Beyaz Saray'daki Zelenski tuzağı, dünyaya tehlikeli bir mesajdır

"Donald Trump Washingtonu'nun tüm dünyaya gönderdiği 'yanlış' ve en tehlikeli mesaj; Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski'ye yönelik aşağılayıcı muameleydi"

Fotoğraf: Mstyslav Chernov/AP

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'nin Beyaz Saray'daki tartışmalı görüşmesi, çok sayıda görüntüye ve komplo teorileri demeyelim de anlatılara canlılık kazandırdı.

Ancak yaşananlar, ABD Başkanı Donald Trump'ın düşünce tarzı ve değerler sistemi, siyasetin mekanizmalarını kavrayışı, düşman, müttefik veya dost tanımları, kurumlara, geleneklere ve tarihi ilişkilere duyduğu saygının derecesi hakkında eski fikirlerinin tutsağı olmaya devam edenlere ders niteliğinde bir mesajdı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kamera ve mikrofonların kaydettikleri, büyüklük farkına bakılmaksızın, müttefikler arasındaki ciddi bir siyasi diyalogdan ziyade, Trump yönetiminin Ukrayna liderine kurduğu bir "tuzak" gibiydi.

Zelenski muhtemelen bugünün Washington'unun dünün Washington'u ile aynı olmayacağını önceden biliyordu, ama herkesin önünde yaşandığı gibi bir "idam mangasıyla" karşı karşıya kalacağını tahmin ettiğini sanmıyorum.

ABD'nin Ukrayna'ya yönelik vaat ve taahhütlerinin büyük çoğunluğunun 2014'ten bu yana Demokratların iktidarı döneminde verildiği ve desteklendiği biliniyor.

Bu aşama, Trump'ın 2017-2021 yılları arasındaki ilk görev döneminin böldüğü Barack Obama (2009-2017) ve Joe Biden (2021-2025) dönemlerini kapsıyor.

Trump'ın ilk başkanlık döneminin, seçim sloganlarının veya medya açıklamalarının teyit ettiği şeyse, onun yalnızca Demokrat seleflerinden değil, aynı zamanda 1945'te II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana görev yapan Amerikan başkanları ve liderlerinin çoğundan da farklı olduğudur.

Burada birisi, Trump'ın "kalıpların dışında düşünmesini" sağlayan bağımsız bir zihne sahip olduğunu söyleyebilir.

Elbette, bazıları da zamanın değiştiğini, kavramların ve siyasal tehlikelerin değiştiğini söyleyecektir.

Miras alınan ve başkanı kısıtlayan, seçeneklerini ve manevra kabiliyetini sınırlayan ittifakların, düşüncelerin bağlarından "kurtuluş" temelinde yeni bir yaklaşımı gerektiren önemli zorlukların ortaya çıktığını söyleyenler de olacaktır.

Bütün bunlar doğru ve en azından 20'nci yüzyılın başından bu yana Cumhuriyetçi Parti'ye kademeli olarak egemen olan iki muhafazakar düşünce "ekolünün" bir arada yaşadığı yakın geçmişe kadar geçerli.

Köklü partinin sağcı, merkez sağcı, hatta merkezci ve ilerici akımlarla dolu olması bunun kanıtıdır.

20 ve 21'inci yüzyıllarda partinin semalarında ve koridorlarında parlayan birkaç ismi gözden geçirecek olursak, sert muhafazakar sağcıları görürüz.

Bunlar arasında Senatör Robert Taft, Senatör Joseph McCarthy, Senatör ve eski başkan adayı Barry Goldwater, vali ve eski Başkan Ronald Reagan, ardından vali ve Başkan George W. Bush'u sayabiliriz.

Bunlar, Trump döneminden önce Cumhuriyetçi ve Amerikan siyasi arenasında, "McCarthycilik", "Doğu ile çatışma", (Evanjelik Hristiyanlığın yüzü) "ahlaki çoğunluk" ve daha sonra (Hristiyan dindar sağ, Yahudi Likud ve silah lobisi arasındaki ittifakın ürünü) "neo-muhafazakarlar" gibi aşırılıkçı olgularla öne çıkmışlardı.

Bunlara paralel olarak, en belirgin temsilcileri arasında eski Başkan General Dwight Eisenhower, eski valiler ve başkanlar Richard Nixon ve George H.W. Bush ile valiler, senatörler ve başkan adayları Thomas Dewey, Robert Dole, John McCain ve Matt Romney'in sayılabileceği gerçekçi ve merkez sağ akımlar da vardı.

Son olarak, tarihsel olarak en önde gelen liberal ve ilerici merkezciler arasında (bugünün standartlarına göre solcu) eski Başkan Theodore Roosevelt, valiler ve senatörler eski Başkan Yardımcısı Nelson Rockefeller, Jacob Javits, Charles Percy, John Chavez (Donanma Bakanı) ve James Jeffords yer alıyor.

Cumhuriyetçi Parti içinde bahsettiğimiz çoğulculuk, Donald Trump'ın ikinci döneminde artık görülmüyor.

Dahası yukarıda sayılan tüm aşırılıkçı olgular, kendi dönemlerinde güçler ayrılığı ilkesi başta olmak üzere demokrasinin temellerine, kurumlarına, geleneklerine daha sadıklardı, bir şekilde karşı görüşler ile bir arada yaşamaya daha çok inanıyorlardı.
 


Tüm bu olgular, aşırılığına rağmen, MAGA  yani "ABD'yi Yeniden Harika Yap" (Make America Great Again) olgusundan daha az "kişiselleştirme" ve "tanrılaştırma" eğilimindeydi.

MAGA olgusu şu anda yalnızca Başkan Trump'ın popülist siyasi tabanını değil, aynı zamanda Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin çeşitli kanatları ve akımlarıyla her zaman saygı duydukları tüm siyasi "geleneklere" gerçek alternatifi de oluşturuyor.

MAGA olgusu ve tabii ki arkasındaki Başkan Trump, bugün ne güçler ayrılığına, ne iktidarın devir teslimine, ne yargı bağımsızlığına, ne de kendi adayının lehine sonuçlanmayan hiçbir seçimin geçerliliğini tanımaya önem vermiyor.

Amaçlarına ulaşabilmek için Amerikan demokrasisinin meşruiyetinin "kutsal yeri" sayılan Washington'daki Kongre binasına (Capitol) saldırmaktan bir an bile çekinmedi.

Öte yandan, 1930'larda "Büyük Buhran"dan sonra Amerikan vatandaşına bir güvenlik ağı sağlamak amacıyla onaylanan "Yeni Düzen"den geri kalanlar da, seçilmemiş para"ahtapotları" milyarderlerin iş birliğiyle şu anda yok ediliyor.

Bunlar iç düzey için geçerli.

Dış politikada ise tüm tabular yıkıldı, geleneksel düşman dosta, müttefik ise rahatsız edici bir ekonomik hasıma dönüştü.

Komşunun toprakları, ilhak edilebilecek, işgal edilebilecek, zorla satın alınabilecek cazip, serbest veya istenmeyen sakinlerinin izolasyon duvarları arkasında izole edilmesi gereken alanlar haline geldi.

Washington'un Soğuk Savaş günlerinden miras aldığı tüm siyasi kültür çöktü, elbette, İsrailli aşırı sağcı yerleşimci hareketin hırslarıyla tam bir özdeşleşme dışında.

20 Ocak'tan itibaren dosta ve düşmana bütün yanlış sinyallerin verilmeye başlandığı doğru. Ancak Donald Trump Washingtonu'nun tüm dünyaya gönderdiği "yanlış" ve en tehlikeli mesaj; dün Ukrayna Devlet Başkanına yönelik aşağılayıcı muameleydi.

Dünden sonra, Washington'un Uzak Doğu ve Batı Avrupa'daki müttefikleri için huzur kalmadı, istikrarlı, yaşanabilir bir Ortadoğu vizyonu kalmadı.

Ne Güney Asya ne de ders almayan, vazgeçmeyen, pervasız popülist rejimler üreten Güney Amerika nükleer felaketlerden muaf değil.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU