28 Şubat: Çıkarı örtüşenlerin koalisyonu

Bülent Alan Independent Türkçe için yazdı

18 Haziran 1997'de istifa eden dönemin Başbakanı Erbakan, aynı gün koalisyon ortağı dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve dönemin BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile vardıkları mutabakatı belirten basın toplantısı düzenlemişti / Fotoğraf: AA (Arşiv)

Bir 28 Şubat’ın daha sene-i devriyesi içindeyiz. Hakkında çok şey yazıldı. Her cenahtan farklı yorumlar duymanız mümkün; herkesin kendi açısından yorumladığı bir süreç 28 Şubat.

Sağlıklı ve tarafsız bir değerlendirme için 28 Şubat'ın kimler tarafından, kime karşı ve niçin yapıldığını anlarsak süreci net anlamış oluruz.

İddia edildiği gibi 28 Şubat sadece askerin planladığı bir süreç değildi. Asker sadece oyunun son sahnesinde rolünü oynamıştır.

Sürecin ilk aktörleri bugün hala hesap vermeyen iş dünyası ve medyadır. Çünkü 54. Hükümet en çok onların çıkarlarına müdahale etmişti.

Dönemin Başbakanı rahmetli Erbakan hazineye ait bazı paraların İngiltere’de iki finans kuruluşu nezdinde düşük faizle tutulduğunu ve paraya ihtiyaç olunca da aynı yerden yüksek faizle borçlandığımızı görünce havuz sistemine geçme kararı almıştı.

Bu karar büyük medya patronu ve ortağı olan birkaç büyük işadamını çok rahatsız etmişti.

Çünkü yüksek faizle borçlanmaya onların bankaları aracılık yapıyor bundan büyük paralar kazanıyorlardı.

Bu kirli ilişki ağı devlet kayıtlarında mevcut ve maalesef halen ortaya çıkarılabilmiş değildir.

28 Şubat’ın her boyutu ile anlaşılabilmesinin yolu soruşturması eksik kalan medya ve iş dünyası ayağının tamamlanması ile mümkün olacaktır.

Dönemin medya patronları ve tetikçi yazarlarının “Adının açıklanmasını istemeyen General” başlıklı manşetleri ile bu darbeye nasıl önayak olduklarını bilmeyen yoktur.

28 Şubat medyası, cuntacı, utanmaz, müfteri, onursuz birtakım şahıslardan oluşuyordu; bunların bir kısmı utanmadan arlanmadan bugün halen toplum önüne çıkabilmektedirler.

Benim inancıma göre bunlar öyle ya da böyle bir şekilde hem bu dünyada hem de hesap gününde bu yaptıkları onursuzluğun bedelini ödeyeceklerdir.

İş dünyası içinde de yetimin malına göz diken hırsızlar 300 milyar dolar milli serveti heba edip çaldılar. 28 Şubat’ta cambaza bak deyip yolsuzlukların alasını yaptılar.

28 Şubat’ta Refahyol’u devirenler ardından cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarını yaptılar.

Bu onların yanına kar kalmaz, kalmamalı; halen yasalar önünde hesabı sorulmadı, ama hesap günü sahibinin hesabı şaşmaz günü gelince onlar da bedel ödeyeceklerdir. 

Dönemin komuta kademesinin büyük çoğunluğu emekli olunca kendileri ve evlatları için hazır iş imkanı sunan bu rantiyeci firmaların telkinleriyle hareket etmişlerdir.

O dönem başta bazı kuvvet komutanları olmak üzere çoğunun büyük holdinglerde nasıl üst düzey yönetici olduklarına bakarsınız anlarsınız. 

Bu cuntacı medya ve iş dünyası birtakım askeri erkanı kullanmaya başlayınca rahmetli Erbakan, DYP’li bakanlar ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte 1996 Aralık ayının ilk günlerinde bir gece vakti evinde topladığı bakanlar kurulunun önüne bir karar taslağı koymuştu.

İlk kendisi ve ardından tüm refahlı bakanların imzalayacağını da söyleyerek bu taslak kararla Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı hariç başta Çevik Bir olmak üzere tüm kuvvet komutanları ve 1. ve 2. Ordu komutanlarını emekliye ayrılmaları yazıyordu.

Maalesef DYP’li Bakanlar imzalamaktan imtina ettikleri gibi içlerinden biri ya da birkaçı bilmiyorum sabahın ilk saatlerinde bu bilgiyi muhtemelen hem Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hem de askeri erkana ulaştırmışlardı.

Ertesi gün Demirel’in başbakanla acil görüşmek istemesi o bilginin hemen ulaştırıldığının teyidiydi.

Rahmetli Erbakan bu cuntacı zihniyetle tek başına bu kadar mücadele edebilmişti. Demirel bu kararnameyi imzalamazsa rahmetli Turgut Özal’ın ölümüyle geldiği görevi onun süresini tamamlayınca biteceğini ona duyurup cumhurbaşkanı değişikliği gündeme getirilecekti.

Dolayısıyla DYP’li bakanlar bu kararı imzalasa durum çok farklı olur, muhtemelen 28 Şubat süreci başlamadan biterdi.

Bu inkıtaa uğrayan girişim askerin tavrını daha da katılaştırmış ve 28 Şubat süreci derinleşerek devam etmişti. 

O dönemin akılda kalan olaylarından biri de BBP Genel Başkanı rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun cuntaya karşı hükümetin yanında yer alıp yüksek sesle bu zulme karşı dik durmasıydı.

Şüpheli şaibeli bir şekilde o dağ başında ölüme nasıl terk edildiğini görünce daha iyi anlıyoruz.

Halen bu olay aydınlanabilmiş değil. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu o dik duruşu ve inancı ile şehitler kervanında yerini almıştır.

Rahmetli Erbakan’a irtica suçlaması yapılan meşhur 28 Şubat 1997 MGK’sında hazırlanan dosyalar ve deliller komik, yalan ve abartılmış birkaç olaydan ibaretti.

Süreci büyük bir olgunlukla gözlemleyen rahmetli Erbakan bu süreçten bahsedince şöyle demişti:

Askerimiz kıymetlidir onların yıpratılmasına gönlümüz razı gelmez; ama saatlerce bizi meşgul ettikleri konular ne devlet ne de asker ciddiyetine yakışır hususlar değildi. Bunca yalan yanlış bilgiyi kim toparlayıp bunlara vermiş hayret ediyorum.


Sonradan Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde oluşturulan bir ekibin birkaç kitap ve onların yazarlarını davet edip yayımlanmış kitapları nasıl dosya yapıp devlet arşivi gibi MGK gündemine taşıdıklarını öğrenmiş olacaktık.

Birtakım asker sürecin kullanılanı olmuştu. Nitekim 28 Şubat yargılamalarında bizzat müşahede ettiğim husus yargılanan dönemin generalleri “Erbakan millidir, yerlidir, onu çok takdir ederiz biz; asla darbe düşünmedik, hükümeti yıkmayı planlamadık” demek suretiyle aslında pişmanlıklarını dile getiriyorlardı. Çünkü kullanıldıklarını biliyorlardı. 

Askerin baskısı ve dayatmasıyla Anayasa mahkemesi Refah Partisi hakkında kapatma kararı vererek bu hareketi bitirmeyi hedeflemişti.

Bugünlerde FETÖ güdümü ile açıklamalar yayınlayan Rand Corporation, o gün de rolünü oynuyor "Erbakan durdurulmalı" diyordu. 

28 Şubat sürecinin en önemli boyutlarından biri o gün "Erbakan durdurulmalı, engellenmeli" diyenlerin bugün aynı şeyleri Sayın Erdoğan için söylemeleridir.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Sayın Erdoğan yerinde rahmetli Erbakan olsaydı aynı cenah bugün öve öve bitiremedikleri rahmetli Erbakan’a aynı şekilde tekrar saldırırlardı.

Bu da o düşmanlığı yapan cenahın objesinin inanç düşmanlığı olduğu gerçeğini ortaya koyma açısından önemlidir. 

28 Şubat sürecinin hükümeti başarısız değildi. 1997 yılında denk bütçe yapılmıştı.

Faizin bütçeye oranı önceki yıla oranla yüzde 30 aşağı çekilmiş, bu para yatırımlara yeni projelere ayrılmıştı.

Memur işçi emekli yüzde 100’ü aşan zamlardan memnundu. Esnaf, sanayici memnundu.

Yani hükümetten rahatsız olunması için hiçbir sebep yoktu. O zaman yapay sebepler üretilmeliydi.

Çıkarı örtüşenler önce sahte şeyhler ve sahte müritler belirleyip bunları medyada teşhir ettiler. Bu çarpık ilişkileri muhafazakar camia ile ilişkilendirip algı oluşturdular.

Sonradan anladık ki bu algıya en büyük katkıyı FETÖ’cü emniyet ve yargı mensupları yapmıştı.

Herkes bilir ki rahmetli Erbakan, Gülen’i sevmez bunu her ortamda da ifade etmekten geri durmazdı.

Rahmetli Erbakan, Gülen’i niçin sevmezdi; bunun birçok sebebi vardı.

Öncelikle Gülen’in yerli ve milli olmadığını dışarıdan emir alan telkinle hareket eden biri olduğunu söylerdi.

Sağcı, solcu, İslamcı ne olursa olsun gücünü bu topraklardan almayan, dışarıdan para ve emir alanların bu ülkeye faydalı şeyler yapıyor görünse de günün sonunda bu ülkenin menfaatine çalışmayacaklarından emindi.

Rahmetli Erbakan dışarıyla bağlantılı her türlü cemaat, örgüt ve yapıyı sakıncalı görüyordu. Nitekim Gülen’in 28 Şubat’ın da parçası olduğunu çok iyi biliyordu.  

Gülen bu düşmanlığını açıkça 28 Şubat sürecinde televizyonlara çıkıp “Erbakan bu işi beceremiyorum deyip çekip gitmelidir” demek suretiyle itiraf da etmişti.

FETÖ’ye kanmayan tek lider olma feraseti rahmetli Erbakan’ın olaylara bakış açısındaki dirayeti ve samimiyeti ortaya koyma açısından da çok önemlidir.

Dolayısıyla FETÖ, Erbakan’ı istemiyordu; çünkü devlette kadrolaşmasına ve büyümesine engel görüyordu.

Bir kısım asker Erbakan’ı istemiyordu. Çünkü emekli olduktan sonra iş sunacak firmaların telkini bu yönde idi. 

Medya ve iş dünyasının bir kısmı Erbakan’ı istemiyordu. Çünkü faizden devlet imkanlarından hırsızlıkla elde ettikleri musluklar kesilmişti. Rant elde edemez olmuşlardı.

İşte bu çıkarı örtüşenler el ele verip bir yalan rüzgarı ile korku pompalayarak toplumu kamplaştırarak bu meşum süreci bu aziz milletin evlatlarına yaşattılar.

Binlerce insan işinden oldu yargılandı hapis yattı. Başörtüsü her yerde yasaklandı. STK’lara baskılar kapatma davaları sindirmeler yapıldı.

Devletin koruma refleksi diye yutturulan süreç aslında tam bir din düşmanlığı olarak tezahür etti. 

Rahmetli Erbakan bunları tarif ederken şöyle demişti:

Bunlar önce bir yalan uyduruyor sonra ikinci bir yalan uyduruyor birinci yalanlarını ikinci yalanlarına delil gösteriyorlar.


Bugün 9. ölüm yıldönümünde rahmetle andığımız Bilge Lider Rahmetli Erbakan’ın o gün sağduyulu tavrı olmasa, bu toplumu geren, kamplaştıran zihniyetin oyununa gelse, çatışmayı düşünse belki çok kan dökülecekti.

Rahmetli Erbakan bu süreci yapanların, milletin gerçek temsilcileri olmadığını, zamanla yok olup gideceklerini, milletin bunlara prim vermeyeceğini biliyor ve inanıyordu.

O, sabrı ve tevekkülü tercih etti. Millet bu asalak yapılardan büyük oranda kurtuldu.

Büyük oranda diyorum; halen bu tip postmodern darbelere oyunlara kumpaslara tevessül edenlerin varlığından haberdarız; eskisi gibi güçlü değiller, ama her türlü iğrenç iş birliklerinin parçası olabilecek yapıda olduklarını biliyoruz. 

İnanıyorum ki bu millet inancı tarihi ve tecrübesiyle bu tip yapılara tekrar geçit vermeyecektir. 

Allah bu aziz milleti bu tür kumpaslardan darbelerden düşmanlıklardan muhafaza etsin…

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.   

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU