Kürt meselesinin demokratik çözümü son dönemde yeniden gündem oldu ve tartışmalar sadece hükümet ve Kürt tarafını değil, tüm Türkiye'yi ilgilendiren bir süreci işaret ediyor.
DEM Parti İstanbul Milletvekili Avukat Cengiz Çiçek, bu meselenin sadece Kürtlerin değil, tüm Türkiye halklarının kaderini doğrudan etkileyecek bir süreç olduğunu belirtiyor.
En son İmralı adasında yapılan ve Öcalan'ın çağrısıyla sonuçlanan görüşmeyi yapan heyette de yer alan Çiçek, çözüm için yalnızca Kürt kimliğine sahip olmanın yeterli olmadığını tüm farklı kimlik ve kültürlerin bu sürecin içinde yer alması gerektiğini vurguluyor.
Çiçek, geçmişteki acı tecrübeler ve sekteye uğrayan barış süreçlerinden ders çıkararak güven ortamının sağlanması ve çatışma zeminlerinin ortadan kaldırılması gerektiğini ifade ediyor.
DEM Parti İstanbul Milletvekili Avukat Cengiz Çiçek, son İmralı görüşmesinden ve Öcalan'ın çağrısından sonra birçok kesim tarafından epey bir tartışmanın döndüğünü, bu tartışmaların sadece hükümet ve Kürt tarafından değil toplumun değişik katmanlarından da olduğunu söylüyor.
"Yaşanan süreç bir bütün olarak sadece Kürtlerin kaderini değiştirmeyecek aynı zamanda Türkiye'de yaşayan bütün yurttaşların kaderini doğrudan etkileyecek bir süreç olacak" diyen Çiçek, şöyle devam ediyor:
Sürece ilişkin tartışmalar her şeyden önce son derece kıymetli ve değerinin bilinmesi gereken tartışmalar. Eleştirel tutumlar var, farklı yaklaşımlar var, anlaşılmayan hususlar var. Bunların hepsinin sürecin doğal karakteri olarak görülmesi gerektiğini düşünenlerden biriyim. Ne kadar çok şeffaf ne kadar çok katılımcı bir süreç götürülürse o kadar çok selamete evrilecektir. O nedenle sadece siyasi parti aktörlerinin ve muhataplarının değil bir bütün kamuoyunun kendisinin inatla ve ısrarla bu sürece katması gerekiyor.
Sayın Öcalan'la yaptığımız görüşmede sadece Kürt meselesinin demokratik çözümüne daraltan bir yaklaşımı yoktu. Kürt meselesinin demokratik çözümünü savunmak için Kürt olmaya gerek yok. Bu tekçi sistemden, antidemokratik sistemden olumsuz olarak nasiplenmiş bütün halkların, inançların farklı kimlik ve kültürlerin bir şekilde bu sürecin içinde olması gerekiyor.
"Ceylanpınar provokasyonuna benzer olaylar oluyor"
Çiçek, Öcalan'ın bütün bu sürecin sorumluluğunu üstlenerek kendi örgütüne çağrı yaptığını, örgütün de bu çağrıya uyacağını ve kongresini yapacağını söylediğini ama gelinen aşamada hala askeri operasyonların devam ettiğini söylüyor.
"Daha bugün Kobane'nin bir köyünde siviller öldürüldü. İnsanlar haliyle Ceylanpınar provokasyonuna benzer bir olay mı yaşanıyor diye soruyor. Ankara Gar Katliamı, Suruç Katliamı gibi olayları unutmadık, hatırlıyoruz" diyen Çiçek, bu katliamlarla geçmiş barış süreçlerinin sekteye uğratıldığını, mevcut sürecin ilerlemesi için askeri operasyonların bir an önce durdurulması gerektiğini önemle vurguluyor ve şöyle devam ediyor:
Biz DEM Parti olarak binlerce, on binlerce insanla görüştük şu Ramazan ayında bile iftar sofralarında binlerce insanla buluşuyoruz, konuşuyoruz. Herkesin ortak sorusu şu: Bu iş nasıl olacak? Sonuçta bir hafıza var, geçmiş deneyimler var, geçmişte yaşanan acı olaylar var. Bu sürecin çözümünü isteyen en ateşli savunucuları bile kaygılı, temkinli. O nedenle sürecin selametle ilerlemesi için ilk olarak çatışma zemininin ortadan kalkması gerekiyor, örgütün çatışmasızlık ortamında kendi kongresini toplaması gerekiyor.
"Su olmayan havuzda nasıl yüzeceğim?"
PKK'nın kongresinin toplanma sürecinde PKK ile Öcalan'ın iletişim kanallarının açık olması gerektiğini söyleyen Çiçek, "Belki örgütünün kafasında soru işaretleri veya Sayın Öcalan'a sormak istediği sorular olacak, kimi mesajları olacak, devletin yasaları kapsamında PKK yasa dışı bir örgüt de olsa her örgüt kongresini kendi lideriyle yürütmek zorunda" diye konuşuyor.
Çiçek, en karşı kesimlerin dahi böyle düşündüğünü belirtiyor.
Öcalan'ın baş müzakereci olarak serbest çalışma koşullarının, fiziki özgürlük koşullarının sağlanması ve bu sürece aktif katılması gerektiğinin altını çizen Çiçek, şöyle devam ediyor:
Kendisinin avukatlığını yaptığımız dönemde İmralı ada hapishanesine gittiğimizde özellik Oslo sürecinden bahsederken 'Beni boş bir havuza bırakmışsınız, yüz diyorsunuz. Su olmayan bir havuzda nasıl yüzeceğim' diyerek kendi dezavantajlı durumunu ifade ediyordu. Tam da bunu tartışmamız gerek.
Sayın Öcalan ısrarla bu sorunu daha şeffaf, daha katılımcı götürmek istiyor. Geçmiş deneyimlerden de yola çıkarak sekteye uğrayacağını çok iyi biliyor. Hatta bu son süreçte hatırlarsanız ilk deklarasyonda bir uyarı yaptı, geçmişte de yapmıştı bunu.
'Kürt meselesi dar gündelik siyasi hesaplara kurban edilmemeli' demişti. Bu perspektifle mecliste tam yetkili bir komisyon kurulması gerekiyor. Meclisteki bütün partilerin içinde olduğu bir komisyon. Bir Demokratik Cumhuriyet komisyonu olarak da tarifleyebiliriz bunu.
"Önyargı olmadığı sürece eleştiriler kıymetlidir"
Çiçek gelen eleştiriler için de "Biz eleştirilere çok kıymet veriyoruz. Eleştiriler bize de var, devlete de var, muhalefete de var, buna bir itirazımız yok" diyor ve devam ediyor:
Eleştirilerin olması mevcut sorunları daha etraflı çözmeyi de kolaylaştırır. Önyargı olmadığı sürece, insanlar ideolojik olarak çok katı bir yerde durmadığı sürece bu eleştirel aklın kendisi bazen bizim ıskaladığımız başka gerçekleri de görmemizi sağlıyor.
Dediğim gibi, eleştiri bu anlamda çok kıymetli, bizim arzu ettiğimiz Türkiye fotoğrafı da bu zaten. Kimse kimseye benzemesin, tekleşmesin, herkes kendi hür iradesiyle, hukuki ve siyasi varlığıyla dursun diyoruz.
Zaten Sayın Öcalan'ın Demokratik Toplum Çağrısı Bildirgesinde de bu vardı. Bu aynı zamanda bir siyasi kültür. Politika toplumun esenliği, huzuru, geleceği için varsa herkes toplumun öz çıkarları, ortak faydaları etrafında kendisini konumlandırmalı.
"Umut bizim açımızdan politiktir"
Çiçek'e sürecin tüm zorluklarına rağmen, umudunun olup olmadığını sorduğumuzda, şöyle cevap veriyor:
Umut bizim açımızdan politiktir ve varlık gerekçemiz. Bunu propaganda olsun diye söylemiyorum. Biz bu toprakların yurttaşlarıyız, burada gözlerimizi açtık, insan uzaklaşınca kendini daha yalnız ve mutsuz hissediyor. O yüzden bu toprakların insanlarına öncelikle güvenmek lazım.
Ben Türkiye'nin batısında büyümüş bir Alevi Kürt olarak biliyorum ki Türkiye'de bütün halklar kendi içinde barışık. Halkların bu doğal halini bozan onlara müdahale eden kapitalist modernite gerçeği ve ulus devletçi yönetim aklının olması.
Halkların doğal yaşamına darbe vuran bu yaklaşımları bertaraf etmemiz, bu yaklaşımları boşa çıkarmamız lazım. O nedenle başvuracağımız yegâne adres yine kendi tarihimizdedir. O da halkların tarihidir. Halkların tarihi kardeşlik, eşitlik içeren onurlu bir tarihtir. Herkes buna inansın el ele, omuz omuza buraya koşsun, bunun işçiliğini yapsın.
© The Independentturkish