Türk toplumunda her türlü kurumsal ilişki gibi siyasi iktidar-muhalefet (Türk-Kürt) münasebeti de bunu düzenleyen bir kanun varmış gibi bir baskıcı-komplocu ekseninde siyaset gerçekleşmektedir.
Siyasi partilerin her türü, iktidar-merkeziyetçi, fazla hazmetmediği muhalefeti katı sınırları içinde tutan kolaylıkla otoriter baskıcılığa nasıl dönüştüğünü, yazarken Sayın Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının satır başları önüme düştü.
Uzun konuşmasının ardından şu cümle ile bitiriyor konuşmasını:
…Bazı tuzu kurular söylerler. ‘Çok geç demokrasiye geçtik...’
Hakkari’de seçim yapsak Ankara’ya günler sonra gelirdi. Hakkari’deki sandığın başında okuma yazma bilen yok...
Hakkari’de okuma yazma (Türkçe demek istiyor) bilmeyen Kürtleri cehalet! ile eşitleyen Kemalizm’in katı halinin “İsmek’ini” bir tarafa koyalım.
Burada ki cehalet kavramı muhalefetin alternatif oluşturması imkansız kılmak için iktidar-muhalefet münasebeti nasıl bir zeminde gerçekleştiği, toplumsal kültürle bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor.
Türk siyasi kültüründe, her söze başlarken “Hakkari” ile başlamasının bilinç altında derin bir siyaset var, ta Emir Bedirhan’a kadar uzanır.
Biz şimdilik konumuza dönelim. İktidar ve muhalefet (Türk-Kürt) ilişkisine bir önceki makalemizden devam ederek nasıl bir zemine oturtulduğuna dönelim.
Mustafa Kemal, yerini güçlendirdikçe İstanbul’dan daha büyük taleplerde bulunuyordu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İstanbul Başbakanı Ali Rıza Paşa, 1919’un Ekim’inde, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını görmesi için Deniz Bakanını Amasya’ya gönderdi.
20-22 Ekim’de yapılan görüşmelerin sonucunda, Amasya Protokolü olarak bilinen bir protokol imzalarlar.
Buna göre, Merkezi Hükümet Erzurum ve Sivas kongrelerinin bütün maddelerini kabul edecek. (Suna Kili: Kemalism)
Elbette bu iki Türk tarafın tutumu Kürtlere hiçbir umut bırakmadı. Her ikisi de Kürtlere karşı düşmanca bir düşünce içine girdiler. Kürt de bu konudan habersiz gibiydi.
Değil sadece bu, belki Kemalist Türkler, Sultan hükümeti ve özellikle İngiltere ve Yunanistan başta olmak üzere müttefikler arasında da bölündüler.
Bunlar birkaç taraftılar ve hiçbiri birbiriyle anlaşmıyordu.
Aralık 1919’da, Sultan’dan, İstanbul Parlamentosu için gerçek bir seçim yapılması talebinde bulundu.
1920’nin ilk ayında, en çok parlamento üyesi Mustafa Kemal’in taraftarlığını yapan ulusalcılardan çıktı.
İlk iş olarak, Sivas ve Erzurum anlaşmalarını temel alan Ulusal Paktı çıkardılar. Kürtlerle doğrudan bağlantısı olan Pakt’ın ilk maddesi şöyle diyor:
Çoğunluğu Osmanlı Müslümanlarının oturduğu bölgelerin beraberce kader birlikleri var.
Ancak yabancıların işgali altında bulunan Arap bölgelerin durumuna genel bir oylama ile karar verilecek.
Mustafa Kemal, bununla Türkiye’nin özgürlüğünün temelini sabitleştirdi. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği “tutarlılık” burada başladı.
Arap toprakları dışında, Kürtler dahil genel olarak Müslümanların topraklarını gelecekteki Türk devletinin sınırları içine aldı.
Mustafa Kemal, bu şekilde Kürt meselesine büyük bir darbe vurabildi. Kürdistan (Kürtlerin yaşadığı coğrafya anlamında kullanılmaktadır) topraklarını “Türkiye”; “Osmanlı Kürtlerini” ise “Türk” olarak kaydederken, Kürtler için en zor ulusal sorunu meydana getirmeyi de başarabildi.
Her ne kadar Kürdistan topraklarının hepsi Türkiye olmadıysa da ancak en büyük parçası Türkiye tarafından ilhak edildi.
Ve yine bu dolaylarda, yani 1919’da, Kürt Teali Cemiyeti, Kürdistan Devleti’nin kurulması için uluslararası destek bulmaya çalıştı.
Damat Ferit Paşa hükümeti, onlara bir takvim sunmak için, bu organizasyonun temsilcileriyle toplanma isteğinde bulundu.
1919’un 10 Temmuz’unda, Osmanlı Devleti’nin temsilcileri Deniz Kuvvetleri Bakanı Avni Paşa, Önceki Şeyhulislam Haydar Efendi ve Önceki Savaş Bakanı Ahmet Ebuk Paşa, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyelerinden Şeyh Abdulkadir Nehri, Emin Ali Bedirhan, Mevlanazade Rıfat Yüzbaşı Emin ve Kolonel Avni ile toplandı.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın bir belgesine göre, 21 Temmuz 1919’da cemiyetin İngilizlerle yaptığı bir toplantıda onlara, Osmanlı Devleti’nin izni olmadan onlarla nasıl toplandıkları soruluyor.
Buna cevaben Mevlanazade Rıfat şöyle diyor:
Wilson ilkelerine göre, bütün ulusların kendi mutlulukları için çalışmaya hakkı var...
Kürt, sadece bir gücün Kürdün özgürlüğünü ve güvenliğini temin edebileceğini düşünüyor.
İngiltere büyüktür. Bundan dolayı, bu niyet için İngiltere’ye talepte bulunmayı olumlu görüyor.
Mevlanazade Rıfat İngiliz’ler karşısında şunu soruyor: Türkiye hükümeti, kendi geleceğinden emin değilken Kürde nasıl otonomi verebilir.
Mustafa Kemal, 20 Nisan 1920’de, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde yapılan ilk toplantıda yaptığı konuşmada, düşüncesini genel bir çerçeve içine koyar ve orada Osmanlı’dan kalan 30 Ekim 1918 yılında yapılan ateşkes anlaşmasından önceki bütün bölgeleri ve Musul’u da içine alan Türkiye sınırlarını yeniden belirler. Orada Kürt’ün ismini anmaz.
Ancak 1 Mayıs 1920’deki Büyük Millet Meclis’inde şunu diyor:
Bizim toprağımızda Türk, Kürt ve Çerkes ortaktır.
Musul Vilayeti’nde Kürt var. Türk de Kerkük’ün yukarısında var.
Biz onların arasında farklılık gözetmeyiz.
Elbette bağımsızlık savaşında Mustafa Kemal, Kürtlere karşı çok dikkatli bir politika ve muamelede bulunuyordu ve her zaman “kardeş” olarak isimlendiriyordu.
Mustafa Kemal, 10 Ocak 1920’de, Şeyh Ziyaddin Garzan’a gönderdiği bir telgrafta şunu yazıyor:
Türk ve Kürt birbirlerinin kan kardeşleridir ve aynı dinleri var. El ele vererek vatanı korumaya karar verdik.
(Andrew Mango: Atatürk)
Mustafa Kemal, aynı zamanda, Kürtler konusunda Cezire Cephesi komutanı Nihat Anılmış’a bazı tavsiyeler yollar ve bu tavsiyelerde şunu söyler:
Bizim iç siyasetimiz, bütün ülkede yavaş yavaş geniş düzeyde bütün oturanları içine alacak bölgesel idareler kurmaktır.
Kürt bölgelerine gelince, dahili ve dış siyasetimizin ışığı altında onlar için bölgesel yönetim oluşturulmalı.
(Andrew Mango: Atatürk)
Benim istifade ettiğim kaynak ve belgelerin dışında; Hasan Yıldız Fransız kaynaklarında gelişmeleri şöyle aktarır:
I. Paylaşım Savaşı sonundaki gelişmelerde aile mensuplarının isimlerine politik sahada daha sık rastlamaktayız.
Mustafa Kemal’in Nutuk’unda adları geçen Celaleddin ve Kamuran Bedirhan gençliklerinin en ateşli dönemlerinde İngiliz subay Noel ile birlikte Malatya önlerinde görünürler.
İmparatorluğun dağılma sürecinin yarattığı boşluklardan faydalanarak eski topraklarına dönmüşler ve çeşitli devletlerle girdikleri ilişkilerle ulusal sorunu kendi beyliklerinin temeli etrafında çözme eğilimi taşımışlardır.
19 Şubat 1920 tarihli bir Fransız raporu Bedirhanilerin İngiliz ajanlarının baskıları sonucu İngiliz mandasını kabul ettiklerini bildirir.
Kürt Bağımsızlık Komitesi sekreteri olarak Süreyya Bedirhan’ın Mart 1920’de kaleme aldığı bir bildiride bağımsızlık konusunda ne kadar kararlı oldukları görülür.
İstanbul’daki Kürt Merkez Kulübü başkan yardımcısı olarak Emin Ali Bedirhan’ın 18 Mart 1920 tarihli bildirisinde Ermeni-Kürt sorununun birbirine karıştırılmasına gösterdiği tepkiyi okumak mümkündür.
Kürdistan’ın sınırlarını Erzurum’dan Musul’a kadar çizer. Bütün şehirlerde Kürtlerin nüfus yoğunluklarını belirtir.
Kürt topraklarının Sevr Barış görüşmelerinde Ermeniler lehine terk edilmesini kesin bir dille reddeder.
Sevr Barış Konferansı’na gönderdikleri ortak bir başvuruda aileleri ve bunun Kürt sorunuyla bağlantıları hakkında daha detaylı bilgiler sunulur:
İstanbul, 6 Haziran 1920 İstanbul’da Fransız Cumhuriyeti Yüksek Komiserliği’ne
Ekselans,
Emir Bedirhan ailesi bu satırlarla kendi ülkelerinde, kendi otoriteleriyle ilgili olarak ortak güvenceler altında onlara bölgesel otonomi vererek, Kürtlerin ulusal istemlerini gerçekleştirmiş olmaktan ötürü Barış Konferansı’nı oluşturan güçlerden biri olarak Fransa’ya teşekkür eder. Bedirhan ailesi VII. yüzyıldan 1847’ye kadar ataları tarafından yönetilen, tamamen Kürt olan bu bölgelerin Fransız adaletinin esprisi altında, Güney Kürdistan’ın bir bölümünü (Cezire İbn-i Ömer) Fransa’nın ekonomik gözetimi altında konulmasını dikkate alınmasını rica eder. VII. yüzyılın ikinci yarısında Muhammed’in en büyük kumandanlarından biri olan ‘Atılgan’ lakaplı Halid bin Velid’in oğlu Süleyman Güney Kürdistan’ı fethetti.
Süleyman’ın ölümünden sonra oğlu Abdülaziz devletinin başkenti yaptığı Cezire şehrini kurar. Bu ülkeyi yöneten hanedana verilen Azizan (Aziz’in oğlu) ismi buradan gelmektedir. Ve bu hanedanın son Emiri Bedirhan babamız oldu ki O’nun hisarı Cizre’de hala mevcuttur.
Osmanlılara karşı birçok savaştan sonra Bedirhan 1847’de yenildi ve savaş esiri olarak İstanbul’a götürüldü. O’nun istemi üzerine Osmanlı hükümeti (Girit’e) sonra Şam’a, Şam’da öldü ve mezarı hala oradadır.
Osmanlı İmparatorluğu O’nun bütün mallarına el koydu ve bize tazminat olarak ödemesi gerekenin yüzde biri bile olmayan bir ödenek verdi. Birçok kez ülkemizdeki mülklerimizi ve tarihsel haklarımızı ileri sürmeyi istedik.
1877’de bizden iki kişi Osman ve Hüseyin Paşalar Cezire’ye giderler ve prensliğimizi yeniden kurarlar. Sultan Abdülhamid kardeşlerimizden birini, Bahri Paşa’yı onları geri dönmeye ikna etmek için gönderir. Kan dökülmesinden kaçınmak için geri gelirler. Abdülhamid verdiği sözlerden hiçbirini tutmadı.
1892’de aynı amaç için Halil ve Abdülrezzak Beyler, 1910’da Bedri Paşa ve Mithat Bey, 1917’de Hasan Bey, Hüseyin Paşa ve Süleyman Bey, Türk hükümetinin yasaklamasına rağmen Kürdistan’a gittiler. Son ikisi Türk güçlerine karşı bir çarpışmada öldürüldüler. 1916’da Kürdistan’a sızan Abdülrezzak yaşamını ülkesi için verdi.
Ekselanslarınıza bu ayrıntıları sunduktan sonra bütün Kürdistan’da ve özellikle Fransız mandası altına düşen bölümde -bütün özel çıkarların dışında- büyük bir etkimizin olduğunu söylemek istiyoruz. Ki bu etkiyi hükümetiniz, nüfusu altına aldığı ülkenin sadece mutluluğu ve barışını garantilemek için kullanabilir.
Ekselanslarınızın, istemlerimizi hükümete bildirme umudu içinde teşekkürlerimizi kabul etmesini rica ediyoruz...
Bedirhan ailesi için Emin Ali Bedirhan,
(Emir Bedirhan’ın büyük oğlu, Son Cezire Emiri)
Emin Ali Bedirhan uzun yıllar sürgünde ve İstanbul’da yaşamasına rağmen kendisini hala Cezire Emiri olarak görüyordu.
Bu 1847’den beri tarihsel bir anı olmuştu ama Bedirhaniler bu anıyı yaşatmakta kararlıydılar.
Ne var ki bir nesnenin doğal varisi olmakla, onun bizzat yöneticisi olmak açısından farklar vardı. İşte bu farklar onları kendi bölgelerinde bile zor durumda bırakıyordu.
Bu bölgedeki insanları bile harekete geçirmekte zorluk çekiyorlardı.
Emin Ali Bedirhan aynı mektuba ek sunduğu bir yazıda Botan bölgesinin sınırlarını şöyle çizer:
Cezire Devleti Üzerine Bilgi:
Yaklaşık bin seneden beri Cezire ve çevresine hâkim olan son Kürt devleti 1847’de eski Azizan ailesinden inen Emir Bedirhan’ın Türk hükümeti tarafından yenilgiye uğratılmasıyla son bulmuştur.
Emir Bedirhan’ın egemenliği sırasında Beylik kapsamı:
1- Cezire Eyaleti: Diyarbakır’ın güneydoğusunda bulunan Nizip, Midyat
2- Bitlis’in güneyinde bulunan Bervari, Eruh, Şırnak, Garzan, Şirvan, Siirt eyaleti
3- Van’ın güneyinde bulunan Çölemerik
4- Musul’un kuzeybatısında bulunan Zaho, İmadiye, Duhok eyaleti
5- Musul’un kuzeydoğusunda bulunan Uveynada ve Hugne platoları
6- Musul’un doğusunda Dirzor’a kadar uzanan ve aynı adı taşıyan eyalet
7- Tiyar - Tukhub eyaletini oluşturan dağlar.
Devam edecek...
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish