"Kim olduğunu mu bilmek istiyorsun?"
(Witold Gombrowicz, Günlükler)
Sözünü edeceğimiz parçalar; her insanın, her şairin (veya yazarın) mayasında olup onu şekillendiren temel unsurlardır.
Ancak şairleri bu noktada diğer insanlardan ayıran temel etken, bunları eserlerine taşımalarıdır.
Eserlerini bu parçalar üzerinden inşa eder ve bunlarla kendilerine özgü bir sanat lisanı oluştururlar.
Öyleyse; bir aydının varoluşunu belirleyen temel parçalar nelerdir?
Bu sorunun cevabını şu şekilde verebiliriz:
Kendi "memleketi" , "kimliği" ve "ana dili"dir.
Bu unsurların tamamı ele alınmadan bir şair ve yazar hep eksik kalır.
Böylece; varoluşun sadece biyolojik bazlı olmadığını aynı zamanda kültürel olduğu da ortaya çıkıyor.
İdeolojilerin, resmi söylemlerin ağır bastığı yerlerde her şey, çoğu zaman dar ideolojik bir bakış açısıyla değerlendiriliyor.
Bu üzücü durum genellikle kabul edilmiyor.
Kabul gördüğünde de "A ya da B kişisi de aynısını yapıyor" denilerek, kendini haklı çıkarma güdüsü devreye giriyor.
Bu ideolojik körleşme, sağ, sol ya da dindar kesimler arasında da oldukça yaygın.
Herkes, kendi görüşlerine yakın yazarları, sanatçıları öne çıkarıp tanıtırken, diğerlerini göz ardı ediyor ya da dışlıyor.
Bazen, diğer görüşlerden olanları da yalnızca kendi çıkarlarına uyan yönleriyle ele alıyor, uymayan yönlerini örtbas etmeye çalışıyor.
Bu, okura yanlış ve eksik bilgiler sunduğu gibi, bir aydının tam anlamıyla tanınmasını da engelliyor.
Yani; eksik ya da değiştirilmiş çalışmalar, bir yazarın gerçeklerini yansıtmadığından, onun gerçek kimliğini ortaya koymaz.
Çünkü bir yazar (veya sanatçı), dilinden, kültüründen ve geleneklerinden koparılarak ele alınamaz.
Maalesef, edebiyatın çok sesli niteliğine aykırı bu tür rahatsız edici uygulamalara sıkça rastlıyoruz.
Türk edebiyatı, biyografiler üzerine yapılan inceleme ve değerlendirmeler bakımından oldukça zengin bir alan.
Ancak; bir kısım şair/yazarın hayatı ayrıntılı bir şekilde ele alınmışken bir kısmının da sadece çalışmaları, bu çalışmalar da belli yönleriyle ele alınmıştır.
Bu tutum; Türk edebiyatının önemli isimlerinden şair/yazar Âtıf Bedir tarafından açıkça eleştiriliyor.
Bedir, "Hayatın Şiiri Edebiyat"1 kitabında Türk çevirmenlerin André Gide'nin "Günlükler"ini Türkçeye çevirirken Türkler ve Türkiye ile ilgili olumsuz bölümlerin çıkarılmasını eleştiriyor.
Bunun Türk okurunu, yazarı tam olarak tanıma fırsatından mahrum bıraktığını söylüyor.
Yüreğimizde taşırız memleketimizi…
Ahmed Arif, şiirlerini Türkçe yazan, dünya edebiyatında tanınan ve şiirleri Kürtçe başta olmak üzere, Almanca, Fransızca, İsveççe, Çekçe, Felemenkçe gibi dünya dillerine çevrilen bir Kürt şairdir.
Türkiye'de onun hayatı ve eserleri üzerine birçok çalışma yapıldı/yapılıyor.
Bu çalışmalar, genellikle yüzeysel bilgilerle sınırlı kalıyor.
Çoğu çalışma, Arif'in civarında dolaşıyor; onun iyi bir şair, yazar ve gazeteci olduğuna vurgu yapıyor.
Ancak, Ahmed Arif'in Diyarbekir'e olan derin sevdasını, kimliğine ve anadili Kürtçeye olan sarsılmaz bağlılığını pek ortaya koymuyor.
Bu eksiklikler, Arif'i yarım bırakıyor. Türkiye toplumunun Arif'i tam anlamıyla tanımasının önüne geçiyor.
Çünkü; Ahmed Arif şehriyle, kimliğiyle ve anadiliyle Ahmed Arif'tir.
Şair, Kerküklü baba Arif Ahmet Bey ve Erbilli anne Sâre Hanım'ın çocuğu olarak 21 Nisan 1927'de Diyarbekir'in Suriçi ilçesinde dünyaya gelir.
Diyarbekir'e karşı büyük bir sevgi beslemektedir.
Bunu yakın çevresindekilere, şair, yazar arkadaşlarına her fırsatta dile getirir.
Cemal Süreya'ya yazdığı mektupların birinde, memleketiyle ilgili şunları yazar:
Kapak için kullanacağın fotoğrafımı öyle suratımın yarısını kapkara boyamadan, aydınlık ve alnımın olanca aklığını belirtecek şekilde vermeni isterim. Ayrıca yüzümdeki Diyarbekir çıbanı da olduğu gibi çıkmalıdır… 2
Ünlü şairi, anlamak için ait olduğu, kendini ait hissettiği coğrafyayı, şehri bilmek önemlidir.
Elif Şafak bir röportajında, "Bazen yüreğimizde taşırız memleketimizi" der. Sevdim bu cümleyi.
Şafak; memleketin önemli olduğunu, nereye gidersen git orayı hep özlemle andığını; çocukluğunun, gençliğinin anılarını oranın sokaklarında bıraktığını ve oradan dünyanın farklı yerlerine yelken açtığını hatırlatıyor, bizlere.
Bu çerçevede, Diyarbekir'i anlamadan Ahmed Arif'i ve metinlerini anlamak oldukça zor.
Ahmed Arif, şehriyle özdeşleşmiştir.
Daha doğrusu kendisini memleketiyle özdeşleştirmiştir.
Diyarbekir'de yaşayan hemen hemen herkesin aklına gelir ünlü şair.
Hemşerileri tarafından o kadar çok seviyorlar ki dostları ve dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın desteğiyle anılarını muhafaza etmek için şairin adını taşıyan bir edebiyat müzesi ve kütüphanesi kurarlar Diyarbekir'e.
Orada şairin kitapları, mektupları, resimleri, Nobel Ödüllü yazarların kitapları, Van, Adıyaman, Batman, Elazığ gibi illerden yazarların portreleri bulunuyor.
Diyarbekır'e yolu düşenler, şaire bir selam vermeyi unutmasınlar.
Aslında bu projeye önceleri Yaşar Kemal'in adı verileceği kararlaştırılır. Ancak Kemal bu teklifi kabul etmez.
Ahmed Arif için, "Karacaoğlan varken benim adımı vermek olmaz" 3 der.
Bunun üzerine Ahmed Arif'in ismi verilir.
Ayrıca; Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin siparişiyle oğlu Filinta'nın yaptığı büstü de memleketinde dikilir.
Yaşar Kemal; Diyarbekir ve Arif'in yekvücut olduğunu söyler:
Diyarbakır'ı görünce Ahmed Arif'i anlamak daha kolaylaşıyor. O korkunç surlarıyla, türküleri, hapishanesiyle, sıcağı, soğuğuyla, o her yönden esen halk kültürüyle... 4
Çok yönlü şairimiz
Yaşamıyla insanları seven bir şairdi, Ahmed Arif.
Başına buyruk yazar, şiirlerinde kurallara takılmaz, sanat kaygısı duymaz. Günlük dili kullanır.
Bunlara ek olarak; çalışkan, mütevazı, inatçı ve duyarlı mizacı da hesaba katılınca multi yönlü biri çıkıyor karşımıza.
Bu çok yönlü kişiliğin en önemli niteliklerinden biri, Kürt kimliğine olan bağlılığının ve saygısının, çok küçük yaşlardan itibaren ailesinden gelen bir özellik olmasıdır.
Kimliğinden dolayı hep zorluklarla da karşı karşıya gelmiştir. Ama kimliğine duyduğu sarsılmaz aidiyete dört elle sarılması, karşılaştığı zorluklardan daha büyük olmuştur her zaman.
Afyon Lisesi'nde okurken bir öğrencinin kendisine "Eşek Kürt!" 5 diyerek hakaret etmesi, çılgına çevirir genç Arif'i.
Olayı anlamaya çalışan okul idarecisine, "Hakaret etmeye ne hakkı var hocam? Ben memleketimle onur duyarım" 6 cevabını verir.
Memleketini, kimliğiyle eş değerde görüyor.
Arif; şiirlerini ideolojik bir yaklaşımla kaleme almaz, kişi ve olaylara önyargıyla bakmaz, şair duyarlılığıyla vicdanının sesine kulak verir ve toplumunun yaşadığı trajedileri yazar.
Tarihte gerçekleşmiş sosyal olayları yakalamaya, gözlemlemeye ve çözümlemeye çalışır.
Van'da gerçekleşen tarihe "Mustafa Muğlalı Olayı" olarak geçen trajik hadiseye tepki olarak "Otuz Üç Kurşun" adlı destansı şiirini yazar:
Otuz Üç Kurşun
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...
Benzer şekilde, Şehmus Diken'in aktardığı bir anekdota göre, Arif'in hemşerisi ve yakın arkadaşı olan bir başka Kürt şair Cahit Sıtkı Tarancı'nın, "Otuz Üç Kurşun"u defalarca okuyup ağlaması, kimliksel bağlamın birer işaretidir.
Bu hasiyetiyle, başka kimliklere de ilgi duyar.
Ülkesi ve kimliği uğruna mücadele eden kahramanları onore etmekten de geri durmaz.
Bunu Cezayir Kurtuluş Savaşı'ndaki cesurluğuyla nam salan Cemile Buhayrat'a yazdığı mektupta açık bir şekilde kendisini gösteriyor.
On dokuz yaşındasın. Sakın, gençliğime doymadım deme! Şimdiden ölümsüzsün. Niceleri var ki bin yıl yaşasa, sencileyin bir haysiyet katamaz yaşamaya. Yarının CEZAYİR'de kurtarılmış CEZAYİR'de, okullarda bebeler, önce senin adını belleyecekler. Sonra dünyayı! İnan, seninle birlik, ya da senin yerine, kurşuna dizilmeyi çok isterdim. Ölümüne nispet, yaşamak silik ve anlamsız, CEMİLE… 7
"Güzel Tehlike"nin güzel tespiti
Filozof Michel Foucault, "Güzel Tehlike" kitabında, "...tek gerçek vatan, insanın ayağını basabileceği tek toprak, başını sokabileceği, sığınabileceği tek ev, çocukluğundan itibaren öğrendiği dildir" der.
İsveç'e yerleşerek anadili Fransızcadan uzaklaşmak zorunda kalır, ünlü filozof.
Bir anda kendisini dilini bilmediği, insanlarını tanımadığı bir ortamda bulur.
Issız bir adada tek başına kalmış gibi hisseder.
Düşüncelerini dile getirecek kelimeler bulamaz; bildiği dilden yazsa, konuşsa kendisini anlayacak kimse olmaz.
Derin bir açmazdır, bu durum; aydınlar ve söyleyecek sözü olanlar için.
Bunun acısını hisseden Foucault, ana dili "insanın vatanı" olarak tanımlar.
Diyarbekir'de Kürtçe içerisinde doğan Ahmed Arif de Türkçe öğrenmiş ve şiirlerini bu dilde yazmıştır.
Türkçeyi yazı dili olarak seçse de Foucault'nun "insanın vatanı" olarak tanımladığı ana diliyle olan rabıtasını hiçbir zaman koparmamıştır.
Kürtçeyi yalnızca bir anadil olarak değil, kalbinin tercümanı olarak da görmüştür.
Birisini doyasıya sevmek ve ona kendi diliyle hitap etmek ne güzel bir şey!
Hele seven kişi ünlü şair Ahmed Arif ise; sevdiğine birçok dille hitap eder.
Ahmed Arif'in taparcasına âşık olduğu Leyla Erbil'e yazdığı bazı mektuplarını, okumuş olanlar, meşhur dizelerinin Kürtçeden geldiğini hemen anlar.
Başka bir deyişle Ahmed Arif, Kürtçe düşünüp, hisseden ama Türkçe yazan bir şairdir aslında.
Tıpkı Burhan Sönmez, Yaşar Kemal gibi.
Leyla Erbil'e yazdığı mektuplarından oluşan "Leylim Leylim" isimli kitabında, Erbil'e kendi anadilinden bir deyimle "dilê min?" 8 diye hitap eder.
Ayrıca, Kürtçenin hem Kurmanci hem de Zazaki lehçelerini öğrenmesi, kendi diline olan sevgisinin ve ona verdiği değerin emareleridir. Bu, öznenin inşasıdır.
Yazar; Kürtçesinin farklı lehçelerini öğrenerek kendi öznesini güçlendirmiştir.
Arif'in yakın çevresi, aile fertleri, arkadaşları ve okurları da ondan anadiliyle konuşmasını, şiirlerini anadiliyle okumasını ister.
Bazen salonlarda, stadyumlarda şiir okurken bana laf atıyorlar, Kürtçe oku diye… 9
Niçin, yazdım bu yazıyı?
Şair, seviliyor ve kıymet görüyor.
Metinleri büyük beğeniler alıyor.
Bu teveccühlerin ve sitayişlerin sadece ve sadece "iyi bir şair olan Ahmed Arif"'e değil doğal Ahmed Arif'e gitmesi gerekir.
Ahmed Arif'e dair bazı nakıs, eksik yorumların dolaşımda olmasının verdiği hoşnutsuzluğun etkisiyle Arif'in sahici portesinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak istedim.
Sonuç olarak; Diyarbekirli olanlar, olmayanlar ya da buraya dışarıdan gelenler bu kadim şehrin tarihini biraz karıştırdıklarında "Cahit Sıtkı Tarancı", "Hesenê Metê", "Suzan Samancı", "Ali Emiri", "Mehmet Atlı" ile "Dört Ayaklı Minare", "Cemil Paşa Müzesi", "Hevsel Bahçeleri", "Surlar", "On Gözlü Köprü" ve "Kürtçe (Kurmanci,Zazaki)", "Dengbejler" ile mutlaka karşılaşır.
Saydığımız edebiyatçılar ve daha niceleri, tarihi yapılar ve Kürt kültürü, tarihi şehrin özünü oluşturur.
Bunlarla özünü koruyor, şehir.
Bu farklı açılardan gelen bakışların birleştiği eksenlerden biri Ahmed Arif'tir.
Böyle bir ilgi ve sevginin şaire olduğu kadar onun memleketine, kimliğine, kültürüne ve anadili olan Kürtçeye de olmalıdır.
Şair, eserlerini kurgularken izlenimlerinden, tanık olduğu, işittiği olaylardan ve geçmişte yaşadıklarından yararlanır.
Metinlerinde anılarının, yaşadıkları mekânlarının, aşklarının iz düşümleri vardır.
Bütün bunları hesaba kattığımızda neden sevgi ve saygının şairin yukarıda saydığımız eksik parçalarına da gitmesi gerektiği daha iyi anlaşılacaktır.
Ahmed Arif, eksik parçalarını bir cümlede ortaya koyuyor.
Dicle kıyısında bir çadırda ölmek isterim.
O kadar güzel ağıtlar yakarlar ki o kadınlar.
Hiçbir müzik o kadar dokunaklı olmaz. 10
Bu dizelerden de anlaşıldığı üzere Arif, kolektif biçimlendirmeyi kabul etmedi, ona direndi.
Kendisine biçilen "ben"in suniliğini gördü ve buna tahammül etmedi.
Gerçek "ben"ine döndü.
Burada "gerçek ben" ile kastedilen, kendi değer yargılarını, kültürünü ve dilini benimsemesidir.
Bunlarla sanatını icra etmesidir.
Şair, tam da bunu yaptı; duygularını kelimelere dökerek, anadili Kürtçe ile sevgili Leyla'sına açtı.
Üstelik bunu bilinçli bir tercihle gerçekleştirdi.
Kürtçeye (Kurmanci ve Zazaki lehçelerine) hâkimiyeti ve bu dili öğrenme gayreti, edebiyatına büyük bir titizlikle yansıdı.
Bu çaba, takdiri hak eden bir duruştur.
Bir aydından beklenen de budur.
Çünkü ünlü şair, entelektüellerin, öğretmenlerin ve yazarların bir dilin öncülüğünü yaptığını vurgular.
Bu çerçeveden bakılmalı gerçek Arif'e.
Yazarlığıyla, şairliğiyle, memleketiyle, kimliğiyle ve anadiliyle bir bütün ele almak gerekir.
O zaman sahici Arif ortaya çıkar.
O zaman W. Gombrowicz'in "Okurunuzun sizi dürüst bir insan olarak göreceği şekilde yazın, başka bir şeye gerek yok" sözünü yazımızın muhtevasını aksettirecek bir şekilde değiştirelim:
Okurun bir şairi, yazarı, düşünürü doğru tanıyacağı bir şekilde yazın, anlatın, eserlerini bu kaygıyla çevirin ve okurlarla buluşturun.
Bu, hem okura hem de kişiye karşı ahlaki bir sorumluluktur.
Hakiki bir şairi tanımanın yegâne yolu, onun metinlerindeki izlerini bulmaktan ve anılarını okumaktan geçer.
Şairin kayıp parçalarıyla ilgili, mektuplarından ve anılarından bulduğum birçok somut veriler paylaştım.
Hiç müdahale etmeden olduğu gibi verdim.
Bu yazıya çalışırken sahici Arif'in gerçek yansımasını yakalamaya ve aktarma niyetiyle hareket etmeye gayret ettim.
Özellikle; "Hasretinden Prangalar Eskittim" şiir kitabı, "Leylim Leylim" ve yakın dostu ve hemşerisi Şeyhmus Diken'in "Ahmed Arif: Abisi Olmak Halkının" kitaplarından bolca istifade ettim.
El altında bulundurulabilecek değerli çalışmalar.
Bir soruyla noktalayalım:
Sevdiğiniz bir yazarın yaşamını tüm yönleriyle öğrendikten sonra eserleri size daha anlamlı gelmeye başladı mı?
Ahmed Arif'e selam olsun!
1. Atıf Bedir, Hayatın Şiiri Edebiyat, Hece Yayınları, Ankara, 1.Baskı, 2021
2. Şeyhmus Diken, Ahmed Arif, Abisi Olmak Halkının, İstanbul, 2.Baskı, İletişim Yayınları, 2018, s,33-34
3. Age,s,92
4. Age,s,32
5. Age, s,24
6. Age, s,24
7. A.g.e.43
8. Ahmed Arif, Leylim Leylim, İstanbul, 21. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, s, 152 (Kürtçe bir deyim olan " dilê min?" kalbim,yüreğim,canım anlamlarına gelir.)
9. A.g.e.s, 69
10. A.g.e.s, 70
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish