"Dicle akar, Kürtler bakar!"

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Yıllar önce bir grup arkadaş, gördüğümüz Avrupa şehirleri üzerine fikir yürütüyor, sohbet ediyorduk.

İçimizden birisi ve bizden çok az Avrupa şehri görmüş bir arkadaşımız dedi ki:

Ben Avrupa'nın bütün şehirlerini gördüm.


Biz hepimiz birden hayretle, "Nasıl gördün, işte senin kaç şehir gördüğünü biliyoruz, biz senden çok daha fazla gördük, işte şuraları şuraları gezdik" deyince, dedi ki:

Yahu, Avrupa şehirlerinin hepsi birbirine benziyor. Bir, içlerinden mutlaka bir nehir geçiyor, nehir akıyor. Şehrin merkezinde bir eski büyük kilise var, bir de sonradan yapılan metro istasyonları var.


Hepimiz birden tekrar gülmeye başladık.

Doğru, Avrupa'nın neredeyse hemen hemen birçok şehrinin içinden nehir geçiyor.

Moskova'dan başlayıp, yani en üstten başlayıp, Kiev'e gelip, oradan daha aşağılara inip, Liyana'dan, Paris'ten, Londra'dan, Berdin'e kadar, Bonn'a, Frankfurt'a kadar neredeyse Avrupa'nın hemen hemen bütün şehirlerinin içinden nehirler geçiyor.

Ve bu nehirlerin bir kısmı ulaşımda açık, debisi yüksek suların olduğu nehirlerde nakliye ve yolcu taşımacılığı da yapılıyor.

Bir de ayrıyeten bütün bu nehirlerin etrafı çok güzel bir şekilde düzenlenmiş; parklar, bahçeler, eğlence mekanları, lokantalar, restoranlar, kafeler yapılmış.

Bu aynı şekilde dünyanın yani Avrupa'nın dışındaki diğer yerlerinde de öyle. Yani Washington'un içinden de işte nehir geçiyor.

Kahire'nin içinden meşhur Nil Nehri geçiyor, Bağdat'ın içinden Dicle Nehri geçiyor. Nereye giderseniz gidin, bu şehirlerin hepsi nehir merkezli bir sosyal hayat yaşıyor.
 


Niye bunlardan bahsediyorum?

İşte meşhur Dicle Nehri de Diyarbakır'ın kadim Amit şehrinin hemen kenarından, neredeyse içinden geçiyor.

Ama yıllar önce bir Amerikalı'nın söylediği rivayet edilen bir söze göre, "Dicle akar, Kürtler bakar."

Diyarbakır'a gelen biri, son yıllarda etrafına birkaç çayhane, restoran yapılan On Gözlü Köprü hariç, neredeyse Dicle'nin Diyarbakır'dan geçtiğini bilmeden, görmeden çeker gider.

Peki niye bu böyle?

İşte yıllar önce bu fikirler yeşermeye başladı.

Dicle Nehri'nin de, Dicle Vadisi'nin de tıpkı dünyadaki diğer şehirler gibi nehrin fonksiyonel, şehrin sosyal hayatının merkezi olacak bir şekilde düzenlenmesi için kamuoyu oluşmaya başladı.

Ve en nihayet Osman Baydemir Bey'in belediye başkanlığı döneminde belediye bu işe el attı.

Hangi projeyi uygulayalım?

Ne yapalım?

Tartışmalara son vermek için bir yarışma açtı ve bu yarışmaya gelen çok sayıda projenin içinde birinci, ikinci, üçüncüyü seçti.

Bir de 10'a kadar yani 10'uncu süreye kadar bütün projeleri büyük çizimlerle herkesin anlayacağı bir şekilde bir salonda duvarlara astı.

Büyük bir heyecan vardı.

Çünkü artık Diyarbakır'da diğer bütün içinden nehir geçen meşhur dünya şehirleri gibi yepyeni bir sosyal hayata kavuşacaktı.

Ne yazık ki bu projeler hayata geçemedi.

Hemen bir müddet sonra yine Osman Baydemir Bey'in de, benim de içinde bulunduğum siyasi grup tarafından acımasızca eleştirilmeye başlandı.

"Efendim, bu yapılırsa bütün ekoloji allak bullah olacakmış."

"8 bin yıldır tarım yapılan Dicle Vadisi, Hevsal Bahçeleri yok olacakmış."

"Orada yaşayan, dünyada eşi enderi görülmeyen bazı canlılar, hayvanlar zarar görecekmiş" vs. vs. vs.

Ve tabii hem maddi imkansızlıklardan dolayı hem de bu tezviratlardan dolayı, karalamalardan dolayı o projeler sadece duvarlarda bir çizim olarak kaldı.

Sonra yıllar geçti, AK Parti'nin özellikle 2010'dan sonra yani 2013-14-15 ve 16 yıllarındaki döneminde tekrar bir hareketlenme oldu ve bu sefer hükümet, devlet bu işe el attı.

Kendince bir proje hazırladı ve bunu uygulamaya soktu.

Ben yani bugün itibariyle 44 yıllık inşaat mühendisiyim.

O tarih itibariyle 33-34 yıllık inşaat mühendisiydim.

Hayatımda görmediğim iş makineleri Dicle Nehri'ne getirildiği yıldır.

Getirilmesiyle beraber tekrar kıyamet kopmuştu.

"Bunlar bizim tarihimizi, kültürümüzü, ekolojimizi, doğal yapımızı, her şeyimizi yok ediyorlar!" diye bir feryat figan başladı. Nehrin yaklaşık iki kilometrelik bir kısmında bir çalışma yapılabildi.

Tamamı 21 kilometre olacaktı.

Ama ondan sonra işler durdu.

Ben defalarca müdahale ettim bu işe.

Yani hem Diyarbakır Valisine, yani o tarihteki valiye, hem de bakanlık nezdinde teşebbüslere girdim.

Bir yandan da arkadaşlarımızı, aynı partide bulunduğumuz arkadaşları ikna etmeye çalıştım.

İstemezlikten başka bir cevap gelmedi.

Peki, gerekçe ne?

Hani entel-dantel tabiri çok kullanılır.

Rastgele kullandığınızda bu, entelektüelliğe, aydınlığa, alimliğe büyük bir hakarettir.

Ama entel-dantel kimlere denir?

Doğru düzgün bir şey bilmeden, yarım yamalak fikirlerle, bilgilerle ve en önemlisi de siyasi tavırlarla doğru olan her şeye karşı çıkmak.

İşte maalesef Diyarbakır'da bu insanlarla, mimarlar odasıyla, inşaat mühendisleri odasıyla, partiyle, diğer sivil toplum kuruluşlarıyla günler süren tartışmalar yapıldı.

Yahu arkadaşlar, bakın, ekolojisi bozulma ihtimali olan veya farklı canlıların yaşadığı Diyarbakır'ın haricinde dünyada bir şehir yok mu?

Londra, Paris, Liyana, Moskova... İşte biraz evvel saydığım dünyadaki bütün diğer şehirlerin içinden nehir geçiyor.

Peki, bu adamlar bunları nasıl düzenlemiş?

Hangi kriterlere göre düzenlemiş?

Afrika'da bu şehirler var, Asya'da var, Avrupa'nın neredeyse bütün şehirlerinde var.

Gelin gidelim, gezelim, görelim. Bütün bu hassasiyetleri göz önünde bulunduracağız ama şehrimize uygun bir proje yapalım.

Hani derler ya, "Nuh dediği peygamberler..." O dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce'den randevu aldık.

Maalesef o dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, Osman Bey'den sonra gelen arkadaş bu randevuya gelmedi, bir bürokratını yolladı belediyeden.

İki sefer randevu aldı. İdris Bey, bizi dinledi. İdris Güllüce, Çevre ve Şehircilik Bakanı, dedi ki:

Altan Bey'in, tabi arkadaşlarımızla birkaç kişiyle beraber gitmişiz, belediyeyi de temsilen, dediklerine aynen yapın. Ne diyorlarsa onu yapın.


Ve birkaç gün sonra bize, bakan yardımcısına talimat vererek, hazırladıkları projelerle ilgili bir briefing verdirdi.

Orada da yine belediye adına gelen Diyarbakırlı olmayan, yanılmıyorsam Sinoplu bir bürokrattı.

Ankara'da görev yapıyordu Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi adına.

Bakanlık yetkilileri ne dedilerse karşı çıktı.

Adamlar en sonunda şunu dediler:

Arkadaş, peki siz ne istiyorsunuz? Osman Bey'in, Osman Baydemir'in yaptırdığı projelerden birini yapalım.


10 tane proje dedim ya, birinci, ikinci, üçüncü ve mansiyonlar.

Hayır, dediler, onları da istemiyoruz.

Peki, niye istemiyorsunuz kardeşim?

Siz kendi yaptığınız, yaptırdığınız, duvarlara astırdığınız, astığınız projeleri niye istemiyorsunuz?

"Efendim" dediler; "bizim o günkü tarih itibariyle bu kadar çevre bilgimiz yoktu."

Bir de büyük bir entelektüellik taslayarak, bilgiçlik taslayarak, "o projeler de hatalıdır."

E peki, siz dünyayı gezin, doğru bir proje getirin.

Yok.

Ve ne yazık ki, yani çok uzun uzun içimi dökmek isterdim çünkü Diyarbakır'a gönülden bağlı olmuş, Sur içinde, Melikahmed'de büyümüş, Gazi Köşkü'nde, Mardin Kapı'da, şehrin bütün güzelliklerini, sosyal hayatını, havasını soluyarak büyümüş bir şehirli olarak içim kanıyor.

Her Avrupa'ya gittiğimde içim sızlıyor.

İşte en son İspanya ziyaretine gittik, Kurtupa şehrinin içinden geçen Kordoba, yani şu an İspanyolcası, nehrin köprüsü üzerinde resimler çektirdik.

İçimiz sızlayarak "Diyarbakır'da niye böyle olmasın?" diye düşündük.

Değerli arkadaşlar, insanlık tarihine en büyük zararı verenler bu entel-dantelcilerdir.

Bakın, entelektüeller demiyorum, saygı duyuyorum hepsine.

Kendini entel zanneden, işte bir top sakal erkekler için söylüyorum, bir pipo, veya pro ağzına topuşturan, abuk sabuk giysilerle dolaşmayı bir marifet zanneden bilgisiz cahiller.

Şehrimize yazık ediyoruz.

Bugün Diyarbakır'ın da muhteşem bir vadisi var.

Bu vadinin en doğru projesi neyse, arkadaşlar gelin bunun üzerinde çalışalım, bir komite oluşturalım.

Bu işin uzmanlarından, gerçek bu işi bilenlerden, yani ekolojiden, çevre sağlığından kim ne biliyorsa, mimarlardan ve diğer yetkililerden kurulur.

Bir heyet oluşturalım.

Bütün dünya şehirlerini gezelim.

En doğru yapılması gereken ne ise, onu yapalım.

Maalesef onu da yapmıyorlar.

Ve işte konuşmamın başında söylediğim bir Amerikalıya izafe edilen "Dicle akar, Kürtler bakar" tabirine son verelim.

"Yazık oluyor" diyelim.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU