Jimmy Carter, Ortadoğu'da barışa aracılık etti ama bu en büyük başarısızlığını tetikledi

Tek dönemlik başkanın İranlı devrimciler tarafından aşağılanması, Amerika'nın onlarca yıl sürecek kinini başlattı

ABD Başkanı Jimmy Carter, 1980'de İran'daki rehineleri kurtarma görevinin başarısız olduğunu açıklamaya hazırlanıyor (AP)

Jimmy Carter'a yağdırılan tüm övgülere rağmen, kendisi tek dönemlik bir başkandı ve Beyaz Saray'da geçirdiği 4 yılın büyük bir kısmı başarısızlıkla sonuçlanmıştı, her ne kadar emekliliğindeki hayırsever çabaları bu başarısızlığı kat kat aşmış olsa da.

Bununla birlikte Carter yönetimi bir diplomatik başarıya imza attı ki bu başarı daha sonra olanlar yaşanmasaydı daha fazla tanınabilirdi. Bu başarı Eylül 1978'de, yani Carter döneminin üçte biri geçmişken imzalanan Camp David anlaşmalarıyla geldi ve birinci dereceden bir diplomatik atılım teşkil etti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu anlaşmalar İsrail'e 1948'deki kuruluşundan bu yana sahip olduğundan daha fazla güvenlik sağlamış ve Ortadoğu'ya bir süreliğine barış getirmişti. Şimdi hatırlamak zor ama o zamana kadarki ana çatışma İsrail'le tüm Arap dünyasını karşı karşıya getirmişti ve Mısır en kuvvetli askeri güç olarak ön saflarda yer alıyordu.

Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü, 1960'lar ve sonrasında uçak ve gemi kaçırma eylemleri de dahil sivil hedeflere yönelik saldırılar düzenlemişti. Carter, Henry Kissinger'ın başlatttığı süreci Beyaz Saray'a girdikten kısa süre sonra yeniden canlandırdı ve Camp David anlaşmaları bunun sonucuydu. Bu anlaşmalar Mısır'ın İsrail'i tanımasını, aralarındaki savaş halinin sona ermesini (1979'da resmi bir barış anlaşması imzalandı) ve İsrail'in 1973 savaşından beri işgal altında tuttuğu Sina'yı geri vermesini öngörüyordu.

Carter'ın Beyaz Saray'daki imza töreninde Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin'i ağırladığı fotoğraflar, sonraki her ABD başkanının yeniden üretmeye çalıştığı görüntülerdi. Carter'ın 1978'de gerçekleştirdiği atılımın büyüklüğünün yanı sıra, her iki liderin de anlaşmayı imzalayarak ne kadar büyük risk aldığını şimdi anlamak da zor.

Üç yıldan biraz daha uzun süre sonra Sedat bir askeri geçit töreni sırasında uğradığı suikast sonucu öldü. Begin hayatta kaldı ancak bu kez Filistinlilerle ciddi bir barış girişiminde bulunan bir sonraki İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, 1995'te Tel Aviv'deki bir barış mitinginin ardından suikasta kurban gitti.

Tüm bunlarla birlikte, Camp David barış anlaşmalarının önemi, ne Ortadoğu'da barışın temeli olarak ne de ABD'nin buradaki barış arabuluculuğu rolü açısından küçümsenemez.
 

Jimmy Carter
Jimmy Carter'ın başkanlığına diplomatik başarı ve başarısızlık damga vurmuştu (AP)


Ertesi yıl İran'da İslam Devrimi olmasaydı Camp David, Carter'ın yeniden seçilme kampanyasında tarihi bir başarı olarak yer alabilir ve ikinci dönem umutlarını boşa çıkaran iç politikadaki bazı başarısızlıkların telafi edilmesine yardımcı olabilirdi.

Ancak İran'da devrim oldu ve Camp David anlaşmaları ABD'li seçmenler için sadece devrimle değil, Tahran'daki ABD elçiliğinin bir grup devrimci öğrenci tarafından basılıp 50'den fazla Amerikalının 444 gün boyunca rehin tutulmasıyla neredeyse gölgede kaldı.

Zaten kötü olan durum, Carter tarafından yetkilendirilen bir kurtarma görevinin yanlış gitmesi ve 8 ABD askerinin ölümüne neden olmasıyla daha da kötüleşti. Operasyon ABD'de hayal kırıklığı ve öfkeyle karşılandı. Carter kötünün de kötüsü bir durumdaydı. Birçoğu diplomat olan ABD yurttaşları yurtdışındaki kendi elçiliklerinde esir tutuluyordu; ABD ordusu onları kurtarmakta başarısız olmuştu ve seçim yaklaşıyordu. ABD ağır yaptırımlar uyguladı ama hiçbir işe yaramadı. Rehinelerin eve dönmesini sağlayan Ronald Reagan oldu.

Elçilik kuşatmasının yankıları bugüne kadar sürdü. Birbirini izleyen başkanlar tarafından ABD'nin İran ve özellikle de mollalar tarafından aşağılanması olarak görülen bu olay, İran rejimine karşı 50 yıldır gerçek bir yakınlaşmayı engelleyen saplantılı bir kızgınlık yarattı.

ABD'nin 1980'den beri İran'la diplomatik ilişkisi yok ve (görünüşe bakılırsa) bu ülkedeki gelişmelere dair neredeyse tüm hissiyatını yitirmiş durumda. Tüm ilişkiler üçüncü ülkeler üzerinden yürütülüyor. Barack Obama'nın İran'ın nükleer silah geliştirmesini engellemek için (2015'teki Kapsamlı Ortak Eylem Planı aracılığıyla) gösterdiği ve Donald Trump'ın ilk döneminde iptal ettiği gönülsüz çabayı bir kenara bırakırsak, ABD'nin İran'la ilişkileri, İran'ın bölgedeki kilit güç ve kilit tehdit olduğunu kabul etmesine rağmen, ABD'nin herhangi bir diplomatik angajman yerine güç kullanmayı (suikastlar ve benzerleri) tercih etmesiyle bozuldu.

Suriye'de Beşar Esad'ın düşmesiyle birlikte dinamik değişti. İran büyük kaybeden oldu ve iki vekil gücü (Güney Lübnan'daki Hizbullah ve Gazze'deki Hamas) İsrail tarafından zaten zayıflatılmıştı ve zor durumda kaldı. Bu durum Trump'a İran'a olası bir açılımı düşünmesi için bir itici güç olabilir mi? İlk döneminde selefleriyle aynı hedefli suikast politikasını izlediği göz önüne alındığında bu şüpheli görünüyor. Ancak yine de bölgede gelecekte çatışma (ya da barış) için bir anahtar olmaya devam eden zayıflatılmış bir İran, belki de Trump'ı Washington'ın İran'ı takip etmeyi sürdürmesinin gerçekten kime yaradığını sormaya teşvik edebilir.



independent.co.uk/independentpremium

Independent Türkçe için çeviren: Çağatay Koparal

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU