Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanıyım ve burada sanat, kültür, toplum, ikna, idealar ve düşünce patlamaları kaleme alıyorum.
O zaman, daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.
Postmodern bir kriz
Bu kez postmodern bir dünyayı yazmaya çalışacağım, sanki bu mümkünmüş gibi.
Bir dramın, üzüntünün, suçun ya da sosyolojik bir krizin üzerinden, bir kız çocuğunun öldürülmesi üzerine "çok öfkelenen", "çok üzülen", "çok dehşete düşen" ve bunu sosyal medyada, TV'de, basında, gazetelerde veya gündelik yaşamda dile getirmeye çalışan bir toplumun panaromasını örnek alarak yazmaya çalışacağım.
Konuyu uzun zamandır hepimiz takip ediyoruz. Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinin Tavşantepe Mahallesi'nde 21 Ağustos'ta kaybolan 8 yaşındaki Narin Güran için arama çalışması başlatılmış, 8 Eylül'de Narin Güran'ın Eğertutmaz Deresi kenarında çuval içinde, üzeri taşla gizlenmiş vaziyette ölü bulunmuştu.
Olayın kendisi zaten yeterince kahrediciyken, olayın tartılış biçimi, kitlenin verdiği tepki, bunun üslubu, sosyal medyanın hali ve basının olayı ele alış tarzı kanımca bize ne kadar vahim durumda olduğumuzu gösterdi.
Televizyonlardaki haber bültenlerinden, yarışmalara, magazin programlarından, spor programlarına kadar her yer, rahmetli Narin'in cinayetiyle birlikte Müge Anlı programlarına döndü!
Narin'in kayıp olarak arandığı günlerden başlayarak bazı "fırsatçı" insanlar, mecralar ve kanallar neler neler yapmadı.
Zaten hemen her konuda fikri olan bazı ilginç insanlar, yorumcular, sunucular, güvenlik uzmanları, siyaset bilimciler, rektörler, emekli askerler, spor yorumcuları, magazinciler ve dernek başkanları; bir olay yeri uzmanı, bir kriminal uzmanı, bir biyolog, bir adli tıpçı… adeta her şey oldular.
Becerikli gizli ajan MacGyver oldular, güçlerini birleştirip Voltran oldular. Yapay zeka oldular, algoritma haline geldiler.
Tematik kanallar, ulusal kanallar, herkes… en yaratıcı KJ peşinde koştu.
"Narin için" diyerek çığlık atan magazinciler, "öldüğü içine doğan" muhabir, ağlayan sunucu… Ne ararsanız vardı.
"Katilin hangisi, abi mi amca mı?", "Narin'in katili amcası Salim", "Ablaya da inceleme", "Tarlada değil, Narin'in evlerinin oradaydı", "Ablasının dosyası da açıldı", "Fail elde kanıtlar 'Bulut'ta", "Arif'in kızını ben öldürdüm", "Narin üzerinden Kur'an'a saldırı", "Bütün köy biliyor, herkes susuyor" başlıkları bu ülkenin ulusal gazetelerinde birinci sayfadan verildi.
Bir çocuğun katledilişini romantize etmeye çalışanlar da cabası!
Çok üzücüydü.
Dezenformasyon ise kol geziyordu.
Öyle ki, biz iletişim akademisyenlerinin yorum yapabileceği sınırların çoktan ötesine geçti.
Sosyal medya farklı mıydı?
Sosyal medya, "curcuna", "kaos", "intikam çığlıkları", "idam istekleri" ile doluydu.
Açıklamalara göre; sosyal medya platformu "X" üzerinde, 21 Ağustos 2024 ile 9 Eylül 2024 tarihleri arasında Narin isimli bir kızla ilgili olarak on milyonu aşkın tweet paylaşıldığı bildirildi.
Bu paylaşımları gerçekleştiren hesapların yüzde 38,3'ünün, yani yaklaşık 380 bininin, otomatik olarak çalışan bot hesaplar olduğu tespit edildi.
Söz konusu tweetlerin yüzde 76'sının ise provokatif ve olumsuz içerikler taşıdığı belirlendi.
Benim yorumum şu olacak: Her şey, değerler, düşünceler, duygular, ideolojiler, varlık yaşamı, ekonomi, siyaset, vicdan, her şey, hemen her şey… postmodernin kültürel mantığı içinde eziliyor.
Hemen her konuyu benzer düzlemde tartıştığımızı görüyorum; ben de "zihinsel yapımızı" alanyazın açısından, literatür açısından incelemek istedim.
Başka bir bakış açısı olsun, geniş bir çerçeveden ele almak istedim. Bakalım, açıklamaya çalışalım.
Zor zamanlar
Ülkemiz hiç de kolay bir yer değil. Hiçbir zaman da olmadı.
Hoş, dünya da gül bahçesi değil!
Bir insanlık krizinin yeni bir 10 yılına girdik gibi.
Koronavirüs ile açtık o 10 yılı, 2020 ile.
Rusya-Ukrayna savaşı geldi, ardından Gazze katliamı.
Ve utanç vericidir ki, tüm hızıyla dünyanın gözü önünde sürüyor.
İnsan her şeye alışıyor gibi.
Ne yazık ki önce kulak, sonra göz, sonra zihin, sonra kalp her şeye alışıyor sanırım!
Mutsuz yıllar bütününü yaşıyoruz. Bir Gallup Küresel Duygu Raporu bunu "Affluenza" olarak nitelendiriyor; yani küresel bir mutsuzluk salgını!
Buna göre affluenza, "para ve servetle sağlıksız bir ilişki kurmaktır. Küresel olarak affluenza, para akışının sınıflar arasında kutuplaşma oluşturacak ve duygusal ve ekonomik dengeyi kaybettirecek şekilde geri tepmesidir."
Böyle midir bilmiyoruz ama dikkate değer bir tanımlama doğrusu. Birkaç jenerasyon bu yazıyı okuyor olabilir mantık olarak.
Bu insanların çoğu da yaşadıkları on yıllardan memnuniyetsiz olabilir. Nasıl olmasınlar ki, savaşlar, yıkımlar, iklim krizleri, adaletsizlikler, eşitsizlikler, imkansızlıklar, umutsuzluklar, siyasi karışıklıklar ve bunlara denk gelen bazı duygu durumlarını yaşayan farklı jenerasyonlardan bizler…
Postmodernin kültürel mantığı
Postmodernin kültürel mantığını yazmak istedim çünkü her şey çok postmodern, her şey çok post-truth!
Kimilerine göre son büyük din. Yalnız, kitabı henüz inmedi! Biz de diyoruz ki, belki de James Joyce beton gibi kitaplar yazıp, çok şey söylemeyen kitaplar yazabiliyor.
Eleştiriyor gibi görünmüş olabilirim; çok üzerinde durmayın, kendisini beğeniyorum. Ama hem eleştirip hem de beğenebilirim.
Dedik ya başlıkta: Postmodernizmde aklın yolu bir değildir!
Kimilerine göre Rasim Ozan Kütahyalı'nın spor yorumculuğu yapmasıdır.
Kimilerine göre her gün kanal kanal dolaşan her konuda uzman, İngilizlerin "gifted", yani "doğuştan yetenekli, özel yaratılmış" (!) insanların her şeyi biliyor olması mükemmel değil mi?
Lakin izliyor musun? Sanırım herkes izliyor!
Kimileri de İrlanda Yılanı'nın postmodernizmin tanımı olduğunu söyler.
Malumunuz, İrlanda'da yılan yoktur. Aklın yolunun bir olmaması da postmodernizmdir!
Cidden öyle. Ya da modernitenin post giydirilmiş halidir ki, bunu söylemek beni en kötü "köfte" esprisi yapan yazar sıfatına taşır.
Ama bu postmodern mantıkta benim için sorun olmamalıdır. Uysa da olur, uymasa da!
Aslında şöyle söyleyelim: Tam bir kapitalist icadı. McDonald's gibi bir şeydir. Lezzetli ama faydasızdır!
Peki, postmodernizmi tartışıyoruz da modernizm ne zaman bitti?
Yerine postmodernizm mi geldi? Gelecek mi ya da?
Aklımıza Oscar Wilde geliyor.
Devasa bir sözü var kendisinin:
Bu harika çağın sonunda doğan bizler, hayat hakkındaki tartışmaları bizzat hayatla değiş tokuş etmeyi kabul edemeyecek denli çok kültürlü ve çok eleştiriz, düşünsel açıdan çok usta ve mükemmel hazlara çok meraklıyız.
Sanırız her şey M. Weber'in dediği gibi:
Bir çağ bitmeden onun hakkında konuşulamaz.
O zaman postmodernizmi, onu en iyi anlatacak olanla, postmodernizmin kültürel mantığı ile anlamaya çalışalım.
Piraha insanlarını duydunuz mu?
Brezilya'da Maici Irmağı'nın kenarında yaşayan yaklaşık 300 kişilik bir grup.
Bunların diğer yerlilerden farklı olan tarafı, ikiye kadar sayabilmeleri ve geçmiş kavramının olmamasıdır.
Onlar için renklerin bile önemi yok. Gelişmeye kapalılar. Avcılık ve toplayıcılıkla uğraşıyorlar.
Basit bir yaşam tarzına sahipler. İhtiyaçlarını karşılayacak olan doğada mevcut. Biriktirme kavramları da yok.
Postmodern ve hatta modern kavramlarından ne kadar uzak. Modeller yok, kurallar yok. Üretim yok, tüketim yok. Belirsizlik yok.
Postmodern olmamak bu da; olmak ne acaba?
Peki ne demek postmodernizm?
Postmodernizm, üzerinde birçok tartışmanın yapıldığı, tanımı ve kapsadığı alan karmaşık ve felsefi anlamlarla yüklü, pek çok kez belirsizlikler ifade eden bir kavramdır.
Terimin ne ifade ettiği, neyi kapsadığı, ne zaman başladığı, sonunun gelip gelmediği, hatta onun olup olmadığı her daim tartışmalı olmuştur.
Featherstone'un "Postmodernistlerin sayısı kadar postmodernizm tanımı vardır" sözü, bu konudaki karmaşayı ifade etmek için çarpıcı bir sözdür.
Kavramın neyi ifade ettiğinin tartışmalı olması bir yana, onun kısır bir entelektüel tartışma olduğunu iddia edenler, onun geçici bir heves olduğunu ifade edip, artık varlığından şüphe edilmesi gerektiğini belirtenler, onun bir tanıma indirgenmeyecek bir karmaşıklığa, belirsizliğe sahip olduğunu söyleyenler ve benzeri tavırlar hep tartışmanın zorluluğuna eklenen yeni boyutlardır.
Dolayısıyla, postmodernizm olgusundan bahsetmek, onu tanımlama çabaları daima sorunlarla çevrili olmuştur.
Durum böyle olunca, postmodernizm gibi üzerinde birçok tartışma gerçekleştirilmiş bir olguyu çalışmak, her zaman bu tartışmaların içinde kaybolmak gibi bir riski taşır.
Bu nedenle postmodernizm ile ilgili gerçekleştirilen tartışmalarda, "onun ne olduğu" sorusu üzerinde yoğunlaşmaktan çok, postmodernizm olarak adlandırılan sürecin, özellikle kültürel özelliklerine bakmayı, söz konusu görünümün gündelik hayat, kent kültürü ve tüketim bağlamındaki sonuçlarına bakmanın daha etkili bir yol olduğu düşünülmektedir.
Bu bölümün amacı da bu söylenilenle ilişkili olarak, postmodernizmin ne olduğundan başlayıp, onun nasıl ortaya çıktığını, özellikle kültürel baskınlığının nerede, nasıl göründüğünü ortaya çıkarmaktır.
Tartışmanın ana çatısını belirledikten sonra, postmodernizmin anlamına ilişkin burada küçük bir giriş yapılacaktır.
"Postmodernizm tam olarak nedir?" sorusuna birden fazla yanıtı bir arada vermek mümkün görünmektedir.
Postmodernizm bazılarına göre, bir dönemin adıdır; aynı zamanda bir felsefenin ve yeni bir düşüncenin adıdır; yeni bir üslubun, farklı bir tür akılcılığın -modern akılcılıktan kopuk farklı üslupta bir akılcılıktır bu- yeni bir söylemin adıdır.
Sözgelimi bazı yazarlara göre, yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına denk gelen modernitenin bittiği sayılan tarihtir.
Bu yeni dönemde modernitenin yüce amaçları aşılmıştır; bilim, teknik, sanat, siyasal özgürlükler adına yapılan her şeyin ortak amacı insanın özgürleşmesidir.
Postmodernizm konusunda tartışılması gereken en önemli konulardan biri, postmodernizmin kurgusallığı meselesidir; yani postmodern düşünce, felsefeyi, insanı, tarihi, dini, kimlikleri, gerçekliği… sadece bir "kurgu" olarak gören postmodernizmin kendisi de bir kurgu mudur meselesinden bahsediyoruz.
Postmodernizmin bir gerçekliğe, işlevselliğe, tutarlılığa sahip olup olmadığı konusu önemlidir.
Çünkü ancak bu şekilde postmodernizmin, yaşadığımız zaman gerçekten "postmodern durum"u yaşadığı için mi doğduğunu, yoksa postmodernizm kuramcıların belli bir söylemin doğruluğunu kanıtlayabilmek için mi dünyayı postmodernizm olarak kurguladıklarını anlayabiliyoruz.
Bu soruların geldiği nokta ilginç ve önemlidir.
Yukarıda söylenilenlerle ilişkili olarak, kaygan, parçalı, çelişkili, sistemsiz olan postmodernizm midir yoksa onun dünyayı algılama biçimi midir?
Böyle bir algılamayı doğru kabul etmek, postmodernizm ile gelen tüm varsayımları -anlamsızlık, tüketim hegemonyası vb.- doğru kabul etmek gerekir.
Postmodernizm, eklektik, çok kültürlü bir yaklaşımla, temelde bireyselliğin ve etkileşimin aynı anda vurgulandığı bir dönem olarak görünür.
Lyotard da bu "yeni kültürel çağın" bir eklektik çağı olduğunu belirtir.
Sanatçılar, galeri sahipleri, yazarlar, ‘ne olursa gider' felsefesiyle, aslında gündelik hayatı ve kültürel alanı eklektikleştirmiştir.
Patron ve işçisi arabesk dinliyor, öğle yemeklerini McDonald's'ta yiyip, western filmlerini izleyip, Fransız şarabı içebiliyorlar.
Postmodernizme bir tekseslilik, bir bütünlük kazandırmak, onun doğası gereği imkânsızdır. Postmodernizm heterojen, bölünmüş, çok sesli bir tavra sahiptir.
Postmodernizm, katı ve belirlenmiş tanımlara, böyle bir yaklaşımdan kaynaklanan ideolojik tavırlara da karşıdır.
Postmodernizm kuramcıları, toplumsal yaşam hakkındaki pek çok analizlerini, insanoğlunun zaman ve mekân algısını dönüştürdüklerini iddia ettikleri iletişim teknolojilerindeki hızlı değişime dayandırırlar.
Lyotard da postmodernizm anlayışında, Harvey'in yaptığı gibi özellikle post-endüstriyalizm üzerine vurgu yapar.
Lyotard için yerelcilik anlayışı, anlam yitimi ve enformasyon toplumu ön plana çıkan oluşumlardır.
Bu bağlamda, postmodernizm ayrıca bir iletişim çağını ifade eder.
Tam da bugünkü bir ortam.
Gri, muğlak, çetrefilli, izafi, acı verici, göz kanatıcı, zihin bulandırıcı…
Neyse. Bitiriyorum.
Başlarken demiştim;
Ben Profesör Doktor Uğur Batı.
Karar Bilimi Uzmanıyım.
Ve hepinize şöyle sesleniyorum:
Biz size düşünmeyin demiyoruz; hobi olarak yine düşünün.
Ve büyük düşünün ki, seneye de düşünürsünüz!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish