Yeni avro-amerikan sağı: Bir mutant-varlık mı, ölü doğum mu?

Sinan Baykent Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodomir Zelenskiy'nin Beyaz Saray'da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald J.Trump ile Başkan Yardımcısı J. D. Vance tarafından azarlanmasını (ve dahi aşağılanmasını) takiben Avrupa liderliği söylemsel düzeyde ciddi bir reaksiyon verdi.

Batı Avrupa iktidarları -hâlâ- çoğunlukla liberal dünya düzeni pratiğinin yılmaz savunucuları.

ABD ile müttefikliğini evvelâ bu pencereden okuyup örgütlerken, Rusya'nın mevzubahis çerçeveye ciddi bir tehdit yönelttiğine kâniler. 

Dahası, Avrupa Birliği (AB) projesinin mevcut istikâmetinde gitmesini ve bu yolda güçlenmesini hedefliyorlar. 

Nihayet hâlihazırdaki Amerikan liderliğinin de desteklediği Eski Kıta'daki sağ-popülist/ulusal-muhafazakâr ivmeden "vebadan kaçarmışçasına" kaçılması gerektiğinde mutabıklar.

Kısacası Avrupa, "Zelenskiy" sembolü üzerinden kendi içinde çıkarları doğrultusunda "acil" bir yeniden hizâlanma gereksinimi duydu.

Ne var ki dünyanın "ideolojik kabuğu"nun -en azından kısa ve orta vadelerde- geri dönülmez (ve döndürülemez) tarzda değişmeye yüz tuttuğu böylesi bir konjonktürde, Avrupa statükosunun kendi "özerk varoluş çabası"nı liberal teamüllere dayandırmakta ısrar etmesi ciddi sorunlara gebe.


Avrupa özerkliği: liberal hülya ve paylaşılmış milliyetçiler

Doğrusu, bu misyon doğal olarak milliyetçilerin – yani Avrupa milliyetçiliğinindi.

Gerçekten de ister 1945 öncesi isterse de 1945 sonrası süreçlerde, Avrupa'da milliyetçilik -genetik varoluş kodlamalarıyla- daima "Eski Kıta'nın birliği" savına tutunmuş, bu savın gerekleri uyarınca kendisini konumlandırma ihtiyacı hissetmiştir. 

1945 öncesi hareketlerde "Batı plütokrasileri ile Doğu bolşevizmi" arasındaki noktayı, 1945 sonrası yapılanmalarında ise "kapitalist-emperyalist ABD ile kolektivist-emperyalist Rusya" çelişkisinden süzülen "üçüncü yol"u işaretlemiştir.

AB tasavvuru ise ilk ândan itibaren esas olarak,1 Avrupa halklarını bölücü nitelikteki ideolojik çatallaşmaların pasifleştirilmesi ve 2 Avrupa'yı bir bütün olarak "Batı" idrâkinin ve bu idrâkin bağlı olduğu "Özgür Dünya" yaklaşımının yörüngesine bilfiil dâhil etmek perspektifiyle kurgulandı. 

Gerçekten de Bazı tarih tezlerinin İkinci Dünya Savaşı'nın aslında "milliyetçiler ile komünistler arasında cereyân eden bir Avrupa ideolojik iç savaşı" olarak başladığını ve geliştiğini öne sürdüğü unutulmamalı.

Oysa bugünkü aşamada, iki yönlü derin bir çıkmaz hâsıl. 

Bir yanda hâkim Avrupalı yönetici sınıfının "özerk Avrupa" için tutunduğu paslı liberalizmin eski toplumsal konsensüs gücünü yitirmiş olduğu hakikati var.

Diğerinde ise "Avrupa özerkliğinin" hâmileri olması beklenen milliyetçilerin bizzat kendilerinin ABD ile Rusya arasında "paylaşılmış" oldukları hakikati…

Uzun yıllardır aynı şeyi yazıyorum: Avrupa'da yükselen "ulusal-sağ"ların "organik" ve hatta "ulusal" hiçbir tarafı yok.

Bilhassa da küresel düzlemde adına "11 Eylül Paradigması" diyebileceğimiz dönüşüm çarkı işlediğinden bu yana süregelen bir tür "siyâsî mühendislik atılımın ürünü" olma hâli mevcut.

Bahse konu atılımın başını ABD sağının entelektüel muhiti çekmişse de Rusya da ipin ucundan tuttu.

Rus oligarklarla yapılan müzakereler, Rus bankalarına borçlanma, Rus ideologların agresif kampanyaları vb. sayısız örnek var. Rusya da kendi paralel oyununu nakşetti. 

Perde arkasında pasta diliminin büyüğünü afiyetle midesini indirenlerden bahsetmiyorum bile. 

Velhâsıl ulusal-sağlar tedricen "Eski Kıta'nın büyük ve emperyal güçlerce paylaşılmasının önündeki en cüsseli engel" pozisyonundan, "Eski Kıta'nın büyük ve emperyal güçlerce paylaşılmasını kolaylaştırıcı en cüsseli unsur" kıvamına getirildi. 

Bir siyasal "mutant-varlık"ın icâdı

Bir mutant "yaratıldı". Bu, ABD'nin biyo-genetik müdahaleleri ve Rusya'nın "aktif ve fırsatçı" iştirâkiyle mümkün oldu.

11 Eylül-sonrası "biz" ve "onlar" antagonizmasının "medeniyetsel-medeniyetçi" bir zemine oturtulması ilk adımdı. Bu anlamda "öncü aslında neo-conlardır" dersek, yanılmış olmayız. 

Akabinde ABD'deki "Tea-Party" tecrübesinden dökülen birtakım "kazanımlar", Avrupalı sağ entelektüel çevrelerde yankılanmaya başladı.

Liberteryenliği muhafazakârlıkla harmanlayan, göçmen karşıtlığına "seçkinlerin kontrolündeki devlet" imgesinin reddi prensibini ekleyen bu oluşumun "çağdaş sentezciliği" Avrupa'nın sağ düşünürlerinde ciddi bir tesir bıraktı.

2010'lar bir kırılmadır. 

Bunu bir çeşit "komplekssizleşme" safhası olarak niteleyebiliriz. 

ABD'de beyaz üstünlükçülük -o döneme değin büyük ölçüde "yeraltı" vasfı taşıyan Amerikan neo-Nazi literatürü de (yeniden) keşfetmek/programlamak suretiyle- "görünür" oldu ve kurumsal sağ alanla dirsek teması geliştirdi Avrupa'da ise Renaud Camus'nün "Büyük İkâme" adlı eseri yeni dönemin teorisini pekiştirdi ve PEGİDA  vb. "sokak inisiyatifleri" mantar gibi çoğaldı.

2010'lar aynı zamanda Avrupa'da sağ-popülizmin ilk iktidar imtihanlarından geçip sorumluluk üstlenmeye başladığı zaman aralığını da mühürlüyor. 

Samuel P. Huntington'un "Medeniyetler Çatışması"nın farklı dinamiklerce çok çarpıcı mânâda siyasallaştırılarak kamusal diskura eklemlenmesi/normalleştirilmesi de bu evreye denk düşer. 

Palazlan(dırıl)an yeni ulusal-sağlar formatının birleşik refleksi "kültür" ve "medeniyet" faktörlerinin biyolojikleştirilmesi üzerinedir. 

Başka bir deyişle, "dünya sathında ablukaya alınan 'beyazlık' aidiyeti ve onu doğuran medeniyet potasının savunulmaya ihtiyacı vardır".

Böylelikle ABD'den Avustralya'ya, Yeni Zelanda'dan Avrupa'nın içlerine değin zinde olması beklenen bir müşterek siyâsî şuur (ve elbette "hareket") peydahlanıyor. Düşman kimi yerde Müslüman Arap, Türk, Arnavut vs., kimi yerde ise Siyâhî-Afrikalı vb. "öteki"ler. 

İlginçtir, "Hint" bu "düşman listeleri"nden muaf. Muaf, zira söz ettiğimiz "doğurgan medeniyet potası"nın bir ayağı -en azından resmî anlatı ve algıda- Hindistan'dadır. 

Keza Yahudi de artık liste-dışıdır ve "Medeniyet Dairesi"ne dâhil edilmiştir. 

21'inci yüzyılın beyazlığının siyâsası, Yahudi-Hristiyan değerlerini de Hindistan'daki Aryan kökeni de kendince ve eşzamanlı kavramaktadır.

Bu sâyede İsrail ve Hindistan birer kırmızı çizgiye evrildi. Gerek Siyonizm gerekse Hindutva Batı medeniyetçileri nezdinde (yeni) Batı'nın Doğu'daki savunma hatlarını cisimleştiriyor.

2020'ler olgunlaşma merhalesidir. 

Bundan böyle iktidar ya uzanılacak kadar yakın ya da pratiğin kendisidir – fiildir.

Amerikan sağı ile Avrupa ulusal-sağları arasındaki kaynaşma neredeyse "sembiyotik"tir.

Rusya da bu durumdan istifâde etmektedir. Üstelik bu, aynı zamanda, Avrupa ulusal-sağlarının ABD'ye (ve bir bakıma Rusya'ya) katıksız bağımlılığının en yoğun yaşandığı düzlemdir.

"Roma Selâmı" ABD'de sahnededir ve Avrupa'nın ulusal-sağ bilinçaltına nüfuz etme gayretinde beşinci vitese geçilmiştir. 

Kısacası, avro-amerikan sağının yani bu "mutant-varlık"ın "yaratıcılarına en çok teslim olduğu" tarihsel "ân"dan bahsedilebilir.


Avrupa'nın alternatifsiz alternatifleri

Bu "mutant-varlık"ın Avrupa yerlisi bir hareket olmadığı, bir "biyo-genetik mühendislik harikası" (!) olduğu besbelli – en azından ben böyle değerlendiriyorum. 

Gerçek şu ki, bu akım Avrupa'da "toplu" iktidara yaklaştıkça, Avrupa'nın ABD ile Rusya arasındaki özerklik hayalleri bir o kadar sönümleniyor. 

Dahası, insan geçmiş yüzyılın aynasında yeni ve şiddetli bir iç kargaşanın taşlarının döşeniyor olabileceği ihtimalini de düşünmeden edemiyor.

Hususen JD Vance'ın geçtiğimiz günlerde Münih Konferansı'nda yaptığı konuşma, bu minvalde yorumlanabilecek pek çok emare barındırıyordu.

Bu, yabana atılmaması gereken bir projeksiyon. Ve "medeniyetsel bütünleşme" paravanının ardında Avrupa'nın yeni bir "paylaşım" dekorunu sözgelimi "kendi iradesiyle" monte ettiği bile iddia edilebilir.

Bugün AB kurumları vasıtasıyla en yüksek ifâdesini bulan 1945-sonrası liberal Avrupa mimârîsi, yürüyen "ideolojik kabuk değişimi" serüvenine direneceğinin sinyallerini muhtelif vesilelerle veriyor. 

Fakat bu Avrupa'nın, her yandan delik deşik edilmiş liberalizm ceketiyle "uzunca" direniş gösteremeyeceği de aşikâr.

Ulusal-sağların basıncı artıyor. ABD-Rusya ikilisinin yeni uyumuyla bu eğilimin daha da keskinleşmesi muhtemel.

Satranç tahtası, Avrupa'nın iki senaryoda da köşeye sıkıştı(rıldı)ğını ispatlıyor. 

Ortadan ikiye yarılmış bir Avrupa görüntüsü var: Köhnemiş liberalizme yapışmış hâlde Avrupa özerkliğini kurtaracağını zannedenler ile Avrupa özerkliğini temsil etmesi beklenen yerde Avrupa'nın anahtarlarını patırtısız bir şekilde ABD ile Rusya arasında pay etmeye adanmış ulusal-sağlar. 

Zaten kavganın büyüğü tam da bu çelişkiden çıkacak.

Bir alternatif, "mutant-varlık"ın ölü doğ(durul)ması. Diğer bir anlatımla, Avrupa milliyetçiliğinin kendi, yerli, özerk jeopolitik rolünün sorumluluğunu üstlenmesi.

Bu alternatifin hayat bulma şansı çok cılız ve hatta imkânsıza yakın. 

Fakat Tarih'in "öğrenilmiş içgüdüleri" zaman zaman kamçıladığı bilinir. 

Şimdilik kesinliği tartışmasız olan tek şey, Avrupa'yı her hâlükârda zor – çok zor günlerin beklediği.

 

 

1.  Yerli Avrupa nüfusunun Müslümanlarca ikâme edildiğini savunan eser.
2.  2014 yılında kurulan Almanya-merkezli "anti-İslâm" oluşum.
3.  "Hintlik" üzerine 20'nci yüzyılda kurulan Hint milliyetçisi akım.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU