Merkezi ve yerel yönetimler arasındaki karmaşa...
Yanlış uygulama sigortası...
Güçlendirilmenin anlaşılamaması...
Kentsel dönüşüm uzun vadesi, rant tartışmaları...
Yapı denetimi, Türkiye'nin deprem şartnameleri...
1939'da iki ayrı ve yıkıcı deprem yaşayan Şili ile Türkiye'nın afet algısında apayrı yollara gidişi...
"Oldu&Olacak"1 söyleşi serisinin ikinci konuğu Boğaziçi Üniversitesi Deprem Mühendisliği bölümünden Emeritus Profesör Dr. Mustafa Erdik.
Independent Türkçe İstanbul’un beklediği depremi konuştuğu Erdik’e çözüm önerilerini, doğru ve yanlışları sordu.
"Mesleki sorumluluk sigortası şart, mali kapasite eksiği olan ülkeler güçlendirmeye yönelmeli"
Türkiye'de deprem hasarının azaltılmasının yolları ne? Siz dört ana bacak, dört faktöre değiniyorsunuz. Nedir bunlar?
Türkiye'de deprem hasarının azaltılması için ilk önce aslında bizim amacımızı belirlemek lazım. Birincisi amaçtır. Amacımızın Türkiye'nin bugün can kayıplarını azaltmak olması lazım. Bu can kayıplarını azaltmak için değişik araçlar var, vasıtalar var. O dört madde daha çok araçlarla ilgilidir. Yoksa amaç değildir bunlar. Bunlardan biri deprem tehlikesi ve deprem riskinin belirlenmesi. O konuda çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Bugün İstanbul olsun Türkiye olsun gerek deprem tehlikesinin belirlenmesi gerekse olası deprem risklerinin belirlenmesi açısından dünyadaki sayılı ülkelerden. Hatta İstanbul sayılı kentlerden bir tanesidir. İkincisi mevcut riskini arttırılmaması... Mevcut riskin artırılmamasından ne kastediyoruz? Bir kere deprem etkilerini göz önüne alan kent planlaması... İkincisi yaptığımız her türlü binanın, yapının mevcut deprem şartnamesine uyularak yapılması. Tabii bunların sağlanması için arka planda yetkin mühendisliğin gelmesi lazım, mesleki sorumluluk sigortası gelmesi lazım ve üçüncü şahıslara karşı ve çevre için mali sorumluluk sigortası gelmesi lazım ki bu da bunların doğru yapımını, denetimini sağlayalım.
Üçüncü madde mevcut riski azaltılması... Şu anda belli bir riskimiz var, onu arttırmıyoruz evet ama onu nasıl azaltacağız? O konuda maalesef oldukça geri olduğumuz bir konu. Yani bu tamamen deprem performansı yetersiz olan altyapı ve yapıların deprem performanslarının yükseltilmesini amaçlıyor. Deprem performansının yükseltilmesi için iki yol vardır. Bunlardan bir tanesi ya yıkarsınız, yeniden yaparsanız. Öbürü de güçlendirirsiniz. Şu anda maalesef güçlendirme çok bir talep görmüyor ama bu işin aslı, esası özellikle Türkiye gibi kapasite eksikliği ve mali eksikliği olan ülkeler için güçlendirmenin bir numaralı olması lazım. Tabii bununla beraber acil yönetim planının, programlarının hazırlanması lazım, o da önemli.
"Bina güçlendirmesi can kayıplarının önüne geçecek derece yapılmalı"
Güçlendirme maliyetli mi? Mesela 6 Şubat Depremleri'nin ardından özellikle İstanbul gibi deprem riski yüksek kentlerde eski binalarda oturanların gündemlerinden biri de bu. Kimi kendine müteahhit arıyor kimiler güçlendirmeyi bir opsiyon olarak gözden geçiriyor. Ancak bunun da maliyetinin neredeyse yıkıp yapmak kadar fazla olduğunu söyleyenler var.
Binadan ne amaçladığınıza bağlı... "Can kaybının azaltılması" dedim. Biz binayı güçlendirirken o binada can kaybı olmaması kadar güçlendirmemiz gerekiyor. Yani bina hasar görsün, icabında yıkılsın ama can kaybı olmasın. Ve düşüncemiz bu binanın deprem sigortasının olup arkasından deprem sigortasına alınacak para ile binanın yeniden yapılması ideali budur. Yoksa siz binayı yeni bir binadaki deprem performansını sağlayacak şekilde güçlendirmeye kalkarsanız, bunu maliyeti epey fazla.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ama öyle bir şeye ihtiyacınız var mı? Emin değilim. Bir de maliyet olarak şunu da düşünmek lazım. Bu yalnızca inşa maliyeti değil, içindekileri boşaltacaksınız, başka bir yere taşıyacaksınız, binayı güçlendireceksiniz. Yeni binanın aynı deprem performansını sağlayacaksınız. Ondan sonra binada oturanlar içeri gelecek bir işin bitmesiyle uğraşacak. Yani duvarıydı, banyosuydu, mutfağıydı... Onunla uğraşacak. Maliyetler çok artıyor tabi... Yani manevi maliyetleri de artıyor, sosyal maliyetleri de...O bakımdan bizim düşündüğümüz güçlendirme zaten sadece can kaybını önleyecek kadar güçlendirme ve hariciyi güçlendirme. Yani insanlar içinden boşaltmadan...
"Kentsel dönüşüm yerine yakın vadeli araçlar da var"
Mesela hükümet İstanbul'da kentsel dönüşüm için daire başına yaklaşık 700 bin lira vereceğini duyurdu. Buna nasıl bakıyorsunuz?
Daire başına 700 bin lira verilmesi demek bugün diyelim 10 daireli bir apartman varsa 10 daireli bir apartmanda 7 milyon lira yapar. Ben 7 milyon liraya bu binayı harici olarak güçlendireceğim. Ve bu binadan can kaybının olmamasını temin edebilirim. Arkasından da eğer yeterli deprem sigortaları varsa buradan sigortadan alacak parayla bu bina yeniden yapılır. Bu demektir ki; aynı zamanda binanın yapım bedelini de yabancı piyasa transfer ediyorsunuz demektir. Bu işin rasyonalitesi budur. Ama siz kentsel dönüşümü araç değil amaç olarak görmeye başlarsanız işin boyutu değişiyor. Yani can kaybını azaltmak için çok değişik araçlar var. Kentsel dönüşüm bu araçlardan önemlisi ama uzun vadeli bir araç. Yakın vadede kullanacağımız daha çok fazla araç var.
O yüzden güçlendirmeyi öne çıkarıyorsunuz?
O yüzden güçlendirmeye önem veriyoruz. Tabi güçlendirmeyle beraber dediğim gibi arkasından hakikaten esaslı bir deprem sigortasının olması lazım. Ki; oradan alınacak tazminatla insanlar evini yeniden yapabilsin.
"Deprem şartnamemiz iyi ama proje ehil kişilerce yapılıp denetlenmeli"
Türkiye'de, bilhassa İstanbul'da yeni yapılar deprem şartnamesine uygun yapılıyor mu sizce? Bir de siyasetiyle, bilim dünyasıyla, sokağıyla sürekli deprem şartnamesini konuşuruz ama bunun tam olarak ne olduğunu biliyor muyuz?
Deprem şartnamesi şu anda İstanbul'da oldukça çok güzel şartlar öngörüyor. Şu anda İstanbul'da tabi bir şartnamenin öngördüğü deprem var. Bir de beklenen deprem var. Yani beklenen deprem, İstanbul'da beklenen depremi yaratacağı deprem hasarı veyahut da deprem yer hareketi şartnamenin öngördüğünün altındadır aslında. O bakımdan şartnameye göre yapılmış binalar hakikaten çok güvende. Sağlam binalar bir miktar pahalı oluyor tabii ama bina şartnameye göre yapmak için bir projenin ehil ellerde yapılması lazım. "Yetkin mühendislik" ondan diyoruz. İki; projenin ehil ellerce denetlenmesi lazım. Üç; projenin doğru bir şekilde uygulanması lazım. Dört; proje uygulamasının da denetlenmesi lazım. Bunlardan bir bacağın eksik olması demek şartnameye uymamak demektir.
"Şantiyedeki mühendise şart getirip mesleki sorumluluk sigortası yapmak gerek"
Türkiye'deki şantiye şefliği yönetmeliği de bir garip sanırım. "Bin 500 metrekareyi geçmeyen dört işe bakabilir, 4 bin 500 metrekareyi geçmeyen üç işe, 7 bin 500 metrekareyi geçmeyen iki işe bakabilir" deniyor. Eğer şantiye şefleri denetleyen ise, bir nevi iş veren vekili ise İstanbul gibi bir kentte diyelim biri Beylikdüzü biri Tuzla biri de Kadıköy'de iş aldı. Nasıl denetleyecek? Nasıl bakacak? Dahası bu trafikte bir gün içinde üç yere gidip gelebilecek mi? Yoksa her şey yine kağıtta mı kalacak?
Doğrudur tabi. Kağıtta kalıyordur, kalmayanlar da vardır. Bunları önlemenin yolu bugün gelişmiş ülkelerde kullanılan yolu mali mesuliyet sigortası veyahutta mesleki sorumluluk sigortasıdır. Siz şantiye mühendisine şu şartı getirirseniz, neticede şantiye mühendisinin yaptığı bir hata yüzünden binada bir kusur oluşur. Yani deprem hasar olması şart değil durduğu yerde de binalar hasar görebiliyor. Eğer hasar oluşursa bunun sorumlusunun doğrudan doğruya siz sigortadan tahsil ederseniz bedelini. O bakımdan diyeceksiniz ki mesela, "Kardeşim senin yaptığın işe göre" diyelim ki; adam bir milyar liralık inşaat yapıyorsa diyeceksin sen bana 100 milyon liralık mali mesuliyet sigortası getireceksin. Sigortacı o sigortayı verirken tabi kimin verdiğini nasıl verdiğini, bu işin nasıl uygulandığına bakacak. Yani bu işin yolları buradan geçiyor.
Bu bir yöntem. Peki İstanbul'un mevcut deprem riskini azaltmak için ivedi ne yapılmalı? Hep "Yapı disiplini hayat kurtarır" diyoruz ya. Hani fayların da ne olduğu belli...
Önce paradigmayı değiştirmek lazım. Bizim İstanbul'da istediğimiz can kaybının azaltılmasıdır. Can kaybı azaltılması için değişik araçlar var. Bunlardan şu anda en gündemde olan arz kentsel dönüşüm, kentsel dönüşüm uzun vadede yapılabilecek mali yeterlik isteyen ve aynı zamanda kapasite isteyen bir iş. Ve aynı zamanda şöyle düşünün, kentsel dönüşümün arkasından çok büyük moloz da çıkacak. Onların atılması da çok yeşil bir iş değil. Trafikte bir yığın büyük kamyonları görüyorsunuz. Yani bu kolay bir süreç değil. O bakımdan bizim düşündüğümüz riskli binaların sadece can kaybını önleyecek şekilde güçlendirilmesi. Ve hakikaten esaslı bir deprem sigorta sistemini getirip arkasından bu binaların deprem sigortasını alınacak parayla yapılmasıdır. Yani paradigmayı bu şekilde değiştirmemiz lazım.
"İstanbul için yürümek değil koşmak zorundayız"
99'dan beri İstanbul'u gözlemlediğinizde çeyrek asır boyunca olumlu bir gidişat mı var yoksa biraz yerimize sayıyor gibi miyiz? İyi ne, kötü ne?
Gidişat olumlu da biz yürümekten değil koşmaktan bahsediyoruz. Yani çok daha süratli işleri yapılmalı. İstanbul'daki en iyi gidişatlardan bir tanesi bugün mesela okullarla ilgili problemimiz yoktur. Çünkü İstanbul Proje Koordinasyon birimi yaklaşık bin 100 adet okul kompleksini güçlendirilmiş veya yıkıp yeniden yapmıştır. Ama yaklaşık bunların 700 kadarı güçlendirilmiştir. Bu demektir ki; şu anda yaklaşık benim tahminim 1-1 buçuk milyon öğrencimiz depremde emniyetlidir. Bu çok büyük başarı. Aynı zamanda İstanbul'da kara yollarının girişinde hemen hemen tüm büyük köprüler ve asma köprüler güçlendirilmiştir. Bu da büyük başarı. Bugün İstanbul'da özellikle doğalgaza bakarsanız, İstanbul'daki doğalgaz için herhangi bir yangın veya patlamaya karşı koruma sistemi dünyanın herhangi bir yerinden çok daha iyidir. Gerek Japonya gerek Amerika'lı kastediyorum. O bakımdan çok başarılı yaptığımız işler var. Başarısız yaptığımız işler halkımızın mesken olarak kullandığı konutlardaki gerekli deprem güvencesini sağlayamamak.
"1939’daki iki ayrı depremden Şili ders çıkardı biz çıkaramadık"
Japonya tamam... Peki Şili nasıl bunu başarıyor? Şili'nin ortaya koymuş olduğu kodlar, uygulamalar, yasalar Türkiye'ye göre çok daha ağır mı yoksa sadece yasalarını hayata mı geçirebiliyorlar?
Yani ikisi de var. Enteresandır. Şili'de 1939'da bir deprem oldu ve 30 bine yakın insan öldü. Bizde de 39'da deprem oldu, ona yakın insanı kaybettik. Ondan sonra yeni şartnameler geliştirdiler. Biz de 1940'da şartnameyi aldık ama onlar şartnamelerin çok iyi kulladılar. Bugünkü depremlerde ölü sayısı neredeyse sıfıra iniyor. Biz 1939 depreminden sonra 99 depreminde 20 bine yakın can kaybettik. Bu son depremde de 50-60 bin can kaybettik.Yani iki şeyden kaynaklanıyor. Bir şartnamenin uygulanması. Bir de Şili'deki şartnamelerin Türkiye'deki deprem şartnamesine göre daha basit olması. Basitlikten şunu kastediyorum. Diyor ki, adam mesela "Perde duvarı oranları kat yüzölçümünün yüzde 2'siyle 4'ü arasında olacaktır" diyor. Biz de ortalama yüzde 1'dir, o da yapılırsa. Bunu bir belediye mensubu gidip perde duvarının alanına bakar. Binanın alanına bakar. Çok rahat görebilir. Denetim de kolay... Ha, bu demektir ki binalar biraz daha pahalıya oluyor belki... Mümkündür, olabilir ama bu yollardan bir tanesi. Nitekim ister istemez de Türkiye aynı yollara gidiyor. Bugün yapılan binaların, deprem sonrası yapılan binaların, depremde hasar görmeyen binaların büyük bir çoğunluğu bizim "tünel kalıp" dediğimiz binalar. Tünel kalıp dediğimiz binalar zaten çoğunlukla perde duvardan oluşan binalar. Ama belki bizim yani standart apartman tipleri için diyelim ki; 5-6-7-8 katlı binalar için gayet böyle presktif yani reçeteye bağlı usuller koyup ki onların hem uygulaması kolay hem denetlemesi kolay olacak. O tip şeyleri getirmemiz lazım. Bunlar yapılmayacak şeyler değil.
"Çök-kapan-tutun iyi de, biz tahta masa altına onlar 500 kiloyu taşıyacak masa altına giriyor"
Boğaziçi Üniversitesi'nde erken uyarı sistemini kurdunuz. Bu sistemin etkinliği, çalışabilirliği nedir? Bir de insanlar erken uyarı sistemini biraz yanlış anlıyorlar. Burada herhalde daha çok işte hastaneler, kritik yerlere bir uyarı göndermek için tasarlanmış. Kurumlara, kuruluşlara... Ancak burada üniversite ile devlet kurumları arasında bir çift başlılık olduğunu söyleyenler var. Geçtiğimiz sene içerisinde bu sistemle alakalı "Balıkçı ağlarına takıldı, çalışmaz duruma geldi" denmişti. Nedir son durum, dahası hiç etüd edilebildi mi?
Sistem 2000 yılında kuruldu. Dünyadaki zaten herhalde kurulan üçüncü, dördüncü sistemdir. Yani bunun nasıl çalıştığı, nasıl olduğu biliniyordu. Amerika'da büyük çalışmalar vardı. Amerikalılar bunu çok geciktirdi ancak 2020'de başladı California'da. Bunun da sebebi Amerika'daki bu konudaki davaların çoğalabilmesi. Diyelim depremle ilgilerken uyarı verme kapasiteniz var, bilginiz var, vermediniz. Bu bilinse sizin için tekrar dava açılır. "Neden vermedi?" diye... Veyahut da verdiniz, yanlış uyarı verdiniz. Bunun için de tekrar dava açılır. O bakımdan özel üniversitelere girmedi. En sonunda Amerika'daki devlet kurumlarıyla anlaşıp şu anda California'da başladı. Ama şu anda insanlar için söylüyorum gerek California'da olsun gerek Japonya'da olsun amaç insanları erken uyarı sistemi aldığı zaman bir masanın veyahut sıranın altına girip çök-kapan-tutun'u yaptırabilmek... "Türkiye'de bunu yaptırsanız ne olacak?" diye düşünelim. Bir kere binanız çok sağlam değil, ikinci altına girdiğiniz masa da zaten çok sağlam değil. Bugün çök-kapan-tutun yaptıran özellikle gerek İsrail'de biliyorum gerek birçok Asya ülkesinde biliyorum. Mesela okullar için özel masalar yapılıyor. Ki; altına çok rahat girecek ve üzerinde yaklaşık 500-600 kiloyu taşıyacak durumda. Yani bunda da sistematik gitmek lazım. Yoksa çök-kapan-tutun demekle, yani iyi bir şey kötü bir şey değil de çok fazla bir faydası olmayabilir.
Gereğini yerine getirmek lazım yani?
Evet. Birincisi bu. İkincisi İstanbul gibi yerlerde veyahut fay hattına yakın yerlerde erken uyarı verme sinyaliniz 4-5 saniyeyi geçmez. Belki 6 saniye olur. O bakım şahıslar için bir anlamı yok bunun. Ne için var peki? Mesela diyelim ki elektrik santralları, nükleer santrallar, kritik tesisler... Mesala bugün Türkiye'de robotların kaynak yaptığı birçok sistemler var. Özellikle otomobil fabrikalarında. Siz bir sinyalle robotların kaynak yapmasını kesip, bunları onların tabiriyle esas duruşa getiriyorsanız yangını önlerseniz. Veyahutta diyelim ki, bir gemiye boşaltma yapılıyor. Tehlikeli madde... Onu durdurabilirseniz anında denizin kirlenmesini kesersiniz. Servo sistem dediğim bu. Bunlara sinyal verilmesi çok önemli. Şu anda zaten Kandilli'nin kurduğu sistem de insanlar için hiçbir zaman kurulmadı. Şu anda verilen sinyaller mesela İGDAŞ'a gidiyor, aynı zamanda Marmaray'a gidiyor. Bu tip sistemlerle gidiyor. Japonya'da zaten bunların başlaması tamamen hızlı tren durdurma sistemi... Türkiye'de hızlı tren durdurma için, erken uyarlar şu anda en azından benim bildiğim iki-üç tren hattında belki o zaten bunlar zaten yapılıyor.
Depremlerin binaları yıpratması gibi bir durum da var sanıyorum. Sözgelimi, mesela bundan birkaç sene önce Kartal'da bir bina kendiliğinden yıkılmıştı. Ya da 99 Gölcük Depremi sonrası Avcılar'daki Merkez Camii'ye bir şey olmamıştı. 5.8'lik Silivri depreminin ardından ise minaresi yıkılmıştı. Yapılar yoruluyor mu?
"Yoruyor" demeyelim. Sık sık yani diyelim ki ayda bir deprem oluyorsa onlar bir miktar yorabilir. Ama oradaki durum şudur. Türkiye'deki deprem hasarına bakıldığı zaman deprem hasarının o binanın maruz kaldığı deprem hareketiyle ölçülmesi lazım. Şimdi diyelim ben bu binayı X deprem yer hareketi için tasarım yaptım. Ama bu binanın maruz kaldığı deprem hareketi "X bölü 5" diyelim. Bu binada hasar varsa bu demektir ki bunun güçlendirilmesi gerekir zaten. Siz o binayı "Yahu fazla bir şey yok, sağı solu çatladı bu idare eder" derseniz ondan sonraki depremde yıkılıyor demektir. Bunun yorgunlukla alakası yok. O bir sinyaldir. Yani küçük bir depremde sizin bir binanız hasar görüyorsa o az hasarlı değildir, o bina risklidir. Az hasarlı ancak tasarım depremine maruz kaldığı zaman az hasar göstermişse, o bina az hasarlı olur. O ayırımı yapmak lazım.
"Türkiye’de imar barışı olmasaydı da bir şey değişmezdi"
İmar barışı, imar affı... Ne düşünüyorsunuz?
Diyelim ki; "İmar barışı olmasaydı değişir miydi?" diye bakalım. Bence imar başı olmasaydı bir şey değişmezdi. Benim şahsi fikrim bu. Ha, imar barışı iyi mi? Bence iyi bir şey değil. Bizim kötü örnekler vermemiz lazım.
1 İlk bölümü 6 Şubat Depremleri'nin 1. yıl dönümünde yayınlanan "Oldu&Olacak" belgeselinin ikinci bölümü 7 Mart'ta Independent Türkçe'nin YouTube hesabından yayınlanacak.
© The Independentturkish