80'ine merdiven dayamış Latin Amerika'nın en uzun soluklu liderlerinden biri olan Lula da Silva aynı zamanda önemli bir uluslararası aktör.
İşçi liderliğinden, Güney Amerika'nın en geniş sosyal hareketlerinden birine liderlikten gelen Lula, adeta dış politikada duayen bir kişiliğe dönüşüyor.
Bugün Lula'nın üzerinde zarif biçimde duran bu elbise, onun 2003-2010 arası yaptığı iki başkanlık döneminin eseri.
O dönemde Lula dış politika konusunu hükümet ortaklarıyla sınırlı olmayan, geniş sivil toplum kesimlerini kapsayan bir tartışmaya dönüştürmüştü.
Bu, Lula için iç politikayı tahkim etmenin değil, devlet kurumlarını uluslararası ölçülerde güçlendirmenin bir yoluydu.
Uluslararası taahhütler, devletin hareket marjını güçlendirirken kuşkusuz içeride bazı normlara uymayı zorunlu hale getiriyordu.
Bu da, Brezilya'nın uluslararası normlarda daha demokratik bir ülke olmasına hizmet ediyordu.
Normların sınırlamalarından kaynaklanan gerilimler ancak bu yeni koşullar sayesinde ekonomik fayda sağlayan kesimlerin artmasıyla aşılabildi.
Onun dış politika çizgisi ülkesini kalkınma yolunda ilerletirken kurumsal olarak daha saygın bir yere getirdi.
Geçen ay Brezilya'nın G20 organizasyonundaki başarısı; Lula'nın anlaşılır, tutarlı, istikrarlı ve bütünleyici siyasetini yansıtıyordu.
Öncelikle Lula Brezilya'sının G20'ye verdiği önem onun dış politikasındaki tutarlı sürekliliğin bir eseri.
G20, Brezilya'nın belirleyici bir aktör olduğu, BRICS'in güçlü desteğiyle süren bir küresel platform.
Lula, Brezilya'nın bölgesel ekonomilerin üzerinde küresel bir aktör olmasının ancak G20 gibi bir platformdan geçtiğini düşünüyor.
BRICS'in diğer üyeleri açısından ise G20; G7'ye meydan okumayı başaran ve halen aktif bir karar alma rolü oynayan yükselen güçlerin siyasi önemini etkili bir şekilde yansıtmayı başaran tek küresel platform.
Brezilya diplomasisi G20'nin 1 yıl öncesinden başlayan hazırlık toplantılarında masaya 3 ana hedef koydu:
Bunlardan ilki, "Açlığa ve Yoksulluğa Karşı Küresel İttifak"tı.
Lula'nın 2002 sonunda kazandığı başkanlık seçiminde de hükümet programı "açlık ve yoksulluğu sona erdirme" üzerine inşa edilmişti.
Bugün Brezilya'da yoksulluk tartışılmaz bir gerçek ama o yıllarda Lula yönetimi 20 milyon Brezilyalıyı mutlak yoksulluktan kurtarmıştı.
Lula'nın sosyal programı o kadar başarılıydı ki Rio ve Sao Paulo'nın tepelerine üst üste inşa edilmiş "favela"larda yaşayanların yüzde 38'i oradan çıkarak orta sınıfa geçti; 24 milyon kişi yoksulluktan kurtuldu.
2025'te insanlığın yüzde 10'u açlık tehdidiyle karşı karşıya.
Dünyanın "favelalaştığını" gören Lula şimdi o programını küreselleştirmek istiyor.
G20'de ikinci başlık, iklim ve enerji kriziydi.
Brezilya gibi bir ülkenin kolaylıkla savunamayacağı bir politikayı uyguluyor Lula.
2023'te koltuğa oturur oturmaz Amazonlardaki ormansızlaştırmaya karşı acil önlemler başlattı.
(Üstelik aynı Lula'nın 2000'lerin ortasında yaptığı toprak reformu Amazonlarda büyük bir orman kıyımına yol açmıştı.)
Küresel ısınmaya karşı alınacak önlemler Brezilya gibi doğal kaynaklarıyla gelişen ekonomiler için sınırlayıcı bir etki yapacak.
Diğer yandan bu konuda asıl belirleyici olanlar Çin ve ABD gibi küresel üretimi elinde tutanlar.
Onlar bazı önlemler almaya yanaşmadığı sürece dünyanın geri kalanı ne yapsa süreci etkilemiyor.
Üçüncü başlık ise, uluslararası kurumlarda, özellikle BM'de reform ve adil temsil hakkı.
Kısa vadede bu konuda da bir ilerleme olması beklenmese de ev sahibi Brezilya'nın kararlılıkla gündeme alması bir başarıydı.
Ayrıca sonuç deklarasyonunda Rusya'ya karşı bir kınama çıkmasının engellenmesi, Filistin sorununun iki devletli çözümünün vurgulanması; Lübnan ve Gazze'de kapsamlı ateşkes ifadeleri, Brezilya diplomasisinin ısrarı sonucunda gerçekleşti.
Diğer yandan Lula, İsrail'in Gazze operasyonunu açıkça "soykırım" olarak tanımlıyor.
Ayrıca Brezilya, İsrail'e karşı Güney Afrika'nın açtığı soykırım davasına taraf olan 8 Latin Amerika ülkesinden biri.
Aslında Lula taşların yerini fazla değiştirmeyi sevmeyen bir oyuncu. Daha çok devraldığı oyunu kendine uydurmayı seviyor.
Brezilya'nın Batı bloğundaki konumu, Başkan Getúlio Vargas'ın ABD başkanı Franklin Roosevelt'le 1943 başında, Brezilya'nın en doğu noktasında bulunan Natal Limanı'nda, yaptıkları görüşmeden bu yana değişmemiştir.
Brezilya'nın Washington'la ilişkisi Soğuk Savaş'ta "komünizmin" yayılmasının engellenmesine dayandı ve daima silahlı kuvvetlerin rolü temel alındı.
Brezilya o yıllarda dış ticari ortakları ile ilişkilerinde özerk davranıyordu.
1985'te demokrasiye geçişten sonra ve Güney Amerika Ortak Pazarı "MERCOSUR"un temellerini atarken de bu rahatlıkla davrandı.
Daha sonra Lula sosyal demokrasisi tarafından yelkenleri şişirilen ve bir süre Chávez'in "21'nci yüzyıl sosyalizmi"nin bayrağını dalgalandıran MERCOSUR'un temelleri Arjantin ve Brezilya'nın neoliberal hükümetleri tarafından atıldı.
2005'de Mar del Plata'da gerçekleşen "5. Amerikalılar (OAS) Zirvesi"nde Lula Brezilya'sı; Chávez Venezuela'sı ve Kirchner Arjantin'i birlikte Washington'un serbest ticaret anlaşmasını (FTAA) reddedip, MERCOSUR'u kıtasal güneye egemen kılma yolunu tercih etmişti.
3 sol lider, sağcı bir icat olan bu kıtasal "ortak pazara" siyasi bir organ olan PARLASUR ve entegrasyon örgütü UNASUR'u ekledi.
Bu çok tipik bir Lula politikası örneğidir.
Lula, burjuva kurumlarının dönüştürülebileceğine dair mutlak bir inanca sahip gerçek bir reformisttir.
O, politik sürecin sıçramaya değil sürekli örülmeye muhtaç ve ittifakların ideolojik sınırlamaya tabi olmadığı bir siyasal bakışa sahiptir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Diğer yandan, Dilma Rousseff'in düzmece bir "impeachment"le koltuğundan indirildiği 2016'ya kadar geçen 13 yılda Lula liderliğindeki en güçlü İşçi Partisi hükümetleri bile Brezilya Silahlı Kuvvetleri'nin pozisyonuna müdahale etmedi.
Bölgenin en istikrarlı, en büyük ve en deneyimli savaş gücü olan Brezilya Silahlı Kuvvetleri, İşçi Partisi yönetimleri altında da eski rolünü sürdürdü.
Bürokrasi içindeki gücünü korudu ve uluslararası misyonlarda ABD ile sıkı iş birliğine devam etti.
Latin Amerika'yı egemenlik alanında gören ABD Güney Komutanlığı; İşçi Partisi hükümetleri döneminde de Brezilya'daki etkinliğini artırarak sürdürdü.
Lula Brezilya'sı, Chávez Venezuela'sı gibi "anti emperyalist" bir çizgi izlemedi.
Bolsonaro sonrası(2023) Lula dış politikası bu 2003-2016 arasındaki İşçi Partisi hükümetlerinin izlerini taşır.
Basitçe -bölgesel ve global ölçekte- küreselleşmenin çok kutuplu yorumuna dayalı; barışa, insan haklarına ve kalkınmaya öncelik veren bir çizgiden ibarettir.
Bu açıdan Lula'nın Bolsonaro'dan ayrışması gayet kolay oldu.
Daha başkanlık koltuğuna oturmadan, BM İklim Değişikliği Konferansı "COP27"ye katıldı.
Ve 2025 Kasım'ında gerçekleşecek COP30'un Brezilya'da yapılmasını garanti altına aldı.
Bolsonaro hem iklim değişikliği siyasetini hem de Birleşmiş Milletler'i küçümseyip, Brezilya'yı uluslararası siyasetten yalıtırken Lula tam tersi davrandı.
Lula Brezilya'sı, BM'nin daha etkin biçimde işlemesi için bu kurumun reformunu ve adil temsil hakkını aktif biçimde aradı.
İklim değişikliği siyasetini desteklemekle beraber, bunun işlemesi için asıl bedeli gelişmiş ülkelerin ödemesi gerektiğini savundu.
Bununla bağlantılı olarak, küresel yoksulluğa karşı mücadele etmek için küresel milyarderlere vergi yüklenmesi gerekliliğini G20'de kabul ettirdi.
Fakat yeni dönemde Lula dış politikasının bölgesel ayağının konjonktür sebebiyle işlemediğini görüyoruz.
Milei Arjantin'iyle yaşanan çatışmayı bir kenara bırakalım, politik çizgisinin en yakın olduğu Şili'deki Boric hükümetiyle bile ortak bir siyasal zeminde buluşamadı.
Boric'in Maduro'ya karşı Latin Amerika'nın diğer sağcı yönetimleriyle beraber tavır almasını engelleyemedi.
Son Venezuela seçimleri Latin Amerika solunda ayrışmayı kesinleştirdi.
Zaten Maduro da Lula'nın bu süreci yönetmesine izin vermedi.
Sonuçta Lula hiç yapmadığı biçimde Maduro ile ilişkiyi kesti ve Latin Amerika'ya büyük oranda sırtını çevirdi.
Bu arada 2000'lerin ortasında Lula, Latin Amerika politikasına paralel olarak Afrika'ya da yönelmişti.
İşçi Partisi hükümetlerinde Brezilya'nın dış gündeminin önceliği bölgesel entegrasyonun derinleştirilmesi ve özellikle gelişmekte olan ülkelerle olan ortaklıkların çeşitlendirilmesiydi.
Bu yeni dönemde Lula daha çok küresel ilişkilere odaklandı.
Ancak burada daha büyük zorluklarla karşılaştı.
2000'lerin başında "çok kutupluluk" fikri çatışma yaratmıyordu.
Lula hükümetlerinin kendinden önceki liberal yönetimlerden farkı; ticari ortaklıklar kurarken ABD-AB gibi büyük aktörlerden uzaklaşarak "gelişmekte olan ülkelere" yönelmesiydi.
Bugün dünya ticaretinde büyük paya sahip iki ülke Hindistan ve Çin 20 yıl önce "gelişmekte olan" pazarlardı.
Onların Brezilya ticaretindeki payı arttıkça küresel kuzeyin azaldı.
Ama Rusya ile NATO'nun Ukrayna'da cephe cepheye geldiği, ABD'nin Çin'i zayıflatmak için her olasılığı değerlendirdiği bir dönemde, Brezilya gibi ülkelerin dış politikadaki özerkliği geçmişteki kadar kolay kullanılacak bir kart değil.
Lula Brezilya'sı, G20 ya da BM'de Batılı liberal düzenin çöküşünü durdurmaya katkıda bulunmanın yollarını arayan bir siyasal çizgi izliyor.
Fakat diğer yandan BRICS'deki rolü ve özellikle Çin'le giderek derinleşen ortaklığı bir ayağının da "karşı tarafta" olduğunu gösteriyor.
Brezilya bir yandan Çin'in "Kuşak ve Yol İnisiyatifi"nin istikrarlı bir üyesi, diğer yandan ABD'nin Çin'e karşı örgütlediği Trans-Pasifik Ortaklığı'nın (TPP) bir parçası olmayı sürdürerek yapıyor bunu.
Çin'i Brezilya'nın en büyük ticari ortağı yapan süreç 2000'lerin başında Lula ile başladı ama Bolsonaro döneminde de durmadı.
Brezilya açısından kritik olan Rusya ile NATO'nun karşı karşıya kaldığı bir dönemde ilişkilerin sürdürülmesiydi.
BRICS'deki bağlarının yanı sıra stratejik olarak Rus gübresine bağımlılık bu iki ülkenin ilişkilerin kopmasını engelleyen temel faktör oldu.
Diğer yandan Amerika kıtasındaki hiçbir ülke ABD'yi görmezden gelemez.
Kaldı ki Lula şimdiye dek Washington'la Brezilya'nın askeri ve siyasi ortaklıklarına zarar verecek bir adım atmadı.
Ancak Lula'nın becerisi küçümsenemez: O, bölgesel liderliğe ve küresel projeksiyona sahip bir kuvvet olarak ABD'ye kendini kabul ettirdi.
Bunu da bazen işbirliği ya da boyun eğme, bazen anlaşmazlık ya da direniş biçiminde gerçekleştirdi.
Lula döneminde Brezilya diplomasinin kavradığı şey; ABD'nin asıl endişesinin bölge dışından kaynaklandığı ve gerilim dönemlerinde bunun Brezilya'ya bölgesel bir güç olarak hareket etme şansı sağladığıydı.
Bu farkındalıkla hareket eden Brezilya, kendi bölgesinde liderliği tartışmalı olduğu bu dönemde bile her ligde oynamaya aday bir küresel oyuncu haline geldi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish