Aniden "Yere yatın... yerde kalın" bağırışları duyuldu. Kalabalığın içinde bombacı olduğundan şüphelenilen biri tespit edilmişti. Britanya askerleri, yolun ilerisindeki Amerikalıları ve diğer yabancı askerleri "Beyaz dişdaşalı, kırmızı şapkalı ve mavi çantalı bir erkek" diye bağırarak uyarmıştı.
Yere çömeldiğimizde başka bir asker "Aramızda" diye bağırdı. Patlayıcı cihazın telefon çağrısıyla tetiklenme ihtimaline karşı bir Amerikalı elinde Elektronik Karşı Önlem (ECM) cihazıyla koşarak geçti. Birkaç metre ötedeki Taliban savaşçıları geri çekilmeye başladı, birkaçı çömeldi ve bazıları da Batılı askerleri alarma geçiren biçimde cep telefonlarına davrandı.
Yapılan aramalara rağmen şüpheli bulunamadı. Endişelenecek başka şeyler de vardı: O sabah tamamı kadın 4 kişi kalabalıkta çıkan izdihamda hayatını kaybetmişti. Kadınların kefenlenmiş bedenleri yol kenarında yatarken, aileleri acı içinde ağlayarak etraflarına toplanmıştı. Gün içinde üç kişi daha ölecekti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Birkaç uyarıdan ilki, 26 Ağustos'ta bombalı saldırının gerçekleştiği ve en az 80 Afganla 13 ABD askerinin (13 Eylül itibarıyla en az 170 Afgan ve 13 ABD askeri -ed.n.) öldüğü Kabil'deki Britanya üssünün dışındaki aynı yolda yapılmıştı.
Plan basit ve ölümcüldü, duvarlı dar koridorun her iki ucuna yakın patlamalar, kaçış şansı olmayan insanları kuşatıyordu. Havalimanına ulaşmaya çalışan çaresiz ve korkmuş binlerce kişinin tahliyesini haberleştirmek için The Baron otelinden ayrılıp o yola doğru giderken, kendi kendimize bunun bariz bir katliam yaratma şekli olduğunu söylemiştik.
Kalabalığı ilk karşılayan Britanya birliklerinin herkesi aramasının kesinlikle mümkün olmadığını biliyorduk. Aynı kısıtlı koşullar yolun ilerisindeki Taliban kontrol noktası için de geçerliydi.
Taliban'ın böyle bir saldırı yaşanmasını isteyip istemeyeceğini tartıştık. Ne de olsa istediklerini elde etmişlerdi: Ülke, rakiplerinin ezilmesi ve yabancı birliklerin geri çekilmesi. Neden ABD'yi hedef alarak her şeyi tehlikeye atmak istesinlerdi?
Öte yandan IŞİD ve El Kaide'yi kontrol edebilirler miydi? Bu gruplar, Taliban'la Amerikalılar arasında Şubat 2020'de imzalanan Doha Anlaşması'ndan bu yana katliamlarında Batılı askerlere değil Afganlara odaklanmış durumda ve bu da bir dereceye kadar gizli bir danışıklılığa işaret ediyor.
Bombalamaların sorumluluğunu İslam Devleti Horasan (veya IŞİD-H) üstlendi. Bu, örgütün ilk toplu Afgan katliamı değil. Saldırıdan üç ay önce Kabil'de bir kız okuluna düzenlenen saldırıda çoğu öğrenci 85 kişi hayatını kaybetmişti. Bir doğum hastanesine yapılan başka saldırıda, anneler ve yeni doğan bebekleri dahil 24 kişi öldürülmüştü. Fakat kurbanlar Afgan'dı ve bu ölümler Batı'da çok fazla duyulmadı.
26 Ağustos'ta yaşananlar Amerika'nın en uzun savaşında, 2011'de düşen bir helikopterdeki 30 askerin hayatını kaybetmesinden sonra bir gündeki en yüksek ABD'li ölümüne yol açtı. Joe Biden yönetimi bunda büyük sorumluluk taşıyor. Yönetim, ordu mensuplarını terörist saldırılara karşı savunmasız bırakan kaotik bir tahliye sürecine sokmuştu.
ABD Başkanı'nın Afganistan'dan bu kadar aceleyle geri çekilme kararı, STK'ler ve diğerlerinden gelen tekrarlı ricalara rağmen tahliyeye çok daha erken başlamaması, geri çekilme zaman çizelgesini uzatmayı reddetmesi, bunların hepsi Amerikan ve müttefik birliklerini tehlikeye attı.
Böyle olması gerekmiyordu. Savaşın ABD için bu kadar aşağılayıcı ve Afganlar için bu kadar acı verici biçimde sona ermesi gerekmiyordu.
Son 6 yıldaki güvenlik varlığı (yaklaşık 2 bin 400 Amerikalı, NATO'dan binin biraz altında ve Birleşik Krallık'tan 750 asker), isyancılara ve onları besleyen Pakistan ordusundan unsurlar ve istihbarat servislerine, ISI'ya karşı bir sigortaydı.
Bu, Trump yönetiminin Taliban'a neredeyse istediği her şeyi veren temelden kusurlu Doha Anlaşması'yla sonuçlanan, Katar'da Zalmay Halilzade liderliğindeki görüşmeleri beceriksizce ele almasıyla bir kenara atıldı.
Biden şimdi söz konusu kötü anlaşmayı Donald Trump'tan devraldıklarını iddia etmekle meşgul. Ne var ki ABD başkanlık seçimleri kampanyası boyunca, çekilme kararını geri almayacağını defalarca teyit etmişti. Beyaz Saray'a geldiğinden beri, Taliban'ın gerçekleştirdiği ve ABD'nin kendi pozisyonunu gözden geçirmesine imkan tanıyan tekrarlı anlaşma ihlalleri hakkında hiçbir şey yapmadı.
Selefinin diğer güvenlik kararları Biden yönetimi tarafından tersine çevrilmişti. Örneğin, Trump'ın Almanya'daki ABD askeri güçlerinin 4'te birinden fazlasının, yani yaklaşık 12 bin askerin geri çekilmesi emrini durdurdu. Trump, kararını Almanya'nın düşük savunma harcamalarına karşı bir ceza diye tanımlamıştı. Bu, kendisine birçok konuda defalarca meydan okuyan Almanya Şansölyesi Angela Merkel'e karşı duyduğu öfkenin ifadesi olarak görülüyordu.
Fakat yine Biden, Barack Obama'nın başkan yardımcısıyken, Afgan savaşına şiddetle karşı çıkmış ve komutanların asker sayısının yüksek miktarda artırılması talebine o dönem sonuçsuz şekilde itirazda bulunmuştu. Biden ayrıca, tamamen haklı biçimde, Afgan hiyerarşisi arasındaki yaygın yolsuzluğun sert bir eleştirmeni haline gelmiş ve Kabil'e yaptığı ziyaretlerde Cumhurbaşkanı Hamid Karzai'yi bu konuda ağır eleştiriler yöneltmişti.
Afganistan'a müdahaleyi sonlandırmak Biden'ın savaşı haline gelmişti ve ABD Başkanı bunu mümkün olduğunca çabuk sonlandırmaya kararlıydı fakat sonuçlarına kulak asmıyor gibi görünüyor. Askerlerin çekilme zamanlaması sürekli değişiyor ve Afganların kafa karışıklığını ve endişesini artırıyordu. İlk başta sembolik bir tarihte, 11 Eylül'de gerçekleşecekti, daha sonra bize neredeyse tüm birliklerin 19 Ağustos'ta ve ardından 31 Ağustos'ta çekileceği söylendi.
Batı askeri operasyonlarının merkezi olan Bagram'daki de dahil, çekilmeler Afgan hükümetine haber vermeden genellikle geceleri gerçekleşti. Bu, Afgan ordusunun güvenini sarstı, sivil nüfusu daha da korkuttu ve Taliban'ı cesaretlendirdi.
Yaşananlar, Biden'ın geçen sene Afganistan için verdiği sözle neredeyse hiç bağdaşmıyor:
Çıkış için aceleci davranmayacağız, bunu sorumlu, bilinçli ve güvenli biçimde yapacağız. Müttefiklerimiz ve ortaklarımızla tam işbirliği içinde gerçekleştireceğiz.
Afgan güvenlik güçlerinin çöküşü gerçekten olağanüstüydü. Cesurca ve profesyonelce savaştıkları birçok göreve katılıp onları haberleştirmiş biri olarak, yaşananlara ben de herkes kadar şaşırdım. Hele ki birliklerden bazılarının en başta Herat'ta kendilerini kanıtlayışını gördükten sonra.
Kuşkusuz, neyin bu denli yanlış gittiği gelecekte ayrıntılı olarak incelenecek. Biden, yaşananlardan dolayı suçu Afgan liderlere ve Afgan ordusuna yükledi ve Amerika'nın asla devlet inşasını denememiş olması gerektiğini, sadece teröristleri cezalandırmaya odaklanıp yoluna devam etmesi gerektiğini savundu. Afgan görevi Usame Bin Ladin öldürüldükten sonra sona ermeliydi: El Kaide liderinin Afganistan'da değil Pakistan'da öldürüldüğü düşünüldüğünde garip bir argüman.
Biden da Trump gibi Vietnam asker kaçağı olarak adlandırılıyor. Çatışmadaki ölüm ve yaralanma oranları Batılı güçlerden çok daha yüksek olan Afgan ordusuna yönelik eleştirisi, Afganistan'daki hem Amerikan hem de Britanya kuvvetleri mensuplarını kızdırdı. ABD'li bir deniz subayı bana "Trump'ın ordumuzu küçük düşürmesinden gerçekten hoşlanmadım" dedi.
Biden'ın Afgan güçleri hakkındaki konuşma şeklini beğenmedim. Birçoğumuz burada yıllardır onlarla birlikte savaşmıştık, yaptıkları fedakarlıkları biliyorduk. Ne kadar baskı altında olduklarını biliyorduk, ailelerinin karşı karşıya olduğu tehditleri biliyorduk.
Birlikleri geri çeken Biden, başından beri çalkantılı tahliyeyi gerçekleştirmek için iki kat daha fazla asker gönderdi. Zaman sınırlamaları ve dayatılan görev tanımlarını düşününce bu, olması beklenen bir şeydi.
ABD'nin hava yoluyla tahliyeleri gerçekleştirebilmek için Taliban'a bel bağlaması gerekiyordu. Süreç ne kadar zahmetli ve gecikmeli olduysa, Taliban'ın eli de o kadar güçlendi.
Tüm bunlar olurken, Amerikalı ve diğer Batılı yetkililerin defaatle öne sürdüğü bir argüman, Taliban'ın aşırılık yanlısı grupların hava yoluyla tahliyeyi şiddet eylemleriyle bozmamasını sağlayacağıydı.
ABD ve Birleşik Krallık güçleriyle Taliban arasında hem yüksek hem de yerel düzeyde düzenli bir irtibat vardı. CIA Başkanı William Burns, 23 Ağustos haftasında Taliban lideri Molla Abdulgani Baradar ile tahliye ve güvenlik konuları üzerine gizli görüşmeler yapmıştı. Amerikalı ve Britanyalı subaylar Taliban'la düzenli görüşmeler yaptı: The Baron otelinin yanındaki bina görünüşte sorunsuz bir şekilde Taliban tarafından işgal edilmişti.
Nihayetindeyse, şimdi bildiğimiz gibi, Taliban'ın güvenliği sağladığına dair inancın yersiz olduğu ortaya çıktı ve yaşanan katliam, bundan sonra ne gerçekleşeceğine dair önemli soruları gündeme getirdi.
Taliban ve IŞİD, Pakistan istihbarat servisi ISI ve El Kaide'yle güçlü bağlantılara sahip Hakkani ağı aracılığıyla bağlantılı.
Bu grupların çıkarlarının örtüşmesi, IŞİD'in Taliban'ı gerçek cihatçılar olmadıkları gerekçesiyle küçümsemesine rağmen, örgütle ev sahibi olarak ülke üzerinde bir ölçüde kontrol sahibi Taliban arasında açık bir savaş olmadığı anlamına geliyordu.
Şimdi bu durum, Taliban'ın ele geçirdiği tüm büyük şehirlerde hapishanelerin kapılarını ardına kadar açması sonucu IŞİD mensuplarının sayısının artmasıyla desteklenmiş gibi duruyor. Alternatif bir senaryoyu ise liderliğin geniş kapsamlı stratejik hedefi ne olursa olsun, Taliban içinde kendi yoluna gidecek aşırı tutucuların mevcudiyeti teşkil ediyor.
Bütün bunlar Biden'ın yaptıklarının korkunç yansımalarına işaret ediyor. Batı elbette daha önce de, Ruslara karşı mücahitleri kullandıktan sonra Afganistan'dan çekip gitmişti. O zaman neler yaşandığını biliyoruz, yönetilmeyen alanların yaratılması, terör kampları, El Kaide ve 11 Eylül.
Joe Biden, 4 Temmuz'da Beyaz Saray'da düzenlenen basın toplantısında Afganistan'daki Taliban ilerleyişi hakkında soru sorulunca hoşnut kalmamıştı:
Dostum, mutlu şeylerden bahsetmek istiyorum.
ABD Başkanı, Afganistan'ı terk etmenin esasen kendisini pek de uzun süreliğine mutlu bir yere götürmediğini idrak edebilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik
© The Independent