Başlıktaki sorunun cevabını yazının sonuna saklamak üzere bazı tespitlerde bulunalım.
Öncelikle, aylar, hatta yıllardır Suriye konusunda yorum yapan "profesör", "doktor", "emekli general", "emekli büyükelçi", "güvenlik uzmanı" sıfatlı sözde uzmanların hiçbirine itibar etmememiz gerektiğini öğrendik.
Aylardır ekranlarda yorum yaptıkları halde hiçbiri son 10 günde olup bitenleri öngöremedi.
Ama hâlâ yorum yapmayı sürdürüyorlar, millet de unvanlarına bakarak onları ciddiye alıyor.
Oysa en basitinden Suriyelilerin en sevdiği sanatçısı kim, bu ülkenin Ajda Pekkan'ı, Cüneyt Arkın'ı, Filiz Akın'ı kimlerdi, Arap, Dürzi, Kürt, Nusayri ve Türkmen gibi gruplar arasındaki en belirgin özellikler neler deseniz, hiçbiri doğru dürüst cevap veremez.
Tabii ki, Google'da uzunca bir tarama yapmadan...
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Suriye'de kimin kaybettiği, herkesin malumu.
Tabii ki, Esed rejiminin en büyük iki hamisi olan İran ile Rusya.
Zaten İran'ın son 100 yılda ve belki daha öncesinde hiçbir savaştan galip çıktığı görülmemiştir.
Nitekim, kurulduğu 1979'dan beri sürekli İsrail'e ölüm diye bağıran İran İslam Cumhuriyeti, nihayet Yahudi devleti ile karşılaşma günü gelince kumdan kale gibi dağıldı, bırakın cephede yenilmeyi, kendi toprağını, hatta başkentini bile koruyamadı.
Anlı şanlı generallerinden cumhurbaşkanına kadar birçok üst düzey İranlı ya suikasta ya da ona benzeyen kazalara kurban gitti.
Rusya içinse Şam'ın düşmesi, son birkaç yıl içinde Dağlık Karabağ'dan sonra aldığı ikinci darbe veya yenilgi.
Hatırlayın, İsrail uçaklarının ikide bir Şam'ı bombalamasına ses çıkarmayan Rusya bizim uçaklarınsa Suriye hava sahasına girmesine izin vermiyordu.
Yani güneyimizde bize dost gibi görünen ama el altından Batı ile iş tutan bir Rusya vardı.
Elbette Rusya ile İran'ın Suriye'den elini ayağını çekmesi, bizim için iyi oldu.
İkisi de "böyle dostlar düşman başına" diyebileceğimiz iki komşumuz.
Tabii ki, Rusya ile İran'ın kaybetmesi, bizim kazandığımız anlamına geliyor.
Aksine Suriye'de şu an çok bilinmeyenli bir denklemle karşı karşıyayız.
Şöyle ki, terör örgütü YPG Şam'a girseydi, "bu ABD-İsrail ikilisinin işi" derdik.
Veya Şam'ın kapısına dayanan Özgür Suriye Ordusu olsaydı, "arkasında Türkiye var" derdik.
Oysa kimsenin tahmin etmediği, daha düne kadar adı sanı pek okunmayan bir örgüt var sahnede.
Herkes "El-Kaide artığı HŞT bitti, tükendi" derken örgütün bir yerlerden düğmesine basılmış gibi harekete geçip kısa sürede rejimi devirmesi, herkesi şaşkına çevirdi.
Elbette, perde arkasında kim veya kimler var, henüz bilmiyoruz.
Zira HTŞ gibi katı dinci bir örgütün Suriye'de iktidarı ele geçirmesi, ABD, İsrail, Türkiye, AB dahil hiç kimsenin işine gelmiyor.
Örgüt, 10 gün gibi kısa bir sürede Şam'ı ele geçirecek gücü nereden buldu?
Gerçekten, cevabını merak ettiğim bir soru.
Suriye 10 yılı aşan iç savaştan sonra şu an tarihi bir dönemece girdi.
Burada dikkat etmemiz gereken hususlardan biri, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması, ikincisi ise YPG'nin tehdit olmaktan çıkarılması.
Yanı başımızda her an patlamaya hazır bir el bombası istemiyorsak, YPG hiçbir şekilde yeni Suriye rejiminde yer almamalı.
Elbette bu, Kürtler yönetime katılmamalı anlamına gelmiyor.
Türkiye'ye düşmanlık beslemeyen, bizim toprağımızda gözü olmayan Kürt aşiretleri tabii ki yeni yönetimde yer alabilir, almalıdır da.
Türkiye'nin dikkat etmesi gereken en önemli husus ise bence, 1990'lı yılların başında Irak'ta tekrarladığı hatayı anımsayıp bu kez akıllıca davranması, hatta eski hatasını telafi etmesidir.
Şöyle ki, I. Körfez Savaşı'ndan sonra Irak'ta özerk bir Kürdistan Yönetimi kurulduğunda Türkiye oradaki soydaşlarını yani Irak Türkmenlerini ihmal etmişti.
Oysa yapılması gereken Erbil'de ABD'nin desteği ile Özerk Kürdistan Yönetimi kurulurken Türkiye'nin de Musul ve Kerkük'ten oluşan bölgede bir Irak Türkmen Özerk İdaresini kurmasıydı.
Ama nedense bu olmadı.
Şimdi Türkiye'nin 30 yıl önceki bu hatasını telafi etme zamanı.
Suriye'de yeni rejim kurulurken, Türkiye Suriyeli Türkmen soydaşlarımızın arkasında sağlam bir şekilde durmalı, gerekirse onlar için özerk bir yönetim bölgesi kurmalı.
Bu, Türkiye'nin toprak bütünlüğü, özellikle de sınır güvenliği için elzem.
Yanı başımızda bize kalben ve ruhen bağlı insanların, soydaşlarımızın yönettiği bir bölge olursa, rahat ederiz.
Nitekim atalarımız, "Ev alma komşu al" diye boşuna söylememişler.
Sizinle gönül bağı olan bir komşunuz olursa, ömür boyu rahat edersiniz.
Suriye, modern devlet olarak kurulduğu tarihten itibaren bize iyi gözle bakmamıştır.
Bunu, uzun süren Osmanlı yönetimini göz önüne alırsak, bir ölçüde anlamak mümkün.
Yine de Suriye'nin, bizim cumhuriyet tarihimiz boyunca, kendi kırılgan yapısına bakmadan bizden toprak talebinde bulunması, Hatay'ı kendi haritası içerisinde göstermesi, unutulmamalı.
Bu yüzden, bu kez Suriye'de ipin bir ucu, bizim elimizde olmalı.
Onun da yolu, yanı başımızda bir Özerk Türkmen Yönetimi oluşturmaktan geçiyor.
Bunu yapmakla, bir taşla iki kuş birden vurmuş olacağız; hem kendi sınır güvenliğimizi pekiştireceğiz hem de soydaşlarımızın haklarını garanti altına almış olacağız.
Suriye'de kazanan biri varsa, o da Suriye halkıdır.
Suriyeliler, yarım asrı aşan kanlı Esed rejiminin devrilişini kutlamakta sonuna kadar haklı.
Umarız, Suriye halkının bu haklı zafer sevinci, kursaklarında kalmaz.
Tüm dünyanın temennisi, uzun zamandır barışa hasret bu bahtsız ülkede herkesi kucaklayan demokratik bir düzenin kurulması ve ülkedeki tüm etnik grupların huzur içinde yaşamasıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish