Giriş: Küresel cihadizmle merkez ülkelere yönelik güvenlik tehdidinin mekansal uzaklığının anlamsızlaşması
Bugünlerde 11 Eylül saldırılarının (9/11 Olayları) 20. yılına girerken siyasetin, toplumun ve devletin anlamlarının 11 Eylül öncesi ve sonrası olarak ayrıştıran birçok analize rast geliyoruz.
Şu sorular da beraberinde geliyor:
9/11 Olayları gerçekten bu düzeyde kurucu bir etkiye sahip mi?
Sistematik bir dönüşümü ortaya çıkaracak kırılmaları ve kopuşları yaratabildi mi?
Birçoğuna göre bu soruların cevabı 'Evet'. Fakat ben bu konuya tarihsel süreklilik içerisinde ele almanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
9/11 Olayları ABD'de güvenlik tehdidine yönelik mücadele analizlerini değiştirdi. Cihadizm, ABD için dikkate alınması gereken bir sorun oldu.
Bu olayların öncesinde bu akım belirli (Sovyet yayılmacılığına karşı) ve kısıtlı alanlarda (Afganistan) birlikte çalışabilecek bir pragmatizmi işaretliyordu.
ABD'li güvenlik bürokrasisi için Ortadoğu karmaşıktı ve bilinmezliklerle doluydu fakat oranın radikallerinin New York'a veya Washington'a bir tehdit teşkil etmediği düşünülüyordu.
Uzamsal algının yani uzak/yakın düşüncesinin belirginliğinin bu noktada 9/11 ile kırıldığı söylenebilir. Tehdit merkezinin coğrafi uzaklığının anlamsızlaştığı bir süreci başlattı.
İlk kırılma: ABD'nin müdahaleciliği ve İhvanizm'in yükselişi
ABD'nin yönetici elitinin, 11 Eylül ile birlikte iç kamuoyunda yükselen güvenlikli hissetmeme haline anlamlı bir cevap üretmesi gerekiyordu.
İktidarda Cumhuriyetçiler vardı ve bu yanıt Cumhuriyetçilerin geleneksel seçmen sosyolojisine uyumlu olmalıydı. Yani güvenlikleştirmeye muhafazakar bir ruh verilmesi elzemdi.
Saldırının faillerinin El-Kaide mensupları olduğu anlaşılınca bu örgütün merkezlerinden birisi olan Afganistan'a askeri operasyon düzenlenmesi kısa vadede alınabilecek en optimal tercih olarak ABD güvenlik bürokrasisinde yükseldi.
Afganistan'a yönelik ABD müdahelesini Irak izledi. Böylece ABD kamuoyunda Bush'un terörle mücadele noktasında kararlı olduğunun mesajı da veriliyordu. Bu dizisel ve genişlemeci müdahalecilik ABD'nin Ortadoğu'da yeni düzen kurucu olduğu fikrini Körfez monarşilerinde yerleştiriyordu.
Fakat devasa ordu yığmanın maliyeti her geçen gün ABD'li vergi verenler için yük olmaya başladı. Bu sebeple ABD bölgeye demokrasi getirme hedefini yerel aktörler marifetiyle yapmanın daha iyi olacağını düşündü.
Bu, birçok noktada ABD için desteklenmesi gereken bir proje olarak görülüyordu. ABD'li karar alıcılar İslam'ın kural ve kurumlarını siyaset yapmanın merkezini yerleştiren örgütlü yapıların öncelikle otoriter ve tek adamın hakim olduğu ülkelerde başa geçmesinin önünü açmayı tercih ettiler.
"Arap Baharı" denilen bu süreçle İhvanist siyaset, kurumları ve elitleriyle yeni süreci yönetme iddiasında bulundu. Bu ise birçok noktada siyasi ve jeopolitik meydan okumalarla karşılaştı.
İhvanizm'in karşısında yer alanlar eski rejimin toplumsal kaynaklarını oluşturan milliyetçi ve sekülerlerdi. Bunlar tek adam rejimlerini kendi iktidar alanlarının devamı için hayati görüyorlar ve buna karşıt olarak İhvanist söylemi ve pratiği ise hayati bir tehdit olarak algılıyorlardı.
Jeopolitik meydan okuma ise Arap monarşilerinden geldi. Sebebi bu ülkelerin demografik yapısı gençler lehineydi ve buralar birçok dış yatırıma ev sahipliği yapıyorlardı.
Kısacası toplumsal istikrarın sağlanması ve iktisadi çekiciliğin kaybedilmemesi birbiriyle kenetlenmişti. Yükselen yeni eğitimli, genç ve orta-sınıfları ülkenin ekonomik gelişiminin yürütücü aktörlerine dönüştürmek için devletin, toplumun ve siyasetin eş güdümlü reformizasyonu ile mümkündü.
Körfez'in elitleri için ülkesel sınırlılıklar önem kazanmış ve jeopolitik derinleşme ise her geçen gün riskli hale gelmişti. Çünkü bölgedeki devlet dışı aktörlerle kurulan her ilişki hem finansal zorluklara yol açıyor belki bundan da maliyetli olanı toplumsal radikalizasyonu ve bürokratik yozlaşmayı kısır döngü haline getirmesiydi.
Suudi Arabistan'ın yeni elitlerinin son dönemdeki çabalarını bu eksenlerde düşünmek gerekiyor.
Özetle ABD'nin bölgeye dönük askeri müdahaleciliği ve ardından gelen bürokratik kadrosu devlet inşa ve örgütlenme süreçlerinde tahayyül ettikleri hedeflere ulaşamadılar.
Bu ise tarihsel-toplumsal dinamiklerin ivmelendirmesiyle İhvan gibi örgütlü aktörlere krizden fırsat elde etme imkanları tanıdı.
İlk toparlanış: Körfez merkezli milliyetçilik
Arap Baharı'nın yükselişinin ardından toplumsal hareketlerin politizasyonun İhvanist partilerde kurumsallaşması içeride eski ve yerleşik elitleri; dışarda ise Körfez'in monarşilerini bu sürece dair yeni pozisyon almaya itti.
İhvanizm'in ulusal sınırları aşmayı arzulayan siyasal birlikteliği ulus-inşa süreçlerini tamamlayamamış ve iç radikal örgütlenmeleri tasfiye edememiş monarşiler için tehdit zillerinin çalmasına neden oldu.
Çünkü Suriye'de ve Irak'ta mezhepsel dengenin Şiiler lehine olması Sünni nüfusun olağan dışı hızla radikalleşmesine yol açıyordu. Bu radikalizmin İhvanist politizasyonla birleşmesi ise bölgenin her açıdan yerle bir olması demekti.
Toplumsal yapı ve jeopolitik konsensüs ile Körfez merkezli yeni bir sürecin adımları atıldı. Körfez ülkelerinin toplumsal reform çabaları hız kazanırken radikalizmle mücadele ise komşu ülkelerle çelişkiye düşme pahasına devam ettirildi.
Petrol fiyatlarının düşmesi ve hızlanan sınıfsal mobilize Körfez Arap monarşilerini politik reformdan ziyade iyi yönetişimin ortaya konmasına odaklandırdı.
Körfezli eğitimli sınıfın kozmopolit kimliği ile yerleşik ve yerli elitlerin dar ve kapalı kimlikleri çatışma haline girdi.
İlki, ülkesel bir kimliğe inanıyor ve aynı zamanda küresel siyasette onurlu bir duruş takınmayı önemsiyordu.
İkincisi ise, coğrafi merkezci bir kimliklenmedense bölgesel bütünlüğü ihtiva eden dinsel kardeşliği önemli görüyordu.
Bu kültürel çatışma alanının belirleyici ekseninin inanç kodları olması ideolojik çekişmeyi her an kontrolsüz silahlı çatışmaya evriltme potansiyeli taşıdığı da görülüyordu.
Bu sebeple yeni milliyetçi politikanın dinamiklerini ekonominin ulusallaştırılması fikrinde aramak gerekiyor.
Körfez'de ekonomide çeşitlenme ulusal ekonominin güçlendirilmesini önceliyor. Bölge ülkelerinden devşirilen beyaz yakalılarla veya çevre ülkelerin vasıfsız işçileriyle ekonomiye ulusal bir karakter verilmeyeceği anlaşıldı.
Bu sebeple ardı ardına ulusal istihdamı teşvik edici programlar açıklanıyor. Sınıfsal karaktere ulusal bir içerik vermek politik radikalleşmeyi engellerken toplumsal istikrarı da sağlayıcı bir işleve sahip olduğu söylenebilir.
Bu ise vatandaşların öncelikli taleplerini demokratik siyasetin kurulmasından ziyade ekonomik istikrarı devam ettirecek teknokratik reformlara yöneltecektir.
İkinci kırılma: ABD'nin geri çekilmesi ve ulus-devletlerin yeniden inşası
ABD'nin Ortadoğu'ya girişi ve çıkışı aslında hızlıca gelişti. Girişi 9/11 Olayları ile çıkışı ise ABD'nin değişen jeopolitik öncelikleri ve büyüyen iç sorunlarıyla alakalı olduğu söylenebilir.
ABD'nin bölgede yerleşik askeri kuvvetleri bölgede bir statükonun geçici de olsa yaratılmasına imkan tanıdı. Körfez ve İran arasında sıcak bir çatışmanın yaşanmaması; Irak ve Suriye'nin kontrolünün kısmen ABD'de olması bölgesel aktörlerin çatışmalı alanlarda küresel aktörler etrafında (Rusya ve ABD) dengelenmesi sonucunu doğuruyordu.
Bu ise özellikle Körfez monarşilerinin toplumsal istikrarları ve ulusal güvenlikleri için koruyucu şemsiye görevi sağlıyordu.
Bunun sürdürülemez olduğu anlaşılınca Körfez monarşileri iç dinamiklerini petrol dışı bir ekonomiye ve ABD-sonrası yeni jeopolitik düzene hazırlamaya ikna oldular. Bu aşiret merkezli politik örgütlenmenin modern ulus devlete evrilmesinin ilk adımı olarak görülebilir.
Ulus devletten kast edilen ulus ve devletin konsept ve pratik olarak örtüşmesidir. Konsept olarak örtüşme etnik/kültürel çoğunluk halk unsuru etrafında devletin yeniden organizasyonu anlamına geliyor.
Pratik olarak örtüşmeden kast edilen ise dış politikada referans alanının ulusal çıkarlar lehine öncelik verilmesi ulusallaşmanın önemli yansımalarından birisi olarak okunabilir.
Sonuç: Neo-İhvanizm, teritoryal milliyetçilik ve teritoryal cihadizm arasında Ortadoğu
Demokratik kültürün halk desteğinin zayıf olduğu ve kurumsallaşamadığı Ortadoğu'da ideal politik sistem dayatması (siyasi demokratikleşme ve iktisadi liberalleşme) etnik ve dinsel çatlakları derinleştirdi.
Bu süreçle Irak'ta Şii nüfusun demografik ağırlığı; Suriye'de Sünni nüfusun benzer fırsat alanları bu ülkelerdeki yönetici azınlık elitleri ve onların toplumsal dayanaklarını tasfiye etme çabasına girişti.
Kurumsallaşamamış etnik ve dini çelişkileri yönetme becerileri, kurum ve kültür olgunluğu olmadan seçim sandığının koyulması esasında bölgesel sistemik bir krizin doğuşunun habercisiydi.
Örneğin tarihsel birikim noktası olarak Irak'ta Saddam'ın uzun süreli iktidarının ardından geriye dönmeme direnci bugünün elitlerini ister istemez tavizler vermeye yöneltiyor.
Fakat aşırılıkçılık ve devlet kontrolü dışındaki örgütlerin yaygınlığı ulusal bir idare yaratılmasının önündeki en önemli engellerden birisi olarak gün geçtikçe katılaşıyor. Buna karşıt bir hamle olarak ABD'nin Ortadoğu'dan askeri kuvvetlerini geri çekeceği haberleri yoğunluk kazanıyor.
Suudi Arabistan'dan Patriot füzelerinin kaldırılacağı; Katar'daki askeri üssün kuvvetlerinin Ürdün'e nakli; Suriye'de ve Irak'ta da benzeri eğilimleri yansıtan koordineli süreç her geçen gün berraklaşıyor.
Özetle eskiye dönmeme inadı; fakat yeniyi kuramama bunalımı bölgede elitlerde ve halkta hakim olan psikoloji gibi gözüküyor.
Peki, gelecekte bölgede hakim olması beklenen siyasal dinamikler neler olabilir?
Benim tahminim kamplaşmanın üç yönlü çatallaşacağı: teritoryal-milliyetçilik; teritoryal cihadizm ve neo-İhvanizm.
Teritoryal milliyetçilik Körfez merkezli fakat bölgenin tamamında etkisini hissettiren hakim bir siyasal değer olmaya doğru ilerliyor. Ulusal sınırları önemseyen ve toplumsal reformasyona odaklanan bunlara dair halk desteğini o yerel coğrafyaya ait olmak kimliğinden alan bir pratik ve proje olarak tanımlanabilir.
Teritoryal cihadizm ise Afganistan'da Taliban; Gazze'de Hamas ve Suriye'de Heyet-i Tahrir Şam gibi örgütlerde görülen yerel dinamiklerle İslamizasyon sürecini ifade ediyor. Kısıtlı bir coğrafi alanın dışına çıkmayı şimdilik düşünmeyen bu örgütlere yeni dönemde daha yakından bakmak gerekecek.
Neo-İhvanizm ise İhvan hareketi içerisindeki nesilsel kopuşun ve politik yenilginin şekillendirdiği arayışları ifade eden bir hat olarak tanımlanabilir. Neo-İhvanizm oluşum aşamasında olduğu için baskın niteliklerinin ön plana çıkmadığı söylenebilir.
Ortadoğu yeni bir döneme girerken hepimizi bekleyen ise çözülmesi güç genel ve sistemik belirsizlikler olsa gerek.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish