Suriye'de uzun yıllardır süren mücadeleyi ve vekalet savaşını aralarında Türkiye'nin de bulunduğu Batı kampı kazandı, İran ve Rusya'dan oluşan karşı taraf ise kaybetti.
Suriye'de İran ve Rusya'nın kaybetmesi hem Türkiye hem ABD hem de İsrail'in işine geliyor.
Ama sorun şu ki, aynı blok içerisinde yer alan İsrail ile Türkiye, Suriye'de karşı karşıya gelmiş bulunuyor.
İki ülkenin de Suriye'deki çıkarları ve hedefleri farklı, bunları uzlaştırmak kolay olmayacak.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İsrail'in Suriye'de istediği, çeşitli yerel yönetimlere ve özerk bölgelere bölünmüş zayıf bir merkezi yönetim.
Böyle bir yönetim İsrail'e karşı hiçbir tehdit oluşturmayacağı gibi Yahudi devleti bu özerk bögeler aracılığıyla Suriye'nin içini istediği zaman karıştırabilir.
Ayrıca, Şam'daki zayıf ve kırılgan bir yönetim hiçbir zaman İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki işgaline ve toprak genişletmesine karşı çıkamaz.
Türkiye'nin istediği ise Suriye'de tüm etnik grupların eşit bir şekilde temsil edildiği demokratik düzene dayalı güçlü bir ulus devlet.
Bu devletin içerisinde elbette ki Türkiye'ye düşmanlık besleyen, bölücü gündemi olan PKK/YPG gibi terör unsurları yer almamalı.
Ankara'nın Suriye'de ısrarla üzerinde durduğu bir başka nokta ise, bu ülkenin toprak bütünlüğü, yani Suriye'nin mevcut sınırları hiçbir şekilde değişmemeli.
Tam da bu noktada ABD/İsrail ikilisi ile Türkiye'nin Suriye'deki hedefleri ve çıkarları birbirinden ayrılıyor.
ABD Suriye'de her zaman kullanabileceği bir silahlı gücün olmasını istiyor.
IŞİD bahanesiyle YPG'ye zamanında üç bin TIR silah vermesinin ve Öcalan'ın çırağı SDG komutanı Mazlum Kobani'yi el üstünde tutmasının nedeni de, bu olsa gerek.
İsrail ise bir adım daha ileri giderek, PKK/YPG aracılığıyla kurulacak bir Kürt devletiyle deyim yerindeyse Türkiye, İran ve Irak üçgenine bir mayın yerleştirmek suretiyle gerektiğinde bu 3 ülkeyi de sakatlamak istiyor.
Pek çok kimse, "ABD'nin de hedefi o" diyebilir.
Ama ben bundan pek emin değilim.
Zira, Kürtlerin Ortadoğu'da bir devlete sahip olup olmaması, ABD'nin pek umurunda değil, onun esas ilgilendiği, kendi çıkarları.
Zaten ABD Ortadoğu'daki çıkarlarını Körfez Araplarıyla güvenceye almış durumda. Ayrıca, İsrail de Washington'un bölgedeki kamçısı olarak işlev görüyor.
ABD'nin hedefi bir Kürt devleti kurmak olsaydı, Kuzey Irak'taki Özerk Kürt Yönetimi 2017 yılında bağımsızlık referandumu düzenlediğinde onu tanırdı.
ABD'nin tanıdığı bir Kürt devletini ise başta AB olmak (bir iki istisna hariç) tüm dünya kabul ederdi. Ama ABD, bunu yapmadı.
Zira, geçmisteki pek çok yazımda iddia ettiğim gibi, Ortadoğu'da Kürtler pastanın kırıntılarıysa Türkiye büyük bir dilimdir.
Ve benim bildiğim ABD hiçbir zaman küçük bir kırıntı için büyük bir dilimi gözden çıkarmaz.
Hatırlayın, Trump'ın birinci iktidarı döneminde 2016 yılında Türkiye sınırdaki YPG unsurlarını uzaklaştırmak için Suriye'ye girdiğinde Amerikan birlikleri Kürtleri yüzüstü bırakıp geri çekilmişti ve Kürtler de geri çekilen ABD askeri konvoyunu taşlayarak protesto etmişti.
Ve Türkiye Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı adını verdiği operasyonlarla Cerablus, El-Bab, Idlip, Afrin gibi bölgeleri PKK artıklarından ve diger terör unsurlarindan temizlediğinde de ABD ses çıkarmamıştı.
Zira burada ABD için sözkonusu olan, kırıntılar için büyük dilimin gözden çıkarılmamasıydı.
Bugün de aynı şey olabilir.
Yani ABD büyük müttefiki Türkiye'yi küstürmemek için YPG'yi rahatlıkla gözden çıkarabilir.
Ne kadar emek vermis, yatırım yapmış olursa olsun, ABD kullandığı taşeronlarını gerektiğinde her zaman gözden çıkarmış ve harcamıştır.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok, 2021 yazında Afganistan'da olanları hatırlayın. ABD kendi eliyle kurduğu, 20 yıl boyunca besleyip büyüttüğü Afganistan'daki cumhuriyet rejimini ve Batı'nın demokrasi vaatlerine inanan milyonlarca Afgan'ı terk etmişti.
Yüzlerce askeri nakliye uçağı, helikopter, tank ve binlerce zırhlı araçtan oluşan muazzam bir cephane Taliban'ın eline geçmisti.
YPG'ye verilen silah, ABD'nin Afganistan'da Taliban'a bıraktığı teçhizatın onda biri bile değildir.
Tüm bunlar, ABD için sözünü etmeye bile degmez birer çerezden ibarettir.
Pek çok yerde ve yazımda, NATO gücü çerçevesinde Afganistan'a asker gönderen birçok ülkenin ABD'nin yüzü suyu hürmetine orada bulunduğunu, ABD ayrıldığında diğerlerinin de bir saniye Afganistan'da durmayacağını belirtmiştim.
Dediğim gibi de oldu.
Suriye'de de aynı şey olabilir.
Amerikan birlikleri bu ülkeden çekildiğinde IŞİD bahanesiyle orada bulunan diğer Batı devletleri de onu takip edecektir.
Sonra Ortadoğu halkları yine başbaşa kalacaklardır.
Öyleyse, Kürtlerin anlaması gereken şu: yabancı güçlere dayanarak, güvenerek bir yere varmaları, hedeflerini gerçekleştirmeleri mümkün degil.
Bölgede huzur içinde yaşamak istiyorlarsa buradaki devletler ve halklarla anlaşmanın yolunu bulmaları gerekir.
Ortadoğu'nun en büyük gücü Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürtlere düşmanlık gibi bir gündemi hiçbir zaman olmamıştır ve yoktur.
Ankara'nın Kuzey Irak'taki özerk Kürt yönetimi ile kuruldugu andan itibaren sürdürdüğü dostça ilişkiler de bunun bir kanıtıdır.
Tam aksine Türkiye, bölgedeki Kürt yönetiminin oluşmasına ve gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.
Ankara'nın tek kaygısı, kendi toprak bütünlüğüdür.
Öyleyse, Irak, Suriye ve İran, yani Ortadoğu'daki tüm Kürtlerin Türkiye ile iyi geçinmesi, art niyet beslememesi, herkesin hayrınadır.
Unutulmamalıdır ki, dış destekli terör örgütü PKK'nın 40 yılı aşkın bir süredir yürüttüğü savaş herkese, en başta da Kürtlere kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir.
Unutulmamasi gerken bir baska şey de şu:
Batı yeri geldiğinde ve işine yaradığınızda sırtınızı sıvazlar, işi bittiğinde ise sizi terör örgütü ilan edip peşinize düşer.
Tıpkı El Kaide, PKK ve Taliban'a yaptığı gibi.
Öyleyse ABD destekliyor diye sevinmenin veya terörist ilan etti diye kahrolmanın bir anlamı yok.
Anlamlı olan tek şey, bir dava uğrunda mücadele ederken, yabancı güçlerin maşası olmamak.
ABD'nin terk etmeyecegi tek müttefiki, İsrail'dir.
Zaten İsrail sözkonusu olduğunda sadece ABD'de değil, tüm Batı'da akan sular duruyor.
Ne yazık ki, Batı'ya hakim olan Yahudi sermayesi sadece Batı'nın ekonomisini değil, siyasetini de yönlendiriyor.
Gazze'de gerçekleşen soykırım sırasında tüm Batı'nın koro halinde İsrail'in tezlerini seslendirip savunması, bu yüzden.
Suriye'deki tatsız gerçek şu: ABD'nin bölgedeki iki önemli müttefiki, Türkiye ile İsrail Suriye'de karşı karşıya gelmiş bulunuyor.
İsrail Golan Tepeleri'nin ötesine geçerek Suriye'den bir parçayı kendi kontrolü altında tutmak isterse (ki istiyor)bu, Türkiye'yi gerebilir.
ABD, iki müttefiki arasında bir sorun patlak vermeden meseleyi makul bir şekilde çözebilir mi, emin değilim, özellikle de Beyaz Saray'da Trump gibi sağı solu belli olmayan, dengesiz ve dünya siyaseti konusunda deneyimsiz biri varken.
Iş son raddeye vardığında Yahudi Devleti, karşısında itip kaktığı diger müslüman devletler gibi bir devlet olmadığını anlayacaktır.
Zaten Türkiye'nin de İsrail ile Mavi Marmara'dan kalan açık bir hesabı var. Umarım, işler bu aşamaya varmaz. Ama hazırlıklı olmakta yarar var.
Yapılması gereken, Suriye'nin toprak bütünlüğü ve İsrail sınırötesi akınları konusunda Arap ülkelerini şimdiden harekete geçirmek.
ABD, Türkiye'nin yanı sıra Körfez Araplarını da kaybedeceğini anlarsa, İsrail'in tasmasını çekmekte tereddüt etmeyecektir.
İdeal olan, Suriye'de tüm etnik grupların temsil edildiği demokratik bir düzenin kurulması, ardından savaşta yıkılan Suriye kentlerinin elbirliğiyle inşa edilmesi.
Ve pek çok ülkeye yük olan milyonlarca Suriyeli göçmenin huzur icinde ülkelerine geri dönmesi.
Bunun olup olmayacağını önümüzdeki aylarda göreceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish