Siyasetin yeni "Anahtarı" kim olacak?

Burak Karadoğan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: X - @yavuzagiraliog

Bu yazımda ilk olarak siyasetin nasıl doğduğundan, zaman içerisinde geçirdiği değişim ve dönüşümden bahsedeceğim.

Akabinde Türk siyasetinin kronolojik seyrinden kısaca bahsedip önümüzdeki yıllarda bizleri siyaset arenasında nelerin beklediğine dair kendi beklenti ve öngörülerimi aktaracağım. 

Siyaset, ilk insanın varoluşundan dünya hayatının sona ermesine kadar; her yerde ama farklı düzey ve şekillerde insan hayatının bir parçası oldu.

Çünkü siyaset insan olmanın bir gereği olarak ortaya çıktı.

İlk çağlarda avcılık toplayıcılık yapan kabilelerde kabile reisi seçilirken de bir siyaset yapıldı, günümüz 21'inci yüzyılında da halen siyaset yapılıyor.

Tek fark siyaset yapma sebep ve vasıtaları.

İlk insanlar doğası gereği hayatta kalmaya çalıştı.

Bu hayatta kalma çabası üzerine avcılık, toplayıcılık yaptı, ateşi buld, ilukel savunma aletleri geliştirdi ve en önemlisi bireysel bir şekilde hayatını sürdürmektense bir topluluk oluşturarak güç birliği yaptı ve oluşabilecek her türlü tehlikeye karşı toplu bir şekilde karşı koydu.

Oluşan bu topluluğun oluşum ve yönetim sürecinde de bir siyaset yapıldı.

Örneğin kabile reisinin kim olacağı, kararların nasıl alınacağı gibi sorular cevaplanırken de siyasetten günümüzdeki kadar olmasa da faydalanıldı.  

O zamanlar en güçlünün kabilenin başı olduğu bir durumda siyaset çok ilkel ve antidemokratik de olsa yapıldı.

Çünkü o kabile başının tüm kabileye sahip çıkacak, yedirip içirecek, koruyacak güç ve nitelikte olması gerekir.

Aslında bu günümüz 21'inci yüzyılında da aynı.

Güçlüler arası bir seçim yapılıyor.

Sadece bu seçim yönetilenler tarafından yapılıyor.

İşte bu ilk insanın toplanma yetisi gelişti; günümüze kadar cemiyet, parti, grup, ideoloji gibi kavramların oluşumuna vesile oldu.


Siyaset üzerine daha derinlemesine fikirlerin geliştiği döneme Antik Yunan'da rastlıyoruz.

Dönemin filozoflarından olan Platon, bilgi edinmek için duyguların yetersiz olduğu, duygulara ek olarak akıl ile bilginin edinilebilineceğini savundu.

Aristoteles ise bilginin gözlem ile edinileceğini savunuyordu.

Bu filozoflar ile siyaset kavramının temelleri üzerine farklı düşünceler ve teoriler ortaya çıktı.

Bu muhtelif fikirler siyasetin düşünce dünyasına çok önemli katkıda bulunmuş, artık siyaset üzerine daha kapsamlı ve detaylı araştırmalar yapıldı.

Özellikle 1789 Fransız İhtilali ve I. Dünya Savaşı sonrası imparatorlukların yıkılıp yerine ulus devletlerin kurulması ile cumhuriyet rejimine dayalı demokratik siyasal sistemler gelişti.

1789 Fransız İhtilali sonrası artık siyasette halkın desteğini almadan iktidarda kalmanın mümkün olmadığı anlaşıldı.

Oluşan yeni dünya düzeninde de artık devletlerin büyük bir çoğunluğu demokratik sistemi kabul etmiş ve seçimler aracılığı ile siyaset yapıldı.


Siyasetin hayatımıza yansıması ise politika kavramını oluşturur.

Politika 2aşamalı olarak kabul edilir.

İlk aşamada, bir bilgi üretimi yapılır. Akabinde yapılan bu bilgi üretimi kabul ettirilmeye çalışılır.

Daha somut olarak tanımlamak gerekirse seçim süreçlerinde vaat edilenler, konuşulup tartışılanlar bir bilgi üretimi; bunların seçimle birlikte oylanıp seçmendeki karşılığının görülmesi ise ikinci aşama kabul edilir. 

Seçimler demokratik rejimlere has bir olgu değildir. Ne kadar demokratik olsa da dünya üzerinde bazı devletlerde seçimlerin demokrasinin gelişimine hiçbir fayda sağlamadığı görülür.

Seçimler halkın iradesinin doğrudan doğruya yansıdığı bir olgu değildir.

Seçimler ile aslında halk seçilenlere bir vekalet verir.

Bu vekalet ile halk kendi hak ve yetkilerini temsilcileri aracılığı ile kullanır.

Bu hak ve yetkilerinin kullanımını gereği gibi yerine getirmeyen temsilcilere karşı halk diğer seçimlerde bu verdikleri yetkiyi geri alabilirler.

Bu hak ve yetkiler halkın iradesi ile temsilcilere geçer, kayıtsız ve şartsız değildir.

Böylece hak ve yetkilerinin elinden alınmasını istemeyen temsilciler de görev süreleri boyunca halkın iradesini en iyi şekilde yansıtmaya çalışır.

Siyaset de işte tam bu süreci tanımlar.

Halk, seçimler ile iradesini ortaya koyarak kendisini en iyi temsil edeceğine inandığı adaylara oy verir; seçimden galip çıkanlar ise halkın iradesinin kendisine tanıdığı bazı hak ve yetkileri de kullanarak görev süresi boyunca sorumluluklarına uygun bir şekilde görevlerini yerine getirir.

Tüm bu süreci kapsayan siyaset bir nevi kamuoyu yoklaması niteliğindedir. 


Siyasetin tanımı ve gelişimininden sonra bu gelişimin bizdeki yansımasına değinmek isterim.

Türkiye'de siyaset çok canlı ve dinamik bir yapıya sahip.

Tarihsel süreç içerisinde siyaset yapma süreci ve aktörleri değişkenlik gösterdi.

Örneğin Osmanlı Devleti bir mutlak monarşi ile yönetilmekte iken, daha sonra meşruti monarşiye geçildi, padişahın birtakım hak ve yetkileri kısıtlanmış olsa da halen daha tam bir demokratik düzene geçilmiş olduğu söylenemez.

Ancak bu geçiş atılacak yeni demokratik adımlar için birer meşale olmuş ve yol gösterdi.

Sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti halkın kendi kendini yöneteceği cumhuriyet rejimini kabul etmiş olsa da kadınların seçme seçilme hakkına sahip olmaması ve 1945'lere kadar tek parti döneminin devam etmesi demokrasinin tam olarak yerleşmiş olmadığını gösteriyor.

Demokratik sistemin tam olarak gerçekleştirildiğinin kabulü için seçme seçilme hakkına sahip herkesin cinsiyet, din, dil, ırk fark etmeksizin bu haklarının kullanımına sorunsuz bir şekilde erişebilir olması gerekir.

Bu seçim sürecinin de şeffaf bir şekilde halkın iradesini tam olarak yansıtır şekilde sürdürülmesi gerekir.

Halk da aynı zamanda sandığa gidip kendilerine en yakın hissettiği kişi ve partilere oy vererek kendilerine temsil yetkisi verir.

Ancak bu çeşitliliğin bulunduğu ortamlarda demokrasi kendisine yüklenen görevi tam olarak yerine getirir.

Aksine parti sayısı ve çeşitliliğinin az olduğu durumların monarşik yönetimlerden pek farkı olduğu söylenemez.

Çünkü seçmen alternatifsiz kalarak kendisine yakın hissetmediği aday ve partilere oy vermek zorunda kalır.

Özellikle 80 sonrası Türkiye'de demokrasinin tam olarak işlemeye başladığı söylenebilmekle beraber halkın iradesine karşı çıkıldığı durumlarla da ne yazık ki karşı karşıya kalındı.


2000'lerden sonra ise Türkiye'de hem siyasi parti sayı ve çeşitliliğinin artması hem de seçimlere katılım oranın yükselmesi ile demokrasinin yıllar içindeki değişim ve gelişimini göz ardı etmek mümkün değil.

Teknolojinin gelişmesiyle beraber bilgiye erişim de kolaylaştı, böylece herkes her türlü haber ve bilgi hakkında fikir sahibi olmaya başladı.

Öyle ki ilkokul çağındaki bir çocuktan emekli olmuş bir yaşlımıza kadar siyaset her an ve her yerde konuşulmaya, tartışılmaya başlandı.

Ancak siyasetin bu kadar konuşulup tartışılıyor olması doğası gereği fikir ayrılıkları ile beraber birtakım kaotik durumlar da yaratıyor.

Bundan istifade etmek isteyen birtakım kötü niyetli kişiler de bunu kullanarak vatandaşlarımızın arasına fitne fesat sokmaya çalışıyor.

İşte bu da siyasetin sadece seçimden seçime mi tartışılması gerektiği, yoksa günlük hayatın bir parçası olması mı gerektiği tartışmalarına sebep oluyor.

Aslında bakıldığında siyasetin merkezinde vatandaş olduğuna göre siyasete katılımın yüksek olması demokrasinin de orada gelişmekte olduğunu gösteren ibarelerden biridir.

Ne zaman ki siyaset vatandaştan koparsa demokrasi yozlaşmış demek olur.

Sadece siyasi tartışmalar, karşı tarafa saygı duyma ve anlayış gösterme yetilerinin kazanılmasıyla demokrasinin gelişimine daha da katkı sunacaktır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Türkiye'de son 20 senede siyasette yaşanan değişim ve gelişimlerden bahsetmek isterim.

2000'li yıllar Türkiye'si askeri vesayetin yerini sivil siyasete bıraktığı bir dönemdir.

Özellikle Kasım 2002 seçimlerinden AK Parti'nin galip çıkıp yeni siyasi aktörlerin de yükselişi ile Türkiye'de demokratikleşme yolunda önemli adımlar atıld.ı

Bu adımlar Avrupa Birliği Uyum Süreci için yapılan reformlar ile daha da pekiştiridi.

Avrupa Birliği standartlarına uyum sağlanması için yargı, insan hakları, ifade özgürlüğü, azınlık hakları, demokratikleşme gibi alanları kapsayan reformlar yapıldı.

Bunlara ek olarak 2000'li yıllarda sivil toplum gelişmiş; birçok sivil toplum kuruluşu, dernek, vakıf kurularak Türk siyasetinde demokratikleşme adımları atılmaya başlandı.

Bu STK'lar aracılığı ile siyasete yön vermek isteyen kişiler buralarda aktif faaliyetlerde bulunarak sivil toplumun giderek siyasi arenada birer aktör olmasını sağladılar.

Bundan böyle seçim dönemlerinde yapılan STK ziyaretleri epey artırıldı, STK'ların desteğinin alınmasının ehemmiyet kazanması ile sivilleşme ve demokratikleşme adımlarının güçlendiği görülüyor.

Özellikle 2022 yılında seçim barajının yüzde 10'dan yüzde 7'ye düşürülmesi, siyasi temsilin artmasını ve daha düşük oy alan partilerin de mecliste yer almasını sağladı.

Eski dönemde oyu yüzde 10'un altında olan partilere oy veren seçmenler, kendilerini mecliste temsil edecek vekil ve parti bulamamakta idi.

50-55 milyonu bulan seçmen sayısını da göz önünde bulundurunca çok büyük bir kitlenin kendisini temsil edecek kimseyi bulamaması demokrasimiz açısından büyük bir sorun teşkil etmekte idi.

Diğer dünya devletlerine bakıldığında bu oranın 0-5 arasında değiştiği gözlemlendiğinde halen daha Türkiye'deki oranın yüksek olduğu söylenebilir.

Ancak aksine görüşler de mevcut.

Şöyle ki meclis, bir ülkenin yasama organıdır.

Burada alınacak olan kararlar tüm vatandaşların hak ve yükümlülüklerine dair olacağına göre bu kararların demokrasi süzgecinden geçirilmesi gerekir.

Bu da ancak vatandaşın yeterli bir şekilde meclisteki temsili ile sağlanır.

İşte seçimler de tam olarak burada önem arz eder. Kendilerini temsil etme yetkisi verilen vekiller, onların meclisteki birer sözcüsü olması gerekir.

Tüm bu temsil yetkisinin öneminden bahsetmekle beraber alınacak kararların hızlı ve pratik olması gerekir.

Temsilin her ne kadar demokratik olduğu kabul edilse de farklı grup ve vekillerden muhtelif yorum ve iddialar olacağı için bu karar alma sürecinin uzaması söz konusu olabilir.

Bu da vatandaşın yararına olmaktan çıkacaktır. İşte karar alma sürecinde tüm bu faktörler göz önünde bulundurularak düzenlemeler yapılması ve siyasi temsil ile hızlı ve pratik karar alma arasında dengenin sağlanması gerekir.


Özellikle son 20 seneye bakıldığında Türk siyasetinde en dikkat çeken isim Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan oldu.

Diğer dünya devletlerine bakıldığında, halkın kendisine bu kadar sahip çıktığı bir siyasiye rastlamak çok zordur.

Türk milleti hiç kimseye destek vermediği kadar Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a destek verdi.

Kendisi de bu yetkiyi arkasına alarak Türk siyasetine damga vurmayı başardı.

Ancak her uzun iktidar döneminde olduğu gibi siyaset, aynı bir insan vücudu gibi yaşlanmakta ve milletin sorunlarına çözüm üretmekte zorlanıyor.

Bu da siyasette artık bir değişim ve dönüşümün habercisi niteliğinde.

Bu değişimin sonucu olarak da CHP Eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yerini Sayın Özgür Özel'e, İYİ Parti Kurucu Genel Başkanı Meral Akşener ise koltuğunu Sayın Müsavat Dervişoğlu'na devretti.

Bu lider değişikliklerinin yanında daha iyi bir Türkiye ideali ile birçok parti kuruldu.

Bizleri bekleyen yeni siyaset ortamının paydaşlarından biri olan, benim de geçmişten beri yakinen takip ettiğim, Türk siyasetine damga vuracağına inandığım ve 28 Ekim'de partisinin kuruluşunu ilan eden Yavuz Ağıralioğlu'na ayrıca değinme ihtiyacı hissediyorum.
 

@yavuzagiraliog
Fotoğraf: X - @yavuzagiraliog

 

Sayın Ağıralioğlu, Rahmetli Muhsin Başkan ile siyaset yapmış, bu dönemde Nizam-ı Alem Ocakları Başkanlığı, BBP MKYK ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu.

BBP 2011 Kongre sürecinden sonra Türkiye İnisiyatif Merkezi'ni kurdu ve teşkilatlanma çalışmalarında bulundu.

2018 yılında İYİ Parti'ye katıldı ve Mayıs 2018 seçimlerinde İstanbul milletvekili olarak seçildi.

Bu süreçte İYİ Parti bünyesinde en üst kademelerde görev aldı.

Mayıs 2023 seçimleri öncesinde Sayın Kılıçdaroğlu'nun adaylığına destek vermemesi ve buna karşı getirdiği eleştiriler nedeniyle partisinden istifa etti.

Sayın Ağıralioğlu'nu parti ve lider enflasyonunun yaşandığı bu dönemde farklı bir yere koymak gerekir.

Siyaseten yaşının genç olması, belagat ve hatiplik konusunda aktif siyasiler arasında açık ara en iyi konumda olması, cemiyetçilik yapmasından dolayı kazandığı teşkilatlanma meziyeti, İYİ Parti'de hızlı yükselmesi ve popülerliğinin artması ve son olarak 2023 genel seçimlerde yönelttiği eleştirilerde haklı çıkması Sayın Ağıralioğlu'nu diğer liderlerden farklı kılıyor.

28 Ekim 2024'te kuruluşunu ilan ettiği Anahtar Parti ile yeni bir yola revan olan Ağıralioğlu, kendisi ve "Liyakatli Şöhretsizler" olarak nitelendirdiği ekibi ile yaşlanan Türk siyasetine yeni bir soluk yeni bir nefes olmak için inisiyatif aldılar.

Anahtar Parti, 161. siyasi parti olarak Türk siyasal tarihinde yer aldı.

Kendisi ve partisinden beklentim, yorulan, çözüm üretme kapasitesi düşen bir iktidar ve bu iktidara karşı alternatifsizliğin milletimizi mecbur bıraktığı kırgın, kızgın, kararsız ve apolitik seçmene yeniden bir umut olması ve Türkiye'nin ikinci yüzyılında, potansiyeli şu ankinden çok daha fazla olan memleketimizi diğer dünya devletleriyle yarışabilir hale getirerek değişen ve yeni bir dönemere giren Türk siyasetinin "anahtarını" devralmasıdır.
 

 

Elbette Sayın Ağıralioğlu'nun işi kolay değil.

Millet merkezli bir siyasete ihtiyaç var.

Bir diğer ihtiyaç da kendisinin de ifade ettiği gibi, "İktidarla yaka paça olarak değil doğrusunun ne olduğunu söyleyerek yürüyeceğiz. Siyaseti hasımlıkla değil de memleket geleceği konsantrasyonuyla yapacağız. Lezzetli bir siyaset yapacağız" söylemi işini kolaylaştırabilir.

Çünkü toplumda ve ciddi anlamda siyasette bir sıkışmışlık mevcut ve insanlar siyasetçilerin siyaseti meslek gibi yaptığına inanıyor.

Beklentimi Sayın Ağıralioğlu'nun sözleriyle bitireyim:

Habertürk yayınında ifade ettiği bu sözler bence hepimizin ortak düşüncesi:

Siyaseti doktorluk mevkiine çekeceğiz. Yani kendisine muayeneye gittiğimiz hiçbir doktora 'Kartal İmam Hatip mezunu musun, Ülkü Ocaklarına uğradın mı, teheccüt namazı kılıyor musun?' diye sormuyoruz. Biz doktorun arkasında namaz kılmaya gitmiyoruz ki, tedavi olmaya gidiyoruz. Siyaseti tabiatına uygun yere çekmek zorundayız. Kırmızı çizgilerimizle belirlediğimiz alan var. Ay yıldızlı bayrağın altında, kendini bu milletten hisseden, hak yemektense başına gelecek her türlü belaya kadar idealizmi olan, kalbi bu topraklara ait olan, haram helal hassasiyeti olabilen bu aidiyet alanı içerisindedir. Hiç kimse yerinden memnuniyetle bahsetmiyor artık. Artık coşkuyla bahsedebilecek bir millete mensup olmaktan bahsediyor insanlar. İnsanlar memleketi güçlü olan bir ülkede yaşamak istiyor. Hukuku ve adaleti yüksek standartlarda yaşamak istiyor.


Umarım Anahtar Parti siyasette yeni "Anahtar" olabilir.

Bu anahtar artık memlekette yeni kimlik, mezhep, meşrep tartışmasına ihtiyacımız olmadığından hareketle siyaseti millet merkezli olarak sağın ve solun tasfiyesine, dindar-laik ayırımı gibi sığ tartışmalara konu ederek değil; bu ülkenin ihtiyacı olacak şekilde siyasetin millet için yaşayan namuslular ile milletin imkanlarını kendi için kullanan namussuzlar arasında gerçekleşmesini sağlar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU