Fisk sadece harika bir gazeteci değil dünyayı aydınlatan "şimdinin tarihçisiydi"

Arkadaşım, eski bir gazetecilik tabiri olan "resmi olarak reddedilene kadar hiçbir şeye inanma" sözünü icat etmedi ama hükümet kaynakları karşısında son derece kuşkucuydu

The Independent'ın dünyaca ünlü Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, 30 Ekim'de 74 yaşında hayatını kaybetti (AFP)

Robert'la 1972'de Belfast'ta, o The Times muhabiri, bense Queen's Üniversitesi'nde İrlanda tarihi üzerine çalışan bir doktora öğrencisiyken "The Troubles" döneminin (Kuzey İrlanda'daki etnik milliyetçi çatışmalar -çn.) doruğunda tanıştım.

Gazeteci olarak ilk çekingen adımlarımı attığım bir dönemdi aynı zamanda, o ise son derece bilgili ve titiz bir gazeteci olarak hızla ün kazanıyordu. İster silahlı adamlar ister ordu subayları veya hükümet yetkilileri olsun, bütün tarafların partizan iddialarına şüpheyle yaklaşır ve bu iddiaları dikkatlice araştırırdı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kariyerlerimiz birbirine paralel yönlerde ilerledi çünkü aynı tür hikayelerle ilgileniyorduk. İkimiz de 1970'lerin ortasında Lübnan İç Savaşı ve İsrail işgalleri hakkında yazmak için Beyrut'a gittik. İsrail destekli Hıristiyan milislerin Filistinlileri katlettiği 1982 tarihli Sabra ve Şatilla Katliamı gibi, sık sık aynı acı olayları naklettik. Ama Robert'ın genellikle yalnız çalışmayı tercih etmesinin yanı sıra birbirine rakip gazeteler için çalıştığımızdan genelde birlikte seyahat etmiyorduk.

Savaşlar sırasında birlikte seyahat ettiğimizde, her zaman Robert'ın risk alma istekliliği karşısında etkilenirdim. Ama bunu gösterişe kaçmadan yapar, doğru sürücüye sahip olduğumuzdan ve arabanın benzinine su katılmamış olduğundan emin olurdu. Gazeteci rakiplerini bu kadar çok atlatmasının bir nedeni, 1982'de Hafız Esad'ın Suriye'nin Hama kentinde 20 bin insanı katlettiğini ortaya çıkarmasında olduğu gibi, yorulmak bilmeyen bir gezgin olmasıydı. Arkadaşlarımdan biri şöyle hatırlıyor: "Lübnan'ın güneyindeki köylerde aynı anda hem arabasını sürüp hem de neredeyse hiç çaba göstermeksizin bu köylerle ilgili komik şiirler uydurabilen tanıdığım tek insandı."

Bununla beraber, bu köyleri ziyaret etmesinin son derece ciddi bir sebebi vardı. Kudüs'te muhabir olarak bulunduğum 1990'larda, bu köyler İsrail hava saldırılarının sürekli hedefiydi. İsrail ordusu, saldırıların sadece "teröristlere" yönelik olduğunu iddia ediyordu. Ölen veya yaralanan birileri varsa, ayrım gözetmeksizin başına gelenleri hak etmiş silahlı eşkıyalar diye tanımlanıyordu. Neredeyse kimse bunun doğru olup olmadığını kontrol etmedi, Robert hariç. O arabayla bu aynı yerle bir edilmiş köylere gidip erkek, kadın ve çocukların ölü bedenlerini en açık detaylarıyla haberleştirdi ve hayatta kalanlarla röportaj yaptı.

Robert, özgür ve biraz anarşik atmosferiyle Beyrut'a yakışıyordu. Beyrut, her daim diken üstündeydi ve talih onlara bazen çok sert davranmış olsa da doğuştan hayatta kalan Lübnanlılarla, Filistinlilerle ve her türden sürgünle dolu bir yerdi. Onların acıları karşısında Robert'ın doğuştan gelen bir şefkati vardı, bu ıstıraba sebebiyet verenlere karşı da öfke doluydu. Şefkati bugünün kurbanlarıyla sınırlı değildi: Onlarca yıl, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Türklerinin yaptığı Ermeni Soykırımı hakkında yazdı. Ermenilerin toplu katliamına dair günlük ve belgeleri, başka muhabirlerin tarihçilere bırakılmasının daha iyi olacağını düşündüğü hikayeleri yayımladı.

Fakat Robert, günümüzün gelişmelerini ve elemlerini kataloglayan bir gazeteciden çok daha fazlasıydı. Bir gazeteci olduğu kadar, başka birçok kitabın yanı sıra "Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu'nun Fethi"ni de yazan bir tarihçiydi. Belfast'taki doktoramı asla tamamlamadım çünkü şiddet, akademik çalışmaya izin vermeyecek kadar yoğunlaşmıştı. Ama Robert, İrlanda'nın II. Dünya Savaşı'ndaki tarafsızlığı üzerine yazdığı tezle Trinity Koleji'nden doktorasını aldı. Demek istediğim, Robert "haber" yapan birinden çok daha fazlasıydı. Çünkü bütün atlattığı haberler ve ortaya çıkardıklarıyla gazeteciliği böyle bir derinlik taşıyordu ve birçok açıdan Robert "şimdinin tarihçisiydi".
 


Aynı zamanda, heyecanlı bir enerjiyle fokurdayan, elinde not defteriyle insanları sorgulayıp gerçekte ne olduğunu soruştururken sık sık ağırlığını bir ayağından diğerine kaydıran olağanüstü bir gazeteciydi elbette. Hiçbir şeyi çantada keklik görmedi, böyle görenleri de çoğu zaman açıkça ayıpladı. Eski bir gazeteci tabiri olan “resmi olarak reddedilene kadar hiçbir şeye inanma" sözünü o icat etmemişti; ama bu tabirin verdiği kuşkucu mesajla hemfikir olma yanlısıydı. Doğruluğunu kanıtsız kabul etmeye davet edildiğimiz, adı verilemeyen "resmi kaynaklar" ve diplomatlarla dostluk kurmaya çalışan gazetecilere kuşkuyla bakardı.

Kimisi eleştirilerine şaşkın bir içerlemeyle yanıt verirdi. 1991'de ABD önderliğindeki Kuveyt'in karşı işgali esnasında, Amerikalı bir iliştirilmiş gazeteci Robert'ın olayları yanlı bir şekilde aktardığından yakınmış, bu olayların bilgisinin resmi olarak onaylanmış bir muhabirler "havuzuyla" sınırlı kalması gerektiğini söylemişti. 1980'lerin başında Londra'da yaşayan başka bir Amerikalı gazeteci, bir defasında bana Robert'ın muhteşem bir yazar ve muhabir olduğunu ama ismini duyunca yüzünü ekşiten meslektaşlarının sayısı karşısında şaşkına döndüğünü söylemişti. Anlatırken "Bunun hakkında düşündüm ve bence bunun nedeni yüzde 80 kendi adlarına duydukları katışıksız kıskançlık" demişti.

Robert 1989'da, bense I. Körfez Savaşı'nın arifesinde 1990'da The Independent'a katıldıktan sonra birbirimizi daha çok görmeye başladık. Çatışmalar sırasında ben çoğunlukla Irak'taydım, Robert'sa Kuveyt'te. 12 yıl sonra, Saddam Hüseyin'in devrilmesinin ardından Bağdat'ta buluştuk ve birlikte, çölün üzerinden Ürdün'e doğru arabayla yola çıktık. Sınırın Ürdün tarafında uzun süre durdurulduğumuzu hatırlıyorum. Çünkü Robert, Irak'ın güneyindeki Basra'da bir polis karakolunun yıkıntıları arasından Saddam'ın şehirdeki gaddar emniyet amirine astları tarafından doğum günü vesilesiyle yazılmış methiyelerle dolu şiirleri içeren bir dosya almıştı. Ürdünlü yetkililerden bazıları bu ödlekçe hediyeleri son derece gülünç bulmuştu; ama diğerleri belgelerin esrarengiz olduğunu düşündü ve geçmemiz için resmi iznin gelmesini beklerken bizi o kasvetli sınır karakolunda saatlerce bekletti.

Yaşlandıkça yakınlaştık. 2011'de sözde Arap Baharı'nın olumlu sonuçları hakkında benzer şüphelerimiz vardı, ikimiz de 2003'te Irak'ın işgaline dair benzer bir iyimserliğin yarattığı şiddet galeyanını görmüştük. Siyasetçiler arasında ve medyada genel kanı buyken ikimiz de Beşşar Esad ve rejiminin düşeceğine inanmıyorduk. Bu kanının aksi yönde bir şey söylemek, anında Esad destekçisi olarak hedef alınmak demekti. Makul yol bu ithamları görmezden gelmekti. Robert'la aşırı tepki göstermemek ve dolayısıyla bu incelikten yoksun uydurma masallara tutunacak dal sağlamamak için birbirimize öğüt verirdik.

Son 15 yıldır neredeyse haftada bir, dünyanın durumundan kendi hayatlarımıza kadar her şey hakkında konuştuk, telefon görüşmelerini düzenli e-postalarla tamamladık. Krizleri ve savaşları anlatmakla geçen bir hayat onu, felaketlerle doğrudan deneyimi daha az olanlara kıyasla koronavirüs pandemisine daha felsefi yaklaşır hale getirmişti. Ondan aldığım son e-postalardan birinde "Aniden kaplan kesilmediği takdirde Kovid-19, tıpkı araba kazaları, kanser veya savaşlar gibi, insan hayatı için sadece başka bir risk olarak görülecek" diye yazmıştı.

İnsanlar hastalıklarla, adaletsizlikle ve kederle illa mücadele etmez. Onlar sadece hayatta kalır ve her şeye rağmen devam ederler.
 


https://www.independent.co.uk/voices/robert-fisk-iraq-2003-patrick-cockburn-the-troubles-b1539514.html

Independent Türkçe için çeviren: İrem Oral

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU