ABD Başkanı Trump'ın Amerikan büyük burjuvazisi hesabına bütün dünyaya kafa tutan tutumu, ülkeler için ABD ile ilişkilerini yeni baştan ele alma ihtiyacını ortaya koyuyor.
Bu Türkiye gibi ABD'ye bağımlı ülkeler için bağımsızlık politikası uygulamalarında bir şans oluşturuyor.
Türkiye'nin NATO üzerinden ve başka anlaşmalarla ve ilişkilerle ABD'ye bağımlılığı onun zayıflığının kanıtıdır.
Türkiye gibi ülkelerde ve daha küçük devletlerde yöneticiler, büyük bir güce dayanarak halkları üzerinde hüküm sürmek isterler.
Osmanlı İmparatorluğu "hasta adam" muamelesi gördüğü dönemde, devlet bürokrasisi İngilizci, Fransızcı, Almancı, hatta Rusçu gibi eğilimler taşıyordu.
İttihat ve Terakki, İmparatorluğu yaşatmak için Almaların himayesine girdi ve Almanların hesabına I. Dünya Savaşı'na girerek imparatorluğun çözülüp dağılmasına neden oldu.
Kurtuluş Savaşı, Türkiye'ye bağımsızlığın ne kadar değerli olduğunu öğretti ve "tam bağımsızlık" söylemi, II. Dünya Savaşı sonuna kadar devam etti.
Türkiye, bu politikayla savaşa girmekten kurtuldu.
Savaşın birçok ülkeye getirdiği yıkımlara da uğramadı.
Amerika mı Rusya mı?
Ne var ki, yeniden kurulan dünya siyasetinde Türk yöneticileri, tarafsızlık politikalarını bir yana atarak Amerika'nın ve ardından NATO'nun himayesine girmeye ve milleti yönetmek için ondan güç almayı tercih ettiler.
Kurtuluş Savaşı'nın mirasını candan savunan devrimciler uzun yıllar Amerikan emperyalizmiyle mücadele ettiler.
"Kahrolsun Amerika" bu dönemden akılda kalan en önemli soğandır.
O dönemde Türkiye'de Sovyetler Birliği'ne zihnen bağlı gruplar vardı ve onlar da bu slogandan yalnızca Amerika'dan bağımsızlığı kastediyorlardı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Solcular arasında Sovyetler Birliğinin sosyalist mi, revizyonist mi, yoksa sosyal emperyalist mi olduğu tartışması yaygındı.
Onun sosyal emperyalist olduğunu savunanlar, kendilerini diğerlerinden ayırmak için "Ne Amerika Ne Rusya... Tam Bağımsız Türkiye" politikasını savundular.
Bu slogan Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı işgal ettiği 1968 sonra dile gelmeye başladı.
Çok geçmedi, Sovyetler Birliği‘nin gerçekte kapitalist bir ülkeye dönüştüğü anlaşıldı, dağıldı.
"Sosyalistlik" ve "Sovyetlik" iddiası da tarihe karıştı.
Sovyetlerdeki bu gelişme Türk sosyalistlerini de derinden etkiledi.
Birçok sol çevrenin mensupları sosyalizme olan inançlarını yitirdi.
Bağlı oldukları örgütlerin etkisi sona erdi.
Bunda ABD'nin çıkarları doğrultusunda solun üzerinden bir silindir gibi geçen devletin yıldırıcı politikalarının da etkisi vardır.
Sovyetlerin dağılmasından sonra orada ne olup bittiğini anlatmasını istediğimiz Prof. Sadun Eren, konferansında Türkiye'de sosyalizmi kurmak için dayanacakları güç olarak Sovyetler Birliği'ni düşündüklerini itiraf etmişti.
O zamanki Sovyetler Birliği taraftarlarını hâlâ böyle bir itiraf veya özeleştiri bekliyor.
Temelde ABD'ye bağımlı olmakla birlikte AKP iktidarı, bazı ayrıntılarda ABD ile Rusya arasında bir denge rolü oynamaya başladı.
Bu durum, iki süper devlet karşısında bağımsız bir dış politikaya geçmenin kapılarını da araladı.
Tayyip Erdoğan'ın Atatürk'ten sonra bağımsız bir politika izleyen devlet adamı olarak ilan edilmesi yanılgısını da birlikte getirdi.
Ne var ki, "Ne Amerika Ne Rusya, Tam Bağımsız Türkiye" anlayışının eski mensupları bu kez Rusya'nın en hararetle savunucuları oldular.
Sovyetler Birliği'ni dünya sosyalizminin merkezi olarak gördükleri için anti-Amerikan cephede yer alan TKP'nin rolünü yeni şartlarda üstlenmiş oldular.
Rollerin bu kadar ters yüz olması, dünya çapındaki değişikliklerin bir cilvesidir.
Yeni şartlarda "Yaşasın Rusya!"
Günümüzde, ülkemizdeki Amerikan karşıtları, onun yerine tam bağımsız Türkiye'yi değil, Rusya ve Çinin başını çektiği başka bir Blok içinde yer almayı koyuyorlar.
Onlara göre Türkiye'nin yeri Avrasya'dadır. Bu politika Rusya'ya öyle bir bağımlılık oluşturmuştur ki, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini bile hararetle desteklemektedirler.
Rus oligarglarının en sadık müttefikleri de onlardır.
Oysa Türkiye'nin yapması gereken tem bağımsız bir politika gütmektir.
Dünyanın geldiği noktada bunu yapmak daha akılcı olduğu kadar, daha kolaydır.
Tam bağımsız politika gütmek siyasi olarak Türkiye'yi güçlendirir ve ona bağımsız devletler yanında itibar kazandırır.
Ne yazık ki, ülkemizde burjuvazinin çeşitli kesimlerini temsil eden siyasi partiler arasında tam bağımsızlığı kararlılıkla savunmakta olan yoktur.
Sağcı ve sosyal demokrat partilerde temsil edilen burjuvazinin yıllardır süren Avrupa Birliği'ne girme hayalleri hâlâ sona ermemiştir.
Amerikan emperyalizmi, sahip olduğu savaş araçları ve mali gücü ile bazı ülkeleri yanında tutmakla birlikte bu hegemonyanın dışında kalan pek çok ülke vardır.
Tam bağımsız olursa
Türkiye Amerika'ya bağımlı olmaktan kurtulur ve eski Suriye ve Beyaz Rusya gibi Rusya'ya da bağımlı hâle gelmeyi reddederse, her bakımdan eli rahatlar.
Bütün ülkelerle eşit ilişkiler kurabilir. İstediği ülkeyle alışveriş yapar.
Bağımsız olmak, herhangi bir ülkenin fedailiğini önler.
Ülkenin yöneticilerine saygınlık kazandırır.
Bağımsız Türkiye, ezilen bütün milletlerin de bağımsızlığa kavuşmasını savunur.
Komşularıyla anlaşmazlıkları hak ve adalet çerçevesinde sona erdirir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish