Türkmen güvenlik şeridi Suriye ve Rojava'nın yol işaretleri mi olacak?

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Ele alacağımız esas konu Kürtlerin yönetimindeki kuzeydoğu Suriye (Kürt toplumunda yaygın kullanılan ve günbatımı bölgesi anlamına gelen Rojava) ile genel anlamda Türkmenlerin konumu olacaktır.

Bundan önce, yeni efendilerinin elinde şekillendirilmeye çalışılan ülkenin mevcut gidişatına ilişkin bir tablo çizmeye çalışacağım. 
 


HTŞ ve bileşenleri Şam yönetimini kurma sürecindeler. Bu sürece kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmek isteyen çok sayıda yerli ve yabancı aktör var.

Bu aktörler arasında ABD, AB, Türkiye, İsrail, Körfez'deki Arap ülkeleri, Irak, Ürdün, Mısır ve Rusya gibi ülkeleri saymak mümkün. 

Bilhassa Batılı ülkeler ile Rusya, yeni Şam yönetiminin kimseyi ötekileştirmeden tüm unsurları kapsamasını, kadın haklarını da içeren özgürlükler temelinde farklı inanç ve etnik azınlıkların temsiliyetini sağlayacak demokratik bir düzenin gerçekleşmesini istiyorlar.

Her isteğe "evet" demeyi bellemiş olan HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani de (gerçek adıyla Ahmed Hüseyin eş-Şera) bu türden taleplere olumlu yanıt vermekle zaman kazanmaya bakıyor.

Ancak açık olan bir şey var: El Kaide, IŞİD ve HTŞ ile çatısı altında toplanan 18 cihatçı bileşeninin geleneğini sürdürdüğü cihatçı-tekçi anlayışında demokrasi ve özgürlüklere yer yoktur.

Ayrıca birkaç yıldan bu yana hüküm sürdüğü İdlib şehrinde uyguladığı pratikleri de bu tespitimizi doğruluyor. 

Colani, kurduğu geçiş hükümetinde Beşşar Esad'ın eski danışmanı ve dışişleri bakanı Faruk Şera (ki yakın akrabasıdır) ile de görüştü.

Keza Esad döneminde görevli tecrübeli bir kadını kendisine müsteşar olarak atadı.

Gelgelelim bu sembolik isimlerin demokrasi, hak ve özgürlüklerin garantisi olduğunu söylemek zor.

Nitekim yeni geçici hükümette atadığı isimlerin çoğu zaten "İslam Emirliği" gibi yönettiği İdlib'deki Suriye Selamet Hükümeti'nde fiilen görev yapıyorlardı.

Aynı şekilde Colani'nin Sukur'ul Şam ile Ehrar'ul Şam gibi kimi radikal cihatçı örgütlerin sorumlularını Halep, Şam ve Alevi yoğun Lazkiye valileri olarak ataması da onun özünde ülkeyi demokrasiden ziyade İslam kurallarına göre yöneteceğinin önemli bir göstergesi sayılabilir.

Mesela HTŞ bileşenlerinden radikal bir cihatçı komutanın Emevi Camisi'nde namaz kıldıktan sonra "Burayı Rafızilerden aldık, onlar bir daha buraya giremezler!" demişti.

Bu minval üzere HTŞ dâhil bazı cihatçı komutan ve siyasi sorumluların Emevi Camisi'ni ziyaretleri sırasında El Kaide'nin kurucu liderleri Usame bin Ladin, Eymen Zevahiri ve Ebu Mus'ab Zerkavi'nin isimlerini rahmetle anıp ruhları için dua etmişlerdi. 

Son açıklamalarına bakarsak Ankara'daki yetkililerle ilgililer, "HTŞ ile öteden beri iş tuttuklarını; bu çatı örgütü altında toplananların IŞİD benzeri radikal cihatçılar olmadıklarını" sıkça tekrarlayıp duruyorlar.
 

Hakan Fidan ve Colani (Ahmed Hüseyin eş-Şera)
Hakan Fidan ve Colani (Ahmed Hüseyin eş-Şera)

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, hem batılı yetkililer hem de endişeli Arap ülke (Suudi Arabistan, Birleşik Emirlikleri, Mısır, Ürdün gibi) yöneticileri nezdinde HTŞ lideri ve örgütünün olumsuz imajını düzeltip yeni bir algı yaratmak için sıkı bir çaba içindeler.
 

HTŞ komutanı ve lideri Colani, geleneksel cihatçı giysisiyle
HTŞ komutanı ve lideri Colani, geleneksel cihatçı giysisiyle

 

Geleneksel cihatçı giysileri ile (siyah veya beyaz sarık, savaşçı üniformasıyla) poz veren, kimi zaman maske kullanan, "Ebu Muhammed" kod adıyla ün yapan HTŞ lideri Colani, 2021 yılında ilk kez sivil elbise giyerek Amerikalı bir muhabirle söyleşi yapmıştı.

Birkaç ay önce bir Fransız gazeteciyle yaptığı röportaj da Batı'da yankılandı. 
 

Colani, ABD merkezli CNN TV kanalı muhabiriyle; Batılı yetkililere ılımlı ve pragmatist mesajlar
Colani, ABD merkezli CNN TV kanalı muhabiriyle; Batılı yetkililere ılımlı ve pragmatist mesajlar

 

Şam'daki sarayda giydiği spor elbiseler ise bilinen cihatçı kimliğinden ziyade, Türkiye'de  aşina olduğumuz erkek modellerin reklam fotoğraflarındaki modern hatta post-modern bir giyim tarzını andırıyor.

Son yıllarda moda olan dar paça pantolon ile uzun sivri burunlu siyah ayakkabılar da ilgililerin dikkatlerinden kaçmıyor.

Öyle böyle derken kamuoyunun karşısına muhtemelen "rol model" aldığı Türkiyeli abilerinin nasihatleri yahut imagemaker (algı imalatçısı) kimselerin önerisiyle takım elbiseli, kravatlı, düzgün kırpılmış sakallı batılı bir Colani tipi ortaya çıktı-çıkarıldı.

Aslında bu tür algı çabaları, Türkiye'deki endişeli laiklerle batılı siyasetçilerin önyargı ve endişelerini gidermeye yöneliktir.

Colani'nin yönetime gelmesiyle "Ne oldum delisi" gibi davranan Türk-İslamcı kesimler ise düşlerindeki Türk-İslam devlet modelinin nasıl hayata geçirileceğinin fikir provasını yapıyorlar.
 

Hüküm sürdüğü İdlib'de çarşı pazarı dolaşıp sivil bir idareci görüntüsü veren Colani
Hüküm sürdüğü İdlib'de çarşı pazarı dolaşıp sivil bir idareci görüntüsü veren Colani

 

Politik İslam'ın cihatçı rüzgârı meltem şeklinde eserek toplumu etkiliyor.

Kimine göre siyasi ve ideolojik bir "İslam ümmeti" kurulacaktır; kimine göre ise "Şam İslam'ı" modeli geçerli olacaktır.

Söz gelimi Yeni Şafak gazetesi yazarı Yasin Aktay, başkent Şam'da Colani ile yaptığı 18 Aralık 2024 tarihli söyleşinde "Yeni kurulacak yönetim tarzının 'Şam İslam'ı' olabileceğini" zikretti.

Stratejik Düşünce Enstitüsü Onursal Başkanı Prof. Yasin Aktay, bir zamanlar Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Dış İlişkilerden ve İnsan Haklarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısıydı.

25. ve 26. dönem AKP Siirt milletvekili seçilmişti. Şimdilerde AKP Genel Başkan Başdanışmanı olarak görev yapıyor; Adalet ve Demokrasi Vakfı'nın 4 kurucusu arasında yer alıyor. 

Aktay, HTŞ'nin Halep'te başlayıp Şam'da biten iktidarı alma sürecinden bu yana Yeni Şafak gazetesindeki lehte yazılarıyla dikkatleri çekiyor. 

Bilhassa Erdoğan politikasına muhalif olan bazı Arap yazarlar da Colani'nin cihatçı özünü koruyan yeni yönetimi için "Kravatlı Sünni İslam" ve "laikliğin hâlâ geçerli olduğu ortamda geçerlilik kazanan Erdoğan İslam'ı" tanımı yapıyorlar. 

Yeniden kurulacak Suriye'nin resmi adının ne olacağı da tartışmalı.

Siyasal İslamcılar, genel hatlarıyla "kavmiyetçilik" diye adlandırılacak milliyetçi bir çağrışım yaptığı için "Suriye Arap Cumhuriyeti" ibaresine sıcak bakmıyorlar.

Yine de Arap ismini sıkça kullanan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır Arap Cumhuriyeti gibi ülkeleri küstürmemek adına Suriye Arap Cumhuriyeti adının geçici olarak kullanılmasına rıza gösterebilirler.

Keza Türkmen azınlık ile Fırat'ın doğusundaki Kürt siyasileri de etnik güdülerle "Arap" ismine itiraz ediyorlar.

Orta yol açısından mevcut yönetim iktidarını tahkim edip hükmünü yürütünceye kadar sadece "Suriye Devleti" veya Suriye Cumhuriyeti" adıyla yetinilebilir.

İsim konusundaki kesin karar Mart ayındaki düzenlemeler sonrasında olacaktır.

Bazı Arap yorumcularıyla Türkiye'deki belli İslamcı çevrelerin, "Türkiye ile Suriye" yakın ilişkisini, "Birleşik Sünni Hükümranlık" tarzında yorumladıkları görülüyor.

Zayıflayıp halkaları kopmuş Şii Hilali'ne karşı Sünni meşrepli ülkelere dolaylı bir çağrı olması babından bu tür yorumlar dikkat çekici. 

Suriye, Birleşmiş Devletler Teşkilatı'nın bir üyesi olduğundan, uluslararası camiada şartlı olsa bile "meşru görülüp kabul edilme" aşamasında.

Türkiyeli yetkililer de Suriye devlet aygıtı ve kurumlarının yapılandırılmasında yeni yönetime yardımcı olacaklarını açıklıyor; eskiden HTŞ ile gizli saklı sürdürülen ilişkileri artık aşikâr ettiler.

Misal  SADAT dâhil askeri ve istihbarat elemanlarının bu örgüte verdikleri çok yönlü desteği vurguluyorlar.

Öyle ki Milli Savunma Bakanlığı, emrindeki Suriye Milli Ordusu'nu (SMO) kastederek "bu çerçevede yeni bir Suriye ordusu kurulması" yönünde imada bulunuyor. 

Hâlbuki HTŞ -sırtını verdiği Türkiye'ye yardımlarından ötürü minnet duymakla birlikte- yaklaşık 36 bileşeni olan, yarısı cihatçı örgütlerden devşirilmiş yaklaşık 100 bin milisin Halep'e girmesini ve Şam'da bulunmasını engelledi.

Kimi zaman askeri bir disiplin içinde hareket etmeyip ganimet avına çıkan  SMO mensuplarıyla çatıştı, kimilerini de öldürdü.

Bundan ötesi ise AKP taraftarlarıyla milliyetçi-mukaddEsadçı kesimin kendilerine vehmettikleri rolden ibarettir.

İnsan hakları, basın ve ifade özgürlüğü, Kürt ve Alevi meselesi, kadın hakları, demokrasi, ekonomik kriz, izlenen yanlış mali politika, tek adam rejimi gibi konularda uluslararası karnesi bozuk olan yani sınavı geçemeyen AKP iktidarının HTŞ'ye olumlu bir tecrübe aktarması ise hiç mantıklı değil.

Tersine, Türkiye'nin başa çıkamadığı kendi meselelerine ilaveten daha ağır sorunlar yaşayan Suriye'nin sorumluluğunu da üstlenmesi AKP iktidarını taşıyamayacağı bir yükün altına sokar.

Güç yoğunluğu, güçsüzlüğü de beraberinde getirecektir.

Dolayısıyla bugün "kazanmış ve eli güçlenmiş" gibi görünen AKP iktidarı, yarın kaybedebilir. 


Rojava'nın mevcut hali ve geleceği

Kürt toplumunun "Rojava" (Günbatımı bölgesi) diye adlandırdığı Kuzeydoğu Suriye veya Fırat'ın doğusundaki topraklarda özerk bir yapı oluşturan siyasi Kürt hareketi, bugünlerde en zor ve kritik anlarını yaşıyor. 

Yıllardan beri Rojava denilen bölgede askeri-siyasi denetim kuran PYD yönetimi sadece YPG-SDG unsurlarını değil, Arap aşiretlerinden ve diğer etnik-inançsal topluluklardan, mesela Süryanilerden oluşan binlerce milisi bünyesinde barındırıyor. 

Türkiye'nin "birincil hedef ve acil tehlike" olarak belirlediği bu Kürt hareketine karşıt tavrı açık.  

Bir gazeteci arkadaşım, Şam'ın düşmesinden sonrası AKP kulislerindeki şu izlenimi aktarmıştı:

PYD artık bitti. Ona hayat hakkı vermeyeceğiz!


Türkiye'nin planı şudur: Öncelikle PYD, YPG ve SDG denilen Kürt siyasi ve askeri yapılanmasını ortadan kaldırmak, olmazsa etkisiz hale getirmek, bu da olmazsa "terör örgütünü" Türkiye sınırından 30-40 km öteye püskürtüp sıkıştırmak.

Bu arada SDG bünyesindeki Arap milisleri Suriye Milli Ordusu veya HTŞ saflarına katılmaya teşvik etmek; bilhassa Rakka ve Deyrizor bölgesindeki Arap aşiretlerini PYD yönetimine karşı isyan ettirip kargaşa çıkarmaktır.

Erdoğan ve Hakan ikilisi, bu konuda kararlı ve ısrarlılar. Fidan, bu çerçevede yabancı mevkidaşları ve diplomatlarla yoğun görüşmeler yapıyor.

Erdoğan'ın amacı Trump iktidarı devralmadan önce bu planını gerçekleştirip elindeki güçlü kozlarla ABD yönetimiyle pazarlığa oturmaktır. 

Mevcut durumda ABD yönetimi, özellikle Amerika'daki iktidar boşluğunda Savunma Bakanlığı (Pentagon) ile CENTCOM (Batılı koalisyonun oluşturduğu Merkezi Komutanlık) hem IŞİD'e karşı ortak mücadele hem de öteden beri birlikte iş yaptığı SDG'nin şimdilik feda edilemeyeceğine dair dolaylı ve dolaysız demeçler veriyorlar. 

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken bu çerçevede acilen Ankara'ya gidip Hakan Fidan ve Erdoğan ile görüşmeler yaptı.

Ardından Şam'daki yeni yetkililerle buluşup nabız yokladı ve farklı konularda uyarıda bulundu.

Benzer şekilde kıdemli Amerikalı diplomat Barbara Leaf, Şam'daki Colani ziyareti sırasında yeni hükümetten beklentileri kapsamında Kürtlerin idare ettiği bölgeye yönelik bir operasyon yapılmaması hususunu vurguladı.

ABD senatosundan bazı üyeler de "Türkiye'nin Rojava'ya askeri müdahalesi olursa, ekonomik yaptırım uygulanacağına" dair önerge verdiler. 

Deyrizor ve Rakka yörelerinde bulunan Amerikalı sorumlular, Kürt yönetiminden kopma eğilimleri taşıyan bazı aşiret reisleriyle yaptıkları toplantılarda Kürtlere desteklerinin devam etmesi hususunda ikna oturumları düzenlediler.

Fransız siyasi heyeti de bazı Amerikalıları da yanına alarak iki ana bloka ayrılmış Kürtlerin birliği için diplomatik ziyaretlerde bulundu. 

Problem şu ki; Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve diğer ilgili kurumlarıyla bağlantılı olduklarını kendi ağızlarından dinlediğim bazı ENKS (Kürt Ulusal Kurulu) bileşen temsilcileri, haklı olarak PYD yönetiminin kendilerine yönelik baskısından ve keyfi uygulamalarından yakınıyorlar. 

Ancak birleşme için öne sürdükleri şartların "diplomatik tavır" ile ilgileri bulunmuyor.

Daha beteri Hakan Fidan'ın PYD-SDG yönetimine dayatmaya çalıştığı şartların bir benzerini dile getiriyorlar:

Buradaki yabancı Kürtler Rojava'yı terk etsinler. SDG, PKK ile ilişkisini kestiğini açıklasın!


Okuyabildiğim kadarıyla SDG, PKK ilintili veya onu çağrıştıran unsurların çekileceğini açıkladı. 

Kimi tarafsız Kürtler de ENKS temsilcisini bu noktada eleştiriyorlar:

Yöre insanı olmayan Kürtlerin Rojava'dan çıkmasını isteyenler şu şartları da koşsunlar: Suriye Milli Ordusu içindeki bütün yabancılar Rojava'yı terk etsin. HTŞ cihatçıları da bu bölgeye gelmesin. Bir dış güç olan Türkiye ise askeri denetimindeki Efrin, Serêkaniye, Grê Spî ve diğer Suriye topraklarından çekilsin!


ENKS bileşeni bir temsilci şöyle bir şart öne sürdü:

SDG; Minbiç, Rakka ve Deyrizor'daki Arapların temsilciliğini yapmamalı. Tersine, sadece Kürtlerin temsilcisi olduğunu beyan etmeli!


Diplomasiden ve saha gerçekliğinden uzak olan bu talebin sahibi, meselenin özünü hâlâ kavrayamamıştır.

Şöyle ki: PYD-SDG Arapların da temsilcisi olduğundan değil, pratikte Kürt siyasi ve askeri kimliğini taşıdığı için Türkiye onun varlığını bitirmek istiyor. 

Hatırlatmak gerekir: Irak Kürdistan Bölgesi'ndeki KDP ve Barzanilere yakınlığıyla bilinen ENKS, geçmişte Suriye Milli Muhalefeti içinde yer alarak Cenevre toplantılarına katılmıştı.

Sonuçta dışlandı ve etkisiz konuma getirildi.

Gazeteci, yazar ve yorumcu olmamdan ötürü çok sayıda aydın, kanaat önderi veya vicdan sahibi duyarlı Kürt insanı bana bir şekilde ulaşıp Mesud Barzani'ye yönelik bir çağrıda bulunmamı rica ediyorlar.

Mesleki kurallarım gereği böyle bir çağrı yapmam-yapamam, çünkü objektif yorumculuğuma aykırı hareket etmiş olurum.

Yine de bana ulaşan okuyucuların ricaları haber-yorum niteliği taşıdığı için, yazmalıyım:

Barzani ailesine düşen, şu ya da bu örgütün hatırına değil; dar ve zor zamanlarda Kürt halkının çıkarı adına devreye girip birliği sağlamak için açık ve gizli diplomasi yapmasıdır. En azından Kürt halkının haklarına bir şekilde değinen HTŞ lideri Colani'ye teşekkür babından gönderdiğine benzer bir mesajı Kürtlerin birliğini teşvik için de verebilir.
 

Suriyeli Kürtlerin birliği için devreye giren Dr. Şeyh Mürşit Haznevi
Suriyeli Kürtlerin birliği için devreye giren Dr. Şeyh Mürşit Haznevi

 

Bu münasebetle bir konuya daha değinmek isterim: Nakşibendi şeyhlerinden Maşuk Haznevi, 10 Mayıs 2005 tarihinde Esad yönetimi tarafından katledilmişti.

Onun Norveç'te yaşayan oğlu Dr. Mürşit Haznevi, vicdanının sesine uyarak Rojava'da ikiye bölünmüş Kürt temsilcileriyle görüştü.

Basın, medya ve konferanslar aracılığıyla "Kürtlerin birliğine olan gerekliliği" vurguladı ve Mesud Barzani'nin "birlik için devreye girmesini" istedi.

Çağrı yerini bulmuş olacak ki, iki blokun da katılacağı "birlik için bir konferans" düzenleme kararı alındı. 
 

Türkiye'deki Kürt partileri birlik için çağrı yaptılar, Diyarbakır-2024 / Fotoğraf: Rûdaw
Türkiye'deki Kürt partileri birlik için çağrı yaptılar, Diyarbakır-2024 / Fotoğraf: Rûdaw

 

Türkiye ise Rojava'daki Kürt hareketini bir şekilde ortadan kaldırmaya yönelik tavrından henüz geri adım atmadı.

Fakat bunu dolaylı biçimde başkasına havale etti. MİT Başkanı İbrahim Kalın ile Hakan Fidan farklı tarihlerde HTŞ liderini bu maksatla ziyaret ettiler.

Ziyaret sonrası Fidan, mealen "PYD-SDG meselesi bizim değil, Suriye yeni yönetiminin sorunudur, halletmek ona düşer" diyerek bir manevra yaptı.

Colani de bu minvalde bir demeç verdi. Yani Türkiye  o bölgeye dolaysız müdahale ettiğinde batılı ülkelerin baskı ve tepkisini çekeceğini bilen Fidan, topu Şam yönetimine attı.

Kanımca HTŞ, bu hususta Türkiye tarafından çok sıkıştırılmadıkça, yeni hükümetin belirleneceği Mart ayından önce Rojava'ya yönelik bir operasyon yapmayacaktır. 

"Suriye'deki Kürtler sadece PKK/YPG'den ibaret değildir; başka Kürt kardeşlerimiz var" sözüyle PYD yerine ENKS'yi ikame etmek isteyen Türkiye, Kürtlerin birleşmesi halinde, elindeki "alternatif Kürt" kozunu kaybedebilir. 

Nitekim eski dışişleri bakanı ve başbakan, şimdiki Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu, Kürtlerin otonomi (özerk) taleplerine karşı durmanın gelecekte birçok soruna neden olacağından bahisle, "Kürtler sadece PKK/YPG'den ibaret değil. Onlar kardeşlerimizdir, sorunlarıyla ilgilenilmelidir" mealinde bir konuşma yaptı.

Birkaç gün önce herhangi bir örgüte bağlı olmayan birkaç Kürt işadamının sohbetine tanık oldum.

Biri Kürt feodalizmini savunan koyu Kürt milliyetçisi, ikincisi sol eğilimli Kürt yurtseveri, üçüncüsü kendini halkı için çalışan demokrat- ilerici bir Kürt yurtseveri ve kalanlar da buna benzer bir tutumu benimseyenlerdi. 

Aralarından biri daha önce, dindar ve muhafazakâr Kürt kesiminden Mehmet Çelik ile konuşmuş; gayet birikimli olan bu şahıs, "AKP'nin Kürt meselesini ümmet kavramı çerçevesinde çözmeye sıcak bakabileceğini" söylemiş. 

Belirtmek lazım: Mehmet Çelik, dört dönem milletvekilliği yapmış; AKP döneminde Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı makamına oturmuş Kürt-Arap kökenli siyasetçi, akademisyen ve yazar Hüseyin Çelik'in kardeşidir. 

H. Çelik, bir süre önce gazeteci-yazar Kürşad Oğuz'un Halk TV kanalındaki programına katılarak, "Kürt meselesinin çözülmesi ve Kürt halkına doğal haklarının verilmesi" gerektiği hususunda görüş belirtmişti. 
Sohbete katılanlar, Rojava'da kuşatılmış Kürtlerin buradan nasıl çıkabileceğine dair görüşlerini de dillendirdiler.

Sol eğilimli olanı şöyle bir öneride bulundu:

Suriye'deki Kürtler, aralarında anlaşıp bir çerçeve çizdikten sonra Mesud Barzani'nin bizzat devreye girerek Rojavalı Kürtlerden oluşan bir heyetin başına geçip HTŞ lideri ile görüşmesi yol açıcı olabilir. Kendisi gelmese bile bir temsilcisini (mesela özel temsilcisi Hemin Hevrami gibi) gönderip Colani'ye mektup yazması da yeterli olacaktır.


Bir başkası ise şunları söyledi:

Barzani, Türkiye'nin tavrı nedeniyle çağrıya uymayabilir. Bence Şeyh Mürşit Haznevi, Rojavalı bir heyetle birlikte Şam'a giderek Colani'ye Kürtlerin mesajını iletebilir. Çünkü Haznevi ailesinin Suriye'de olduğu kadar Türkiye'deki Nakşibendi cemaatler üzerinde de büyük etkisi vardır. Mesela Haznevilerin dini mertebesi Bitlis, Batman, Hınıs ve Menzil şeyhlerinin mertebesinden daha yüksektir.   Onun bu girişimi, Kürt ve Türk meşrepli tarikat önderleri üzerinde gayet etkili olacaktır. Bu etki de ister istemez Erdoğan'ın kulağına kadar gidecektir.


Gazeteci olarak benden aktarması… Gerisi meraklısına ve "Halk ne düşünüyor?" diyenlere kalıyor.

Bu husustaki son not: İsrail'in Suriyeli Kürt örgütlerle temas kurduğundan bahsediliyor.

Muhtemelen böyle bir temas doğrudan değil, bölgedeki Amerikalılar aracılığıyla olmuştur.

Arap basını ise İsrail'in Suriye'nin güney sınır bölgelerinden güneydoğuya uzanabilecek "David Koridoru" inşa projesinden bahsediyorlar.

Maksat Suriye'yi güneydoğuda çembere aldıktan sonra Rojavalı Kürtlere ulaşmakmış! 

Şimdilik tasavvur aşamasında olan bu projenin hayata geçirilip geçirilmeyeceğine dair bir ipucu bulunmuyor. 


Özerk Türkmen kuşağı kurulur mu?

Türkiye bir yandan Rojava'daki siyasi-askeri varlığa karşı mücadele ederken, diğer yandan Suriye Milli Ordusu (SMO) ile Türkmenleri Şam'daki yönetime katmak için uğraşmaktadır. HTŞ lideri Colani ise şimdilik buna mahal vermiyor. 

Tam da bu sırada Türkiye'deki ilgililer, Türkmen haklarından söz etmeye başladılar. SMO temsilcilerini yeni Şam yönetimine katamayanlar Türkmen azınlığı gündeme getiriyor olabilirler. 

Bilindiği üzere Türkmen asıllı Abdurrahman Mustafa, geçici hükümette yer aldı.
 

Geçici Suriye Hükümetinde yer ayan Türkmen Abdurrahman Mustafa
Geçici Suriye Hükümetinde yer ayan Türkmen Abdurrahman Mustafa

 

Bu siyasetçi, Suriye Türkmen partilerini ve gruplarını temsil eden çatı oluşumu Suriye Türkmen Meclisi eski başkanı sıfatıyla Suriye Geçici Hükümetinde yer alıyor. 

Keza Türkiye'ye bire bir bağlı iki Türkmen tugayının iki komutanı Şam'a gidip Colani ile görüştüler.

Muhtemelen Türkmen haklarından ve kendi silahlı birimlerinin yeniden kurulacak olan Suriye ordusuna katılmasından bahsettiler. Nasıl bir sonuç alındığını bilmiyoruz. 

Öte yandan gazeteci-yazar Benan Kepsutlu, iki Türkmen temsilciyle söyleşi yaptı.
 


Aşağıya aldığımız ilk söyleşi özeti, Suriye Türkmen Hareketi Lideri Mahmut Zengin'e aittir:

Türkmenlerin aktifleştiği, çok fark edildiği bir dönem var. Suriye'nin 20-22 milyon nüfusu içinde Türkmenlerin 3,5-4 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. 

Biz azınlıklar sıralamasında ikinciyiz. Onun için de biz tüm hakkımızı talep ettik. Tüm hakkımızı da alacağız inşallah! Anayasada her şeyin kayıtlı olması için ne kadar milletvekilimiz var, ne kadar bakanlığımız var, ne istedik, ne hakkımız var; bunların hepsini alacağız.

Tabii bunun için çalışmalar da sürüyor. Türkiye bizim anayurdumuz. Türkiye bizi bu zamanda yalnız bırakmadı, bırakmaz. Onun için tam anayasada hep hakkımızı alma düşüncesindeyiz. 

Biz zaten sağ olsun Erşat Bey'le (Irak Türkmen Cephesi/ITC eski Başkanı Erşat Salihi) baştan da görüşmüştük. İki üç defa konuştuk. Tabii biz (başarısız) Irak tecrübesini burada yaşatmayacağız. 


Gazeteci Benan Kepsutlu, Irak Türkmen Cephesi (ITC) eski Başkanı Erşat Salihi'ye soru sormadan önce şöyle bir ilave yapmış röportajına:

Suriye'de Sünni, Şii ve Kürt nüfusunun varlığından bahsedilirken, 4 milyona yakın nüfuslarıyla ülkenin aslında ikinci büyük oluşumu olan Türkmenlerin varlığının ikinci plana atılması, Iraklı Türkmenleri tedirgin ediyor. Çünkü onlar 1991 yılında Irak'ta benzer bir süreçten geçtiler. Gelinen noktada da Bağdat yönetiminde söz sahibi olamadılar.

Şam merkezli kurulacak yeni yönetimde yer alabilmeleri için Suriye Türkmenleri ile istişare içindeler. Bu arada, tıpkı Irak'taki Türkmenlerde olduğu gibi, Türkiye'nin Suriye Türkmenlerinin aldığı ve alacağı kararlar üzerinde etkisi var. Dolayısıyla bölgedeki Türkmen varlığının ve haklarının korunabilmesi için Türkiye'nin desteği ve ağırlığını koyması çok önemli.


Şimdi de ITC eski Başkanı Erşat Salihi'nin söyleşisindeki can alıcı paragrafı aktaralım: 

Bir milletin kültürü ve edebiyatı yoksa yaşamı zorlaşır; bu, milleti tamamen değiştirir. Ben o dönemde Suriye Türkmenleri ile görüştüm ve onlara 'Örgütlenmeniz lazım' dedim. Ve onlar için bazı yollar çizeceğimizi söyledim: Strateji nasıl olur, dernek nasıl kurulur, teşkilat nasıl olur? 'Bizim tecrübemizden yararlanın' dedim. Türkmenleri böylece organize ettik. 


Bir noktayı izah etmeliyim: Iraklı soydaşları gibi Suriyeli Türkmenler de kendi sayılarını aşırı derecede abartıyorlar. 

Diğer yandan Suriyeli Kürtlerin, Türkmen kartına ilişkin iddiaları daha farklı:

Türkiye'nin gözü Halep-Musul-Kerkük hattındadır. Buraları alabilirse; Iraklı Türkmenleri Suriye'dekilerle birleştirip, onları Kürt-Arap yoğun bölgelerde bilhassa Rojava topraklarının Türkiye ile sınırdaş olduğu bölgede bir Türkmen Kuşağı oluşturmaya niyetlidir. 

Bu gerçekleşirse hem Türkmenler yoluyla bölgedeki demografik denge Türkiye'nin istediği şekilde değişmiş olacak, hem de Rojava'daki Kürtler kıskaca alınıp köşeye sıkıştırılmış olacaktır.


Malum, Eski Başkan Hafız Esad da 1970'lerde Arap Kemeri adı altında güneydeki Bedevi Araplarla aşiretleri Kürtlerin yaşadıkları Fırat'ın doğusundaki köy ve şehirlere yerleştirmiş; belli ölçüde demografik değişiklik yapmıştı…

Suriye'nin mevcut karmaşasındaki Arap-Kürt çatışma ve çekişmesi Esad'ın yöredeki demografiyi değiştirmeye yönelik o habis projesinin ürünüdür. 

Uzmanlar ise Türkmen Kuşağı projesinin birçok nedenle başarısız olacağını, bölgede etnik çatışmalara yol açacağı görüşündeler. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU