Betonların altındaki acı: Zindandaki Suriyeli kadınlar

Cahide Hayrunnisa Çiçek Independent Türkçe için yazdı

2011'de iç savaşa sürüklenen, ardından da bölgesel ve küresel aktörlerin de devreye girmesi ile yangın yerine dönen Suriye, tam anlamı ile bir özgürlük mücadelesi vermeye başladı.

Baba Hafız Esad'dan sonra Suriye'de iktidar koltuğuna oturan Beşar Esad ise özellikle iç savaşın ardından Ortadoğu'da nam salan bölgesel tutuklama ve hapishane sistemini işkence merkezleri haline getirdi.

Küresel güçlerin de desteğini arkasına alan Esad, bir taraftan Rusya ve İran ile muhaliflerle savaşırken, diğer taraftan sivil halka karşı ciddi manada acımasız bir şekilde yüzbinlerce kişiyi işkence altında tutarak hapishaneleri aktif şekilde kullandı.

Tutuklama ve işkenceler Esad rejiminin ayakta kalma taktiğiydi. Bu sayede toplum üzerinde çok ciddi baskılar kurdu.

Bu anlayış ile sağ-sol, Alevi-Sünni demeden her kesimden insan faili meçhul şekilde kaçırılıp tutuklanarak ve katledilerek Suriye zirveye taşındı.
 

 

Bugün ise, esaretinden kurtulmanın sancılarını yaşayan Suriye'den yürekleri dağlayan görüntüler geliyor.

Bütün dünya olarak Esad'ın halk arasında "ölüm zindanları" olarak bilinen Saydnaya Hapishanesi başta olmak üzere diğer zindanlardaki mahkumların kurtarılmasına şahitlik ediyoruz.

Dayanılmaz işkenceler sonucunda idam ipleri ile boğulup hayattan koparılan, diri diri pres makinaları ile öğütülen, asit kuyularına atılan, aklını kaçıran, yarım saat sonra idam edilecekken yeniden hayata tutunan insanların hikayelerini izliyoruz.
 

 

40 binden fazla mahkûmun kurtarıldığı Saydnaya'da, betonların altına gömülmüş 3 gizli katı ve binlerce gizli hücre ve ufak yer altı odaları bulunan 110 binden fazla mahkûm ise hala kurtarılmayı bekliyor.

Genel rakamlar daha ürkütücü. Savaşın başladığı ancak itibaren yolu Saydnaya'ya düşen Suriyeli sayısı 300 bini geçerken, sadece savaşın son 5 yılında tutuklanan Suriyeli sayısı ise bir buçuk milyondan fazla!
 

 

Ancak "ölüm zindanı Saydnaya", Esad zindanlarının sadece bilinen yüzü.

Belirtilen bu hapishanelerin dışında savaştan dolayı kullanılamaz hale gelen metruk yapıların içlerinde ve bodrum katlarda birçok yer altı zindanı kurulurken hastaneyken hapishaneye dönüştürülen, okulken hapishaneye dönüştürülen, binlerce masum insanın tutsak edildiği yerler de var. Oradaki masum insanlar da şu an kurtarılmayı bekliyor. 

Dünyadaki diğer tüm savaşlarında olduğu gibi Suriye'de de kadınlar birer savaş silahı olarak kullandı.
 

 

Rejim askerleri, Suriye zindanlarında hapsedilen kadınları taciz ve tecavüz yöntemi başta olmak üzere tüm işkencelere maruz bıraktı. Yine son gelen görüntülerde Saydnaya ve diğer zindanlardan 11 binden fazla kadının kurtarıldığını izledik.

Ancak yanlarında küçücük çocuklar vardı! İşte bu çocuklar da tecavüz sonucu dünyaya gelen, babası kim olduğu belli olmayan, gözünü hapishanede açtığı için bir gün bile gün yüzü görmeyen, hala arabanın ne demek olduğunu, kuşların nasıl bir şeye benzediğini bilmeyen masum evlatlar. Onların da çoğu akli dengesini kaybetmiş halde!
 

 

Tam da bu noktada sorgulamamız gereken asıl konu, yıllardır hazırlanan raporlar, yapılan haberler ve STK'ların saha araştırmalarıyla insani diplomasi kanalları üzerinden anlatılmaya çalışılan gerçekleri neden göremediğimizdir!

Oysa komşumuzun evi alev alev yanarken her anına tanıklık etmiştik! Kimi zaman onlarla ağlarken, kimi zaman da gerçekten ne yaşadıklarını hiçbir zaman anlamadık, anlayamadık!

Yaşanan zulmün boyutlarını bu denli idrak edemedik! Sonra da biraz sorguladık onları! Suriyeli kadınlara kuma gözüyle baktık, erkeklere ucuz iş gücü!

Çocuklarının çocuklarımızla aynı sınıfta eğitim görmesinden rahatsızlık duyduk! Başta gelsinler dedik, sonra da canımız sıkıldı uzun sürdü artık gitsinler dedik! 

Peki şimdi şahit olduklarımız karşısında ne söyleyeceğiz? 
 

Çok kötü şeylere şahit oldum. Özellikle gençlere nasıl davrandıklarını ve ne tür işkence yaptıklarını, insanları orada nasıl öldürdüklerini gördüm.

Öldürüyorlar ve cesetlerini öylece orada bırakıyorlardı. Küçücük çocuklara bile aynısını yaptılar. Kızlara tecavüz ediyorlardı.

Cezaevinde sadece 3 kere tuvalet izni veriliyordu. Onda da cesetleri oraya yığdıkları için kullanmazdık bile…

Yaşattıklarını anlatmak gerçekten çok zor!

Nibel Hanif,
51 yaşında,
Şam doğumlu

 

 

Her şey zindanlarda tutulan kız kardeşlerimiz içindi!

Uzun süredir Suriye konusunda hem STK projelerinde hem de gazeteci olarak göç ve kadın temalı çalışmalar yürütüyorum.

Bu süreçte, Suriye'deki iç savaşı defalarca yerinde gözlemleme fırsatı buldum. Birçok sivil toplum organizasyonunda yer almama rağmen, 8 Mart 2018'de Suriyeli kadınların hapisten kurtulabilmesi için uluslararası katılımcılarla düzenlenen ve geniş yankı uyandıran Vicdan Konvoyu, hayatımın en unutulmaz tecrübelerimden biri oldu.
 

 

Savaşın yedinci yılına rağmen Suriyeli kadınların gerekçesiz tutuklanmaları, işkence, taciz ve tecavüze maruz kalmaları yeni konuşulmaya başlanmıştı

Devam eden savaş koşulları, sahadaki STK ve uluslararası örgütlerin net sonuçlara ulaşmasını engelliyor, raporlar ise genelde yüzeysel analizlerle sınırlı kalıyordu.

Esad'ın zindanlarından çıkan kadınların yaşadıklarını dinlerken, o an bu yaşananların akademik kayıtlara geçmesi gerektiğine karar verdim.

Bosna Hersek Srebrenitsa'daki katliamları ancak bitince duymuştuk. Bu kez geç kalmamalı, içeride tek bir kız kardeşimiz kalmayana dek bu zulmü duyurmak için elimizden geleni yapmalıydık! 
 

 

Bu anlayışla Suriyeli kadınların hapse atılması, içeride yaşadıkları fiziksel ve psikolojik şiddet, taciz ve tecavüzler, hapisten çıktıktan sonra kendilerini bekleyen tehlikeler ve yaşadıkları belirsizlikleri yüksek lisans tezi olarak işledim.

Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yaptığım yüksek lisansımın konusu ilk günden belliydi; "Suriye Savaşında Hapishane Deneyimi Yaşayan Kadınların İncelenmesi".

Elbette çağımızın en zalim ve vahşet dolu olayını, bizzat bu acı tecrübeleri yaşayan, gözaltına alınmış ya da tutuklanmış kadınlar anlatabilirdi! 
 

Ben şu ana kadar hapishanede yaşadıklarımı sizden başka kimseye anlatmadım. Bize nasıl işkence ettiklerini, hakkımızı gasp etmelerini, vatanımızı bölmelerini, insanlara nasıl işkence yaptıklarını biliyorum. Adaletsiz bir hükümdarın, adaletsiz devletinde hapiste işkence gördüm.

Bizler 'Ya Allah!' dedikçe, onlar 'Ya Beşar!' dediler. Bir tek anını bile unutmadığım bu zulümlerin hesabını kimden soracağım? Bütün bunları yapan askerler cezasız kalmamalı.

Esad sorumlu olduğu bu zulümlerin hesabını vermeli. Dünyadaki tüm devletler bizim bu yaşadıklarımıza kayıtsız kalmamalı! Şu an Allah'ta tek dileğim, bizi biraz olsun rahatlatmasıdır.

Bir Esad güçlerinin cezalarını çekmesini istiyorum, hesap versinler!

Ve lütfen bizim bu yaşadıklarımızı görmezden gelmeyin, bize destek olun ve bizleri yalnız bırakmayın! Gerçekten çok yorulduk!

Kadan Mousa,
44 yaşında,
Halep doğumlu


IHH İnsani Yardım Vakfı, Suriye'nin Azez bölgesindeki mağdur kadınlarla görüşerek onaylarını aldıktan ve resmi süreçleri tamamladıktan sonra, akademik çalışma için bölgeye gittik.

Hapishane deneyimi yaşamış olan bu kadınların nelere maruz bırakıldıklarını, hapishaneden çıktıktan sonra yeniden hayata katılım noktasında neler yaşadıklarını anlayabilmek adına birebir görüşme yapmak çok önemliydi.

Odak noktamız hapishaneden çıktıktan sonra Suriye içinde yaşamaya devam eden kadınlar oldu.
 

 

Fırat Kalkanı Bölgesi'ndeki Afrin, Azez, el-Bab ve Bizea bölgelerinden lojistik merkezine gelen çok sayıda kadın arasından en fazla hapishanede kalan ve kendini anlatmak isteyen 18 kadınla röportaj yaptım.

Bölgede toplamda 3 gün kalacağımız ve görüşmeler için kısıtlı bir süremiz olduğu için katılımcı sayısını önceden belirlemiştik.

Ancak beklediğimizden çok daha fazla mağdur kadın röportaj yapmak için gelmişti. Bu da hapisten çıkan kadınların yaşadıklarını anlatma isteğini ve yapılan görüşmenin onlar için ne kadar önemli olduğunun kanıtıydı.
 

"Benimle aynı yerde kalan 2 hafız kadın vardı. Çok kültürlü okumuş insanlardı. Yanımızdaki genç kızların saçlarını yakıyorlardı, o saç kokusu hâlâ burnumdan, bağırma sesleri de kulaklarımdan gitmiyor!

Bir de yanımızda bir genç kız vardı, 7 aylık hamileydi, bu yüzden en çok da beline vurdular, öldüresiye dövdüler.

Kızcağız 4 gün boyunca yaralı bir şekilde yanımızda can çekişti. Sonunda öldü, boyunu da kırılmıştı. Çocuğu da karnında öylece öldü tabi. 7 gün boyunca onun cesedini yanımızda bıraktılar."

Iman Al-Sawa,
57 yaşında,
Şam doğumlu


Röportaj için aralarından seçim yapmak zorunda kaldım ve en uzun süre hapishanede kalan, en fazla deneyim yaşamış olan ve gerçekten konuşmaya ihtiyacı olduğunu ifade edenleri tercih ettim.

Birçoğu başlangıçta böyle bir konuyu konuşmak istemediklerini ifade etti; ancak amacımızı anlattıktan sonra, yaşadıklarını duyurmak ve hâlâ içeride olan kadınlara destek olmak adına paylaşmaya karar verdiklerini söylediler.
 

 

Onlar için bu görüşme hiç kolay olmayacaktı! Çünkü neredeyse tamamı hapishanede neler yaşadıklarını ilk defa paylaşıyordu ve hala birçoğu rejim tarafından tekrar tutuklanmakla tehdit ediliyordu.

Bu yüzden röportajların yayımlanan kısımlarında isimlerini değiştirerek kullandım ve sadece izin verenlerin fotoğraflarını çektim.
 

 

Her bir kadın ile ortalama 30 dk boyunca yapılan görüşmenin içeriğinde savaştan önceki yaşam koşulları, Suriye'de kadına genel bakış açısı, savaştan sonra kadınların statüleri, nerede ve nasıl gözaltına alındıkları, sorgulanma ve tutukluluk süreçleri, yaşadıkları zulüm ve işkenceler, serbest bırakıldıktan sonra ise karşılaştıkları toplumsal baskı veya destek süreçleri ile göçü konuştuk.

Özellikle kadınların sorulara karşı vermiş oldukları tepkileri ve vücut dillerini analiz etmeye çalıştım. Birçoğu peçeli olduğu için gözlerinden yaşananların boyutları anlaşılabiliyordu.
 

 

Savaştan önceki hayatlarını anlatırken, daha kırgın bir mutluluk yaşadıkları belli olurken, gözlerinde ışıltılı bir hüzün görülüyordu.

Ne zaman ki, hapishane sürecini anlatmaya başladılar işte o zaman verilen ilk tepki başın öne eğilmesi, ellerin titremeye başlaması ile hızlı bir şekilde ovuşturulması, tırnakların koparılmaya çalışılması, seste titreme ve sonrasında hıçkırıkla ağlama oluyordu.

Herkeste istisnasız en sıkıntılı cümlelerin sonuna "Ve lakin Elhamdulillahi Rabbil Alemin" ekleniyor ve yaşadıkları olayların sonunda inanç ve bağlılık durumu ve tam teslimiyet ortaya konuyordu.

Kur'an okudukları için bile işkence görmüşlerdi, dövülmüşlerdi ama inanmaktan asla vaz geçmemişlerdi!

Evet, çok zor şeyler yaşamışlardı, ama Allah'a olan inançları onların hayata tutunmasına karşı en büyük destekleriydi!

Bazı kadınlar ise, Allah'a olan inançlarının yanı sıra kendilerine bu zulmü yapanlardan hesap sorma ve intikam alma duygusu ile yaşayabildiklerini söylemişti.
 

"Tutuklandıktan sonra üniversite hayatım son bulmuştu. En çok da buna üzülüyordum. Tutuklu olarak kaldığım Lijan Sahedia Şubesi'nde durum çok vahimdi. Orada bulunan genç kızlara her türlü işkenceyi yaparlardı. Her şeye birebir şahit olmuştum.

Orada yaklaşık olarak 3 ay boyunca kaldım. Sürekli bitmek bilmeyen soruşturmalar geçiriyor ve ağır işkenceler görüyordum. Her gün üzerimdeki bütün eşyaları soyarak beni çıplak bırakıyor ve çok kötü bir şekilde arama yapıyorlardı. Her odadan başka bir gencin çığlıkları yükseliyordu. İşkence yaptıklarını görür, sürekli seslerini ve feryatlarını duyardık.

3 ayın ardından beni başka bir karakola sevk ettiler. Bir gün orda kaldıktan sonra Adra Hapishanesi'ne gönderildim. Adra'da yaklaşık üç buçuk yıl kaldım. Hapishaneden sorumlu albay çok kötü bir insandı. Kaldığım süre içerisinde üç kişi görev değişikliği ile sorumlu albay olarak atanmıştı ve hepsi de birbirinden kötüydü. Her türlü işkence, taciz ve tecavüzle karşı karşıya bırakılmıştım, sürekli vurdular, dövdüler, bütün işkence türlerini benim üzerimde denediler.

En çok rahatsız olduğum şeylerden biri de her gün teftiş için beni çırılçıplak soymaları ve elleriyle vücuduma dokunmalarıydı! Her gün mütemadiyen aynı şeyi yaşıyordum! Dayak atarken sürekli belime vuruyorlardı! Dişlerimin tamamını kırdılar, bu yüzden dayanılmaz şekilde diş ağrısı çektim! Suriye'deki herkesin en büyük korkusu Saydnaya Hapishanesi'nde kalmaktı.

En ağır cezaların verildiği ve en ağır işkencelerin yapıldığı, toplu katliamların merkezi olan bu cezaevine giren asla sağ çıkamazdı! Beni de en çok oraya göndermekle tehdit ederlerdi! Aynı koğuşta kaldığımız kızları uyuşturucu bağımlısı yapmışlardı. Bağımlı oldukları için madde almadan duramıyorlardı.

Esad askerleri de bunun karşılığında onlardan koğuş içinde olan bitenleri anlatmalarını istiyorlar, istihbarat alabilmek için bu zavallı kızları kullanıyorlardı! Onlar da her şeyi anlatıyorlardı!

Mesela geceleri Kur'an okurdum ve hemen ertesi sabah ellerinde değnekle gelerek Kur'an okuduğum için beni döverlerdi. Kaldığım koğuşun kapısından bakınca bile gökyüzü görünmüyordu. Tam 3 buçuk yıl boyunca hiçbir kere olsun güneşi göremedim!

Kâbus dolu günlerden nasıl sağ çıkabildim hâlâ anlayabilmiş değilim ama, orada yaşadıklarımı annem dışında kimse ile paylaşamadım! Başıma nelerin geldiğini detaylı olarak hiç kimseye anlatmadım! Yaşadıklarımı ilk defa bugün burada size anlatıyorum! Aslında görüşmeye gelirken konuşmaya niyetim yoktu!

Ancak hâlâ içeride olan kadınların sesi olmak için konuşmam gerektiğine karar verdim! Ben almış olduğum kararların bedelini ağır bir şekilde ödedim! Bu yolu seçtiğimde hiçbir şeyin yolunda gitmeyeceğini biliyordum! Ve şu an burada tek başıma yaşıyorum!

Evet, çok yoruldum, psikolojik olarak çok yıprandım, çok işkence gördüm, sağlığımı kaybettim ama asla pişman değilim! Geriye dönüp baktığımda yaşadığım her şeyin beni daha da güçlendirdiğini görebiliyorum ve kendimle gurur duyuyorum."

Alvin Alassad,
27 yaşında,
Şam doğumlu


Yaşları 18 ile 65 arasında değişen, savaş boyunca Suriye'den dışarı çıkmamış, hapsedildikten sonra zorunlu göçe maruz kalan kadınların anlattıkları çok çarpıcı verileri ortaya çıkardı.

Yaşadıkları vahşeti ve insanlık dışı uygulamaları anlatmakta zorlanıyorlardı ve öğrenebildiklerimiz sadece buzdağının görünen kısmıydı.

Birçoğu ata erkil bir toplum yapısına sahip Suriye'de yaşadıklarından dolayı toplumsal dışlanmanın yanı sıra, imkansızlıklardan dolayı herhangi bir psikolojik destek, hapishanedeki işkencelerin ardından oluşan hastalık durumlarına karşın ise herhangi bir sağlık hizmeti alamamışlardı.

Sağlıklı yaşam koşullarından mahrum bırakılan tutuklu kadınlar, hapishaneden çıktıktan sonra da yaşantılarına kaldıkları yerden devam edememişlerdi.

Eşim cezaevindeydi ve ben de çocuklarımla birlikte Şam'da yaşıyordum. Onu ziyaret etmek için Saydnaya Cezaevi'ne gittim.

Eşimle görüştük ve tam çıkıyordum. O sırada beni de gözaltına aldılar ve sadece birkaç soru sorup bırakacaklarını söylediler.

El Hatip Şubesi'ne götürüldüm ve dedikleri gibi beni hemen bırakmadılar. Tam 2 yıl boyunca orada hapsedildim! 

Zahara Al-Karim,
40 yaşında,
doğum yerini belirtmedi


Birçoğu savaştan önce güzel ev ve iş imkanlarına sahipken, savaşın ardından hepsini kaybetmişti.

Eşini savaş ortamında ve başka hapishanelerde kaybeden kadınlar da vardı. Bu kadınların çoğu yeniden evlilik yerine çocuklarını tek başına yetiştirmeyi tercih etmişlerdi.

Geçimlerini Azez ve Afrin bölgesinde tarım ve hayvancılık, ya da küçük ölçekli ticari işletmeler sayesinde veya sonradan açılan okullarda öğretmenlik yaparak sağlamaya çalışıyorlardı.

Başka bir ülkeye gitmektense kendi ülkelerinde kalarak yeniden bir hayat kurmayı seçmişlerdi. Ruhsal olarak kendi kendilerine yetecek mekanizmaları yine kendileri oluşturmuşlardı. 
 

 

Görüşmecilerden biri 4 kere ayrı zamanlarda tutuklanıp görmüş olduğu işkencelerin ardından organ yetmezliği yaşadığını, bir STK yardımı ile gereken ameliyatları yaptırabildiğini söylerken, bir diğeri iki küçük kızı ile kontrol noktasında sebepsiz şekilde tutuklanarak onlarla hapiste kaldığını ve tüm işkenceleri kızlarının önünde yaşadığını söyledi.

Biz röportajı yaparken kızları da yanındaydı ve anneleri konuşurken elleri titreyerek ağlıyorlardı!
 

 

En dikkat çekici kısım ise her şeye rağmen, her ne yaşarlarsa yaşasınlar yüzlerindeki gülümseme eksilmemişti.

Odaya gelen her bir kadın samimi şekilde sarılıyor, yüzümü seviyor ve dua ederek çıkıyordu. Filistin'de saha çalışmaları yapan biri olarak, işgal ve savaş ortamının farkını anlayabiliyordum.
 

 

Filistinli kadınlar, uzun yıllar boyunca işgal altında yaşamış, sürekli bir mücadele içinde olmuş ve hak ile batıl savaşı verirken düşmanlarını net bir şekilde tanıdıkları için daha kararlı ve tavırlı görünüyorlardı.

Buna karşılık, Suriyeli kadınlar, baskı altında olsa da normal sayılabilecek bir yaşam standardından savaş ortamına geçiş yaptıkları ve düşmanlarını net bir şekilde tanımlayamadıkları için daha kırılgan bir izlenim bırakıyordu.
 

 

Ancak her şeye rağmen Esad rejimine karşı verdikleri mücadeleden pişman değillerdi! Günlerdir izlediğimiz korkunç hapishane görüntüleri yaşananların bir değil bin tane rejimin yıkılmasına değecek boyutta olduğunu gösteriyor.

Konuşmanın da vermiş olduğu rahatlama ile hapishaneden sonra uğradıkları zulmü uluslararası hukuka taşımak istediklerini söyleyen Suriyeli Kadınlar, bu konuda üzerimize büyük bir sorumluluk bıraktılar.

Şimdi bu vicdani sorumluluğu kamuoyuyla paylaşarak yaptığım röportajlardan bazı kesitleri sizlerle paylaşıyorum; çünkü böylesine büyük bir acıyı ancak birlikte hareket ederek hafifletebiliriz!

 

 

* Çalışmaya Yök Tez'den ücretsiz olarak ulaşılabiliyor. Drive üzerinden tez metnine ulaşabilirsiniz. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU