuyken takındığı üslup sinir bozucuydu.

Belki de istediği buydu.

Yanıtını alamadığım soruları evire çevire farklı yollarla tekrar tekrar soracaktım:


- O dönem, örgütünden uzakken nasıl yönetiyordu operasyonları ya da yerine birileri mi bakıyordu?

Gerçekten bilmiyorum. Ama bu şeyler için önceden birilerine görev verdi. O insanlar görevi genel esas çerçevesinde yürütüyordu.


- Öcalan operasyon haberlerini basında gördüğünde yanında mıydınız?

Bakınız... Nairobi Büyükelçiliği'ndeyken her gün internete girip Abdullah Öcalan'a bazı haberleri alıp veriyordum. Okuyordu, kendi değerlendirmelerini yapıyordu. Fakat bildiğim kadarıyla her gece BBC radyosundan haberleri dinliyordu. Bu kadar.


Konuyu değiştirdim aniden.

Kalenderidis'in "Görmedim, duymadım, bilmiyorum" cevaplarından sıkılmıştım.

Satranç tahtasının üzerinde karşılıklı dans ediyor gibiydik, ya da zorlu bir boks turnuvasında birbirine galip gelmeye çalışan iki rakip gibi.

Benim işim soru sormaktı, savaşmak değil.

Dahası eğer bu bir "düello" ise, bunu kabul eden kendisiydi.

Buna rağmen kendini hep defansa alan da yine kendisiydi.

Rotayı tekrar Yunanistan politikalarına çevirdim;


- Yunanistan'ın PKK'ya silah yardımı yaptığı doğru mudur?

"Ben bu konuyla ilgilendiğim müddetçe hiçbir zaman bu örgütün adamlarıyla temasım olmadı. Yunanistan'da Kürtlerin ERNK adında bir kurumu vardı. Bu kurum Avrupa Birliği ülkelerinin her birinde vardı aslında. Hatta Türkiye'nin kardeş ülkesi Azerbaycan'da da aynı kurum vardı" dedi "kardeş ülke"yi vurgulayarak.

Bu kurum diğer ülkelerde ne faaliyet gösteriyorsa, diğer ülkelerde de aynı faaliyetleri gösteriyordu. Bazı şeyleri yürütmek için mahkemeden izin alıyordu... Kitapları basmak, dergi basmak ya da folklor etkinlikleri düzenlemek için izinler alınıyordu.


- Peki sizin şahitliğinizde demeyelim de Yunan hükümetinin politikası ve uzun vadeli çıkarları açısından düşünelim, böyle bir silah yardımı söz konusu mudur örgüte?

Geçmişi içinde barındırıp o dönemin uluslararası ilişkilerini de yakından ilgilendiren soru karşısında gözlerini kıstı, bu defa gözlerini kaçırmadı, bıktıran soruyu büyük bir sabırla ve politik bir cevapla yanıtladı:

Bence böyle bir şey doğru ve aklı başında bir yaklaşım değil. Bu örgütün silah bulmaya ihtiyacı yoktur. Ortadoğu ve özellikle Irak'ta böyle bir bolluk var. Dünyanın hiçbir yerinde o kadar kolay silah bulamazsın. Irak'ta, özellikle Kuzey Irak'ta bulabilirsin.


- Ama uluslararası basında şöyle ifadeler yer aldı... Yunanistan tarafından 20 bin kalaşnikof, 30 bin Amerikan patentli stinger füze yardımının örgüte yapıldığı ve bunun yine Yunanistan kaynaklı olduğuna dair birtakım haberler ve iddialar yer aldı.

Bunlar propagandadır. Olsaydı, sanıyorum Türkiye gereğini yapardı. Bunlar sadece iddiadır. Evet, Yunanistan'ın Kürtlerle ilişkileri vardı. Halk arasında, belediyeler arasında, bazı örgüt ve dernekler arasında... Bu ilişkiler Türkiye'yi rahatsız ediyordu ve bu ilişkileri koparmak için Türkiye diplomatik yollarla ya da basın yoluyla Yunanistan'a baskı yapıyordu.


Bir süre "kolay" sorularla devam etmeliyim diye düşündüm.

Genç, naif bir gazeteci edasına büründüm, sesimi incelttim:


- Yunanistan'ın Kürtlerle ilgili uzun vadeli çıkarları hangi noktada örtüşüyor?

Yunanistan son 50 yıldır, Türkiye'nin tehdidi altındadır. Kıbrıs'ta 100 bin Kıbrıs Türkü için Türkiye bir operasyon yaptı ve adanın bir bölümünü 'işgal' altında tutuyor. Şimdiye kadar orada bulunan asker sayısı 40 bin. Ege statüsünü değiştirmek istiyor. Bu da tehditkâr bir politikadır. Yunanistan bu tehditkâr politikayı sınırlandırmak ya da bertaraf etmek için müttefik arayışına girmiş olabilir. Ve galiba birileri Kürtleri Yunanistan'ın müttefiki olarak gördü. Ben bu konulara şahit değilim. Ben bir memurdum, görevliydim. Aldığım emirleri yerine getiriyordum. Bunlar politik konular. Değerlendirmek doğru değil.

Onun "şahit" olduğu konularla devam etmeliyim o zaman, diye düşündüm.


- Öcalan'la beraber vakit geçirdiğinizde neler anlatırdı size? Sohbetleriniz ne hakkındaydı? Öcalan'ın korkuları nelerdi? Sizin izlenimleriniz nelerdi?

Ben de Türk basınında çıkan yazılardan etkilendim ve bu yazılara, haberlere cevap arıyordum. Birileri diyordu ki, PKK yabancı servislerin ürünüdür. Türkler ve yabancılar görüş ayrılığında, bu nedir, dedim. Öcalan bana 'Benim partim Türkiye politikalarının ürünüdür' dedi. Yabancı devletlerle görüşüp yardım alıyoruz ama benim partim kimsenin ürünü değil, dedi.


"Gizli şeylere girmiyorduk, ben de sormuyordum" diyordu üstü kapalı.

Ancak o günler, zor günlerdi ve derin konulara girmek doğru değildi. Her gün ne yapacağımızı, yarın nereye gideceğimizi, uygulanan planlarda neler yapacağımıza değiniyordu.


- Korkuları var mıydı geleceğe dair?

Oda yine sessizliğe büründü.

Gözlerini yere dikti, aklı başka bir yere gitmişti.

Politik cevaplarından bir diğeri gelecekti belli ki.

Bakın bana ne dedi... Birileri onun ölümden korktuğunu söylüyordu. Bana, 'Benim için ölüm özgürlük olacak; çünkü örgüte bütün katılanları ben eğittim, tavsiyeler verdim. Benim hayatta kalmam gerekiyor halkımı bir yola koyabilmek için" dedi.


Terör örgütü liderinin yakalandıktan sonra mahkemede "beş para etmez bir adamım" diye haykırışlarını hatırlamazdan gelmişti Savvas Kalenderidis.


- Öcalan için yolun sonu nedir?

Biz eskiden beri Kürt devleti kurmak istiyoruz ancak bu kısa gelecekte imkânsız görünüyor. Demokratik haklarımızı istiyoruz, haklarımız verilirse biz silahlı mücadeleden vazgeçeceğiz' diyordu.


- Abdullah Öcalan size nasıl bu kadar güvendi?

Kürtlerle bazı ortak araştırmalar yaptık. Bu çerçevede Kürtler beni tanıdılar ve biyografimi Öcalan'a verdiler. 'Dürüst' birisi dediler. Böylelikle bana güvendi. Korfu'dayken bana ilk talimat verildi. Bir Afrika ülkesine gitmesi gerekiyor, dendi. Oradan Güney Afrika'ya geçecek ve orada siyasi iltica talebi kabul edildikten sonra gidecekti.

'Lütfen oraya gidin, Yunanistan güvence veriyor ona, lütfen Öcalan'ı ikna edin, sana inanıyor' dediler ve ben de kelimesi kelimesine o teklifi Öcalan'a aktardım. Bana şahsi görüşümü sordu. 'Sen ne diyorsun' dedi.

'Size olduğu gibi aktardım, sizin özgürlüğünüz için devlet güvencesi veriliyor. Hangi ülkeye gideceğimizi bilmiyorum ancak gidilen ülkede, Güney Afrika iltica talebinizi kabul edene kadar Yunan Büyükelçisi'nin evinde birkaç gün kaldıktan sonra bir çiftliğe geçeceksiniz' dedim.

'Daha sonra biz Yunan devleti olarak kendi imkânlarımızla sizi oradan alıp, Güney Afrika'ya götüreceğiz,' dedim. Bu teklifi ben sundum. Devlet güvencesinin altını çizdim. Yunanistan'a ve bana inandı.


- İnanmakla sizce hata mı yaptı?

Sonuç ortadadır. Evet, hata yaptı.


Pişmanlığı gözlerinden okunuyordu Kalenderidis'in.


- Öcalan Yunanistan'a ikinci kez geldiğinde yerini nasıl tespit ettiniz?

Gizli geldi ikincisinde, fakat bu defa Yunan istihbaratı değil, Dışişleri Bakanlığı'ndan ona refakat edenlerle temasa geçildi ve bir randevu verildi. Orada hükümet onunla irtibata geçti ama ben orada yoktum.


- Kimler ona refakat etti o dönem?

Öcalan ikinci defa Rusya'dayken, Yunanistan'da ERNK'nın eski Yunanistan sorumlusu Rozerin adında bir kız organize etti bunu. Son gece Öcalan özel uçak düşürülmesin diye yanına bir Yunanlı istedi. Ve emekli bir Yunanlı bir subay da ona eşlik etti.


- O kimdi?

Deniz subayı Antonis Naksakis.

Rozerin diye bahsettiği kişi, PKK'nın Yunanistan sorumlusu Ayfer Kaya'dan başkası değildi.

Kod isim olarak Rozerin'i kullanıyordu. Daha sonraları, terör örgütü liderinin sevgilisi olarak anılacaktı.

Deniz subayı Naksakis ise, Yunan ordusundan emekli olan bir amiraldi.

Dönemin Yunan Adalet Bakanı Evangelos Yannopoulos, Naksakis'in Öcalan'ı gizlice Atina'ya getirdiğini resmen itiraf etmişti sonra.

Naksakis, Öcalan'ı Atina'ya gizlice getirmekle kalmamış, onu Atina'nın sahil semti Nea Makri'deki villasında da ağırlamıştı.

Yunan Dışişleri Bakanı Pangalos'a Öcalan'la görüşmesi için defalarca ısrar etmişti, ama Pangalos o dönem onunla görüşmedi.

Sonunda da Öcalan'a Yunanistan'ı derhal terk etmesi için ültimatom verildi, Kenya'ya gitmesi için de yardım edildi... Tabii Kalenderidis aracılığıyla.


- Sizce Öcalan'ın Yunanistan'a ikinci defa geliş nedeni neydi? Yunanistan yeşil ışık mı yakmıştı?"

Hayır, kesinlikle. Yunan hükümeti bizzat Öcalan'a 'Buraya gelme, biz seni koruyamayız çünkü sıkı bir baskı var, buraya gelirsen felaket olur' dedi.


Buradan sonra Kalenderidis durakladı.

Ellerini kendine doğru çekti, yarım yamalak nefes aldı ve sonunun nereye varacağını düşünmeden o ifadeyi kullandı:

Bakınız, Öcalan aslında Amerika ve Türkiye tarafından aslında Rusya'dayken tutuklandı. Ruslarla anlaştılar ve Öcalan, Amerika, Rusya ve Türkiye'nin denetimindeydi.


O anda ben durakladım.

Yanlış mı duymuş, yanlış mı anlamıştım?..

Ya da o ana kadar düzgün Türkçesiyle şakır şakır konuşan Kalenderidis, 2 dakika sonra "Ben yanlış ifade ettim" mi diyecekti?

Resmen, Öcalan'ın 33 günlük Rusya macerası sırasında Rusya'da tutuklanıp sonra serbest bırakıldığını söylemişti.

Üstelik Türkiye'nin bilgisi ve yakın ilgisi dahilinde.

O ana kadar bu bilgiyi kime vermemişti.

Kendisiyle görüşmemin "tarihi röportaj" olarak anılmasının bir nedeni de buydu.

Olayı, Yunanistan'ın PKK'dan desteğini çekmesi için Yunanistan aleyhine hazırlanan bir plan olarak lanse edecekti.
 

Terörist elebaşı Apo’nun yakalanışına kadar ona refakat eden Yunan İstihbarat Subayı Savvas Kalenderidis ile sürece ilişkin yaptığım, 2,5 saatin 6 dakikası yayınlanan röportajdan, 2006
Terörist elebaşı Apo'nun yakalanışına kadar ona refakat eden Yunan İstihbarat Subayı Savvas Kalenderidis ile sürece ilişkin yaptığım, 2,5 saatin 6 dakikası yayınlanan röportajdan, 2006

 

Yunanistan, Kürt sorunundan elini çeksin diye Amerika ve Rusya'dan baskı görüyordu ve Türk-Yunan yakınlaşmasına dair bir plan hazırlandı.


Orada durdu.

Yeni bir soru sormak yerine beklemeyi tercih ettim.

Acaba devamında ne gelecek, diye düşündüm.

"Burayı tekrar sorar mısınız? Ben karıştırdım biraz" dedi.

Vaz mı geçti acaba anlatmaktan, diye düşündüm...

Ya da yalan söylemişti de toparlamak için zaman mı kazanmak istiyordu?

Yoksa "Burayı yayımlamayın" mı diyecekti?

Dahası eğer öyle derse ben ne cevap verecektim?

Sorumu yineledim. Özenle seçilen kelimelerle ve yavaşlayan bir Türkçeyle devam etti:

Öcalan Rusya'dayken onlar tarafından tehdit edildi ve başka çıkış yolu olmayınca Yunanistan'a gelmeyi tercih etti. Ancak bunun arkasında başka şeyler de var.


- Neler var?

Amerika 90'lı yıllarda Türk-Yunan yakınlaşması için çaba sarf ediyordu ancak Türkiye'nin şartı, Yunanistan'ın Kürt sorunundan elini çekmesiydi. Amerika tarafından Yunanistan'a baskı da vardı, ancak Kürtlerle Yunanlıların ilişkileri çok iç içeydi. Kürtler Yunanistan'da tabana yayılmıştı.

Belediyelerde, derneklerde çok sıkı ilişkiler vardı. Bu ilişkiler sadece Yunan hükümeti tarafından verilecek bir emir ya da talimatla kopartılamazdı. Ancak Kürtlerle Yunanlıların ilişkilerinin bozulması gerekiyordu.

Öcalan, Amerika ve Rusya tarafından Rusya'dayken tutuklandı. Öcalan'a özellikle bir tuzak olarak Yunanistan kapısı açıldı, başka kapısı yoktu. Öcalan buraya geldi, Yunanistan'a baskı yapıldı Nairobi'ye gitmesi için. Böylelikle Öcalan'ın tesliminde Yunanistan'ın rolü kritik ve belirleyici olacaktı. Böylece Kürt ve Yunan ilişkileri kendiliğinden kopmuş olacaktı ve bu gerçekleşti.


- KGB'nin rolü neydi?

Rusya, Amerikalılarla anlaşma yaptı ve bu plan Yunanistan aleyhine işledi. Öcalan'ın Atina'ya gelişi aslında Yunanistan için bir tuzaktı.


Yunanistan da Öcalan'ın bir ateş topu olduğunun farkındaydı.

O yüzden ikinci defa Atina'ya gelişinde terör örgütü liderini alelacele Hollanda'ya göndermek istediler.

Ama plan işlemeyecekti ve rota mecburen Kenya'ya çevrilecekti.


- Minsk'e geçiş nasıl gerçekleşti?

Kürtlerin bir Hollanda planı vardı. Öcalan ikinci defa Atina'ya geldiğinde, bizden yardım istediler. Yunan hükümeti bu müzakereler sürerken Yunanistan'ı terk etmesini istedi. Öcalan, 'Tamam, benim Hollanda'ya gitme planım var' dedi. Uçak tahsis edilmesini istedi.

Refakatçi olarak benim de olmamı istedi, Minsk'e gittik. Oradan bir kargo uçağıyla Rotterdam'a gidecekti. Bu plan açığa çıktı. Rotamızı Avrupa Birliği uçuş merkezine bildirmek zorunda kaldık ve durum anlaşılınca geri döndük.


- O yolculukta size kimler eşlik etti?

Ben, 1 Hollandalı avukat ve 2 Kürt vardı yanında.


- Size bu süreçte "Mutlaka Öcalan'la olacaksın" talimatı mı geldi?
 

Hayır... Bana sadece, 'uçaktan inmeyeceksiniz' dendi. Ben Öcalan'ın isteğiyle gidiyordum uçak düşürülmesin diye. Ben Yunanistan'ı temsilen orada olduğum için, uçağı düşürme emri verilecekse de bu çok daha zor bir süreç olacaktı ve zaman kazanacaktık.


- Öcalan'ın Hollanda'da ne gibi planları vardı?

Hollanda anayasası iltica etmek isteyenlere büyük haklar tanıyordu ve Öcalan'ın iadesi söz konusu olamazdı. Onun için Hollanda tercih edildi.


- Hollanda'nın bu durumdan haberi var mıydı?

Kesinlikle yoktu.


- Hollanda'ya kendisi gitmek istedi. Peki, diğer yerleri kendisi mi belirliyordu, yoksa onun adına Yunan hükümeti mi karar verdi?

Kendisi istiyordu. Yunan hükümeti Nairobi ve Kenya'yı tavsiye etti.


Süreci kafamda toparlamaya çalışıyordum.

Öcalan'ın, 9 Ekim 1998'de Abdullah Sarıkurt adına düzenlenmiş sahte pasaportla Suriye'den başlayan kaçış yolculuğu, 6-7i saatlik Atina molasının ardından Rusya'da devam etmişti.

Rusya'dan sınır dışı edilmesinin eli kulağında olan bir süreçte tüm alternatifler masaya yatırılmıştı.

Seçenekler arasında Öcalan için hem Irak'ın kuzeyi hem de Avrupa ülkeleri ağır basmaktaydı.

Irak'ın kuzeyindeki Kürt yapılanmasına güvendiğinden olsa gerek, önce Avrupa'da kemikleşmek için batıya oynamak istemişti.

Rusya'ya geldiği pasaportla, 12 Aralık 1998'de İtalya'ya geçecekti.


- Peki İtalya seyahati?

Bu kitabı yazmak için İtalya konusunda bazı tanıklarla konuştum. O dönemki İtalya başbakanı Öcalan'ın gidişine onay verdi. Koalisyon hükümeti vardı İtalya'da. Başlangıçta bu durumu romantik bir konu gibi gördüler. Öcalan ve Kürtlerin lehine olumlu açıklamalar yaptılar. Sonunda Türkiye ve Amerika'nın baskısıyla iklim değişti ve Öcalan konusu İtalya'nın da aleyhine bir konu oluverdi.

Öcalan'ın oradaki son günlerinde, dönemin başbakanı D'Alema ona bir mesaj gönderdi. 'Ayrılamazsanız benim hükümetin birkaç gün içerisinde düşecek. Sonra merkez sağ hükümet gelecek ve bu sizin için kötü olacak. Ya mafya ya da eski Gladyo yoluyla sizi tehdit edecekler ve öldürecekler' diye yazdı. Öcalan o zaman 'Bana destek oldular, ben de onların düşmesini istemediğim için İtalya'dan ayrıldım' dedi.


ABD Başkanı Clinton, Öcalan'ın teslim edilmesi için D'Alema'yı sıkıştırmıştı.

D'Alema'nın Öcalan sempatisi, Türklerin gözünde onu "dallama" yapmıştı.

Türkiye de terör örgütü liderinin iadesi için İtalya üzerinde baskı kuruyor, ancak idam cezasının yürürlükte olması gerekçesiyle İtalya Öcalan'ı vermemekte direnç gösteriyordu.

Aslında o süreçte Almanya'ya iadesi ve siyasi sığınma hakkı talebi de söz konusuydu.

Ne var ki ülkedeki Kürtlerin ve milliyetçi Türklerin varlığı Almanya Başbakanı Schröder'i de tedirgin etmişti ve sahneden çekilmişti.

Öcalan'ın ülkeyi terk etmesi konusunda ısrarlar sürerken, Yunanistan Dışişleri Bakanı Pangalos'un daveti gelmiş ve Öcalan aslında bu güvenceyle ülkeyi terk etmeye ikna olmuştu.

Roma'dan ayrılışı da tıpkı gelişi gibi gizli kapaklı organize edilmişti.

İtalyan gizli servisi Öcalan'a tıpatıp benzeyen bir dublör bulup onu Apo'nun Roma'da kaldığı villaya yerleştirmiş, Öcalan da kimsenin dikkatini çekmeden Yunanistan'a gidecek uçağa teslim edilmişti.

Birkaç gün sonra Roma'da ortalık durulunca, dublörüyle ülkeyi terk ediyor numarası yapıldı.


Türkiye neden Öcalan'ın Arnavutluk'a gitmesini istedi?

Yunanistan'a tekrar gizlice nasıl götürüldü?

Kenya durağı Öcalan için bir tesadüf müydü, önceden mi planlanmıştı?

Öcalan'ın kadın korumalarına ilişkin detaylar neler?

Uluslararası kaçış sürecinde terör ele başına para aktarımı nasıl sağlandı?

Kenya'dan Hollanda'ya gideceğini düşünen Öcalan'a, MİT'in gizli planı…

Paketlenme sürecinin perde arkası…

6 Ocak 2024 Pazartesi günkü yazımda.
 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU