Ortadoğu'da sular durulmuyor. ABD seçimlerinin çok yaklaşmış olması, Rusya ve Çin gibi ülkelerin meseleye dahil olmaktan büyük ölçüde imtina etmesi, bölge ülkelerinin tutumlarının ise söylem bazında kalması nedeniyle, bölgenin geleceğine ilişkin belirsizlik sürüyor.
Bölgeye ilişkin son kaleme aldığım yazıda, Hizbullah'ın lideri Hasan Nasrallah yeni öldürülmüş, İsrail'in bir sonraki adımının ne olacağı henüz açıklanmamıştı.
Son 1 ay içerisinde öngörüldüğü üzere, İsrail Lübnan'ın güneyindeki Mavi Hat ile Litani Nehri arasındaki bölgeye yönelik olarak kara operasyonu başlattı, ayrıca Beyrut'un güneyi başta olmak üzere, Lübnan'ın kuzeyinde Hizbullah'ın var olduğunu düşündüğü bölgeleri havadan vurdu ve vurmaya da devam ediyor.
İran, aylar sonra 1 Ekim'de İsrail'i yeniden hedef aldı, ancak bu defa yanıtı hipersonik füzelerle çok daha hızlı bir biçimde gerçekleşti.
İsrail her ne kadar saldırıyı azımsamaya çalışsa da, bir önceki saldırının aksine İran bazı askeri hedefleri vurmayı başardı.
Son 1 ayda Hizbullah da sadece İsrail'in kuzeyindeki bölgeyi değil içerisindeki başka hedefleri de vurmaya ve "Demir Kubbe" olarak nitelendirilen çoklu hava savunma sistemlerini aşmayı başardı.
Hatta bundan iki hafta önce Ceaserea'da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun sayfiye evi hedef alındı.
7 Ekim'den bu yana bir yandan savaşın bölgeye yayılmaması gerektiğini vurgulayan, diğer yandan bölgeye askeri yığınak yapan ABD, İran-İsrail geriliminin daha da tırmanma ihtimaline binaen İsrail'e Terminal Yüksek İrtifa Alan Savunma (THAAD) bataryası gönderdi ve 100'e yakın askerini söz konusu hava savunma sisteminin işletilmesi için konuşlandırdı.
Bu bağlamda, ABD de savaşa doğrudan müdahil olmuş oldu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
25 Ekim'i 26 Ekim'e bağlayan gece İsrail İran'a karşı saldırı düzenledi.
Önce Tahran ve civarından patlama haberleri geldi, sonrasında ise Tahran, Huzistan ve İlam eyaletlerinde 20 kadar hedef vuruldu.
Nükleer tesisleri koruyan hava savunma sistemlerinin yanısıra füze ve İHA üretim tesisleri hedef alındı.
ABD Başkanı Joe Biden bunun son olması gerektiğini açıklarken, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ise, İran'a karşılık verme hatasına düşmemesi tavsiyesinde bulundu.
İran-İsrail denklemine bakıldığında, Nasrallah'ın ölümü İran için bir dönüm noktası oldu.
Öncesinde yeni seçilen Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın batıyla yeniden diyaloğun tesisi, nükleer programa dönüş ve Gazze'de ateşkes gibi bazı alanlarda açılım karşılığında İsrail'e yanıt vermeyebileceği düşünülürken Hizbullah'ın kan kaybetmeye başlamasıyla İran stratejik sabrını bir kenara bırakarak devreye girmek zorunda kaldı.
Bunun ötesinde, Pezeşkiyan'ın yaptığı bir açıklamada, Batı'nın Gazze'de ateşkes vaadi nedeniyle İsrail'e yanıt vermediklerini, ancak Batı'nın sözünü tutmadığını söylemesi İran'ın artık ABD'nin sözüyle hareket etmeyeceğine işaret ediyordu.
Dolayısıyla, İran'ın İsrail'in son saldırısına da bir şekilde karşılık vermesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.
Filistin topraklarına döndüğümüzde, İsmail Haniye'nin Tahran'da suikasta uğraması sonrasında Hamas Siyasi Büro Başkanı olan Yahya Sinvar bir saldırıda tesadüfen öldürülürken, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Gazze'nin kuzeyindeki Cebaliye Kampı başta olmak üzere düzenlediği operasyonların şiddetini artırdı.
Halihazırda Gazze'nin kuzeyinde soykırım içerisinde soykırım yapıldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken 23 Ekim'de İsrail'i ziyaret ederek bir dizi temasta bulundu.
Blinken'ın Netanyahu'yla görüşmesinde Sinvar'ın ölümünü "fırsat bilerek" ateşkes müzakerelerine dönülebileceğine işaret etti.
27 Ekim'de İsrail Dış İstihbarat Servisi Mossad'ın Başkanı David Barnea ABD ve Mısırlı mevkidaşlarıyla Doha'da biraraya geldi.
Hamas temsilci göndermezken, Hamas'ın üst düzey yöneticilerinden Husam Badran, "Taleplerimiz açık ve biliniyor. Netanyahu'nun daha önce üzerinde anlaşmaya varılan hususlara bağlı kalması durumunda bir anlaşmaya varılabilir" dedi.
Müzakerelerde Mısır Cumhurbaşkanı Abdelfettah es-Sisi'nin 2 günlük ateşkes önerisi görüşüldü, ancak kabul görmedi.
Olası senaryolar
Son bir ayda yaşanan tüm bu gelişmelere bakıldığında önümüzdeki dönemde nasıl senaryolarla karşılaşabileceğimizi sıralayacak olursak:
- Netanyahu Gazze'de ateşkes istemiyor. Hamas'ın üst düzey yöneticilerine yönelik düzenlenen operasyonlar sonrasında örgütü daha da yıpratmak için Gazze'deki saldırılarını daha da artıracak ve "generaller planı" olarak nitelendirilen ve Gazze'nin insansızlaştırılmasını öngören planı uygulamaya devam edecek. Nitekim bugün Gazze'nin kuzeyinde tanık olduğumuz vahşet bunun göstergesidir.
- Netanyahu aynı şekilde Lübnan ve Hizbullah'a yönelik olarak da operasyonlarını hız kesmeden sürdürecek ve "Hizbullah tehdidini" bertaraf etmeden durmayacak. Bu süreçte Lübnan daha da büyük bir krize sürüklenecek, kitlesel göçler devam edecek ve savaşın Suriye'ye sirayet etme ihtimali giderek artacak.
- İran, İsrail'e bir yanıt vermek için ABD seçimlerinin sonuçlarını bekleyecek ve ona göre bir strateji oluşturacak. Demokratların adayı Kamala Harris'in seçilmesi halinde, İran'ın İsrail'e saldırmama karşılığında ABD ve Batı'dan bazı tavizler istemesi söz konusu olabilir. Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump'ın kazanması halinde ise, İran ABD'yle artık hiçbir şekilde müzakere edemeyeceğini görerek, zor bir seçim yapmak durumunda kalacak. İran ya gerilimin tırmanmamasını seçecek ve vekillerinden gelen tepkiyi göğüsleyecek, ya da İsrail'e saldıracak ve İsrail ile ABD'nin bunu fırsat bilerek kendisine yönelik çok daha şiddetli bir saldırıya geçmesinin sonuçlarını göze alacak.
Bu süreçte İsrail İran'ı provoke ederek savaşa sokmak için çeşitli hamlelerde bulunmaya devam edecek. Netanyahu'nun İran halkına yönelik olarak yayınladığı video mesajda "değişim sandığınızdan da yakın" ifadesini bu çerçevede hatırda tutmak gerekir.
- Savaşın bölgeye yayılmasının kendilerine de olumsuz yansımaları olduğunu gören ve bir yandan demokrasi ve insan hakları savunuculuğu yaparken diğer yandan İsrail'e koşulsuz destek verme siyasetinin sürdürülebilir olmadığını anlayan Batı ülkeleri İsrail'e karşı daha net bir pozisyon benimseyecek. İtalya ve İspanya gibi ülkelerin İsrail'e silah ambargosu uygulaması başka ülkelerin de bunu dillendirmesi Batı'da yavaş yavaş oluşan tutum değişikliğinin bir yansımasıdır.
Gerçekler
Netanyahu kendisini ve ülkesini büyük bir hezimete doğru hızla sürüklüyor.
Netanyahu Hamas ve Hizbullah'ı yok etmek, Gazze ve Batı Şeria'yı Filistinsizleştirmek istese de bunu yapması çok zor.
Halihazırda, Netanyahu'nun elde etmiş olduğu hiçbir başarı yok.
Askerî açıdan bakıldığında dünyanın en güçlü orduları arasında yer alan IDF, 365 kilometre karelik bir alan olan Gazze Şeridi'ne II. Dünya Savaşı sırasında atılan bombalardan daha fazla bomba atmış olsa da gelinen aşamada ne Hamas yok edilebildi ne de Filistinlilerin iradesi kırılabildi. Netanyahu söz verdiği gibi esirleri de geri getiremedi.
Önümüzdeki dönemde de saldırılar bitmediği müddetçe esirlerin geri gelmesi pek mümkün görünmüyor.
Aynı şekilde Hizbullah'ın neredeyse tüm üst düzey yöneticileri öldürüldü, ancak örgüt Lübnan'ın güneyinde İsrail'e ağır kayıplar verdirmeyi sürdürüyor.
Netanyahu Hamas ve Hizbullah'ı yok edecek olsa bile birçok başka örgüt İsrail'in bölgedeki yıkıcı politikalarına karşı direnmeye devam edecek, eski oluşumların yerine yenileri ortaya çıkacak.
Siyasi perspektiften değerlendirildiğinde, Hamas ve Hizbullah'ın üst düzey yöneticilerinin öldürülmesi Netanyahu'ya puan kazandırmış olabilir, ancak 2 hafta önce İsrail devlet televizyonu KAN'ın yaptığı ankete göre, İsraillilerin yaklaşık 4'te 1'ini ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve güvenlik durumundan ötürü ülkeyi terk etmeyi düşünüyor.
Savaşın başından bu yana on binlerce İsraillinin ülkelerini terk ettiği biliniyor.
Ekonomik açıdan bakıldığında, savaşın İsrail için giderek ağırlaşan bir maliyeti bulunuyor.
İsrailli Ynet haber sitesine göre, savaşın günlük maliyeti İsrail için çok artmış durumda.
Ynet, Gazze ve Lübnan'daki savaşın günlük maliyetinin 500 milyon şekel (133 milyon ABD doları) olduğunu iddia ediyor.
Sadece Nasrallah'ın ölümüyle sonuçlanan saldırının maliyetinin 6,6 milyon ABD doları olduğuna dikkat çekiyor haber sitesi.
Lübnan ve Gazze'deki savaşlar nedeniyle her iki bölgeye mücavir alanlarda yaşayan on binlerce İsraillinin evlerini terk etmeleri ve iş yerlerini kapattıkları düşünüldüğünde de ortaya büyük bir maliyet çıkıyor.
Savaşın İsrail'e maliyetinin yıl sonuna kadar 70 milyar ABD dolarını aşması bekleniyor.
Tüm bunlar Netanyahu ve hükümeti üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor.
Ayrıca İsrail'in istikrarsız bir bölgede artık güvenli bir liman olmadığını gösteriyor.
Diplomatik açıdan değerlendirildiğinde, uluslararası toplumdan giderek izole olan bir İsrail var karşımızda.
Filistin Devleti'ni tanıyan ülkelerle İsrail devletini tanıyan ülkelerin arasındaki fark son bir yıl içerisinde neredeyse kapandı.
Filistin Devleti Birleşmiş Milletler'de (BM) önemli bazı kazanımlar elde etti. Bağlayıcılığı olmasa da BM Genel Kurulu'nda Filistin lehine bir dizi karar kabul edildi.
Hukuki perspektiften bakıldığında, İsrail, uluslararası hukuku ve savaş hukukunu hiçe saysa da Uluslararası Adalet Divanı'nda soykırım suçundan yargılanıyor.
Aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde Netanyahu ve diğer bazı üst düzey yöneticilerin yargılanması gündemde.
Her açıdan kendi etrafındaki çemberin daraldığının ve aslında yenildiğinin farkında olan Netanyahu uzlaşmaz tutumunu sürdürmek bir yana daha da saldırganlaşıyor.
Önümüzdeki aylarda bölge belki çok daha büyük bir savaşa sürüklenecek, ancak İsrail de bu savaştan çok ciddi darbe alacak.
Sular durulduğunda ise, İsrail'in ileriye yönelik bölgedeki gerçekliklerle nasıl var olabileceğini değerlendirerek, iki devletli çözüm yolunda köklü bir paradigma değişikliğine gitmesi kaçınılmaz olacak.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish