Godot nihayet Fransa'ya ulaştı (!) Bir absürt tiyatro örneği olarak Fransız hükümet krizi

Ahmet Mansur Tural Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Olimpiyat Oyunları için Fransa'ya gelmiş bir atlete sormuşlar, "Burada garibine en çok ne gitti?" diye.

"Mösyö Godot'un Barnier kılığında gelişi" deyivermiş.

Gerçekten de Fransa'da sanki absürt bir tiyatro kurulmuş ve oynanmakta.

Hele ki muhalifleri tarafından mutlak monarşinin ve sanatların hâmisi Güneş Kral XIV. Lui olmakla itham edilen Emmanuel Macron demokrasiyi sahnelerde sergilemeye kararlı bir portre çiziyor.

Felsefe eğitiminde üzerine çalıştığı Machievel ve Hegel'i ne kadar iyi özümsediğini gösterme çabasından mıdır nedir bilinmez ama Fransa cözellikle bu ikinci başkanlık döneminde, politikanın meydanlarda sahnelenen devasa bir gösteri olduğunu kanıtlama çabasına girdiği söyleniyor.

Fransa artık demokrasi değil, tiyatrokrasi çağında adeta!

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Fransa neredeyse 2 aydır hükümetsiz bir şekilde kendi yolunu buluyor.

Bu elbette Belçika'nın 2019'daki 592 günlük hükümet kurma krizinin yanında şaşılacak bir şey değil.

Yine de Fransa'da V. Cumhuriyet'in sonunu ve yaklaşan VI. Cumhuriyet'in ayak seslerini de hissettirmiyor değil.

Bu oyunun ilk perdesinde Avrupa seçimlerinde aşırı sağın "beklenmedik" zaferinin ardından haziran ayında meclis için erken seçim kararı alınmış, seçimi sol partilerin ittifakı kazanmıştı.

Ancak kimsenin mutlak çoğunluğu sağlayamamasından dolayı Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, "Olimpiyat ateşkesi" adı altında geçici bir hükümetle ülkeyi yönetmeye karar vermiş, bir başbakan atamamıştı.

Şaşırtıcı değildi aslında "Olimpiyat ateşkesi" hamlesi.

Zira antik olimpiyatların düzenlenmeye başlamasından beri savaş durumunda bulunan taraflar bu süreçte geçici bir barış yapar ve çatışmalarını oyunların ardına bırakırlardı.

Ancak bu hamleye yöneltmemiz gereken asıl soru hükümeti kurmanın Fransa için bir savaş olup olmadığıydı.

Hele ki olimpiyatların bittiğini ve buna rağmen uzun bir süre başbakanın atanmamasını göz önünde bulundurursak ne Macron'un ne de meclisteki grupların ciddi bir hamleye düne kadar yeltenmemesinin asıl sebebi, meclisteki ittifakların ortak bir payede buluşma imkansızlığından kaynaklanmasıydı.

Yani evet, fiili olmasa da sahnelenen, hatta halk arasında çokça dile getirilen politik bir savaştadır Fransa.

Macron'sa bu sessizliği sonunda perşembe günü bozdu.

Herkesin beklediği, ancak varlığına dair geliş dedikodusu dışında hiçbir dayanaklarının olmadığı başbakan, sonunda Fransız merkez sağından De Gaulle'cü bir politika izleyen ve Fransa'yı İngiltere'nin Avrupa Birliğinden çıkış sürecinde temsil eden Michel Barnier'i atadı.

Peki bakalım Barnier kimdir?

Fransa'da bu 3 blok arasındaki bölünmeyi aşabilecek mi yoksa daha da mı derinleştirecek?

Tüm bunların cevabını elbette önümüzdeki günler gösterecek.

Öncesinde sırasıyla Çevre, Avrupa, Dışişleri ve Tarım Bakanı olarak görev yapmış olan Michel Barnier, 2022 seçimleri için kendi partisi Cumhuriyetçilerin cumhurbaşkanı aday adaylarından biriydi.
 


Ekonomik açıdansa Makron'un politikalarıyla paralellik gösteren bir isim. Kendi cumhurbaşkanlığı adaylığı döneminde Macron gibi Fransız iş dünyasının vergisini azaltma, bürokrasiyi kısma fikirlerini dile getirmişti.

Bilhassa 7 Temmuz sonrasındaki seçimlerde "X" hesabında merkez ve (aşırı) sağın yakınlaşarak Fransa'yı düzene kavuşturması gerektiğine dair bir gönderi de paylaşmıştı.

Bunlar da aslında göçmen politikasının da sert bir çizgide olacağı ışığını veriyor.

Özellikle kendi seçim kampanyası döneminde "Le Point" ile yaptığı bir röportajında Fransa'nın "üç-beş yıllığına Avrupa harici tüm göçü" durdurması ve bu süreçte Fransa'daki "tüm göçmenlerin de dosyalarının gözden geçirilmesi" gerektiğini belirtiyor.

Tüm bu politik fikirlerinin yanı sıra başbakan olarak atanmasıyla beraber Beşinci Fransız Cumhuriyet tarihinin en yaşlı başbakanı oldu kendisi.

Ne gariptir ki kendisinden önceki Gabriel Attal da tarihin en genç başbakanıydı.

Bu "gecikmiş" atama kararında da, ard arda atanan bu başbakanların yaşlarında da gördüğümüz üzere Macron'un "zamana" karşı özel bir takıntısı olsa gerek.

Bunu zaten kendisi de politikacıların zaman takıntısı olan insanlar olduğunu söyleyerek dile getirmişti.

Fransız kamuoyunu yakından ilgilendiren asıl soruysa Macron'un bloklar arasındaki krizi müzakereci kimliğiyle gidermesini beklediği Barnier'in bunu sağlayıp sağlayamayacağı.

Merkez sağı temsil eden Cumhuriyetçi-Makronist blok için uzun bir politik geçmişe sahip bu isim kabul görmüş durumda.

Ancak geçen çarşamba günü BFM TV adlı televizyon kanalında aşırı sağ Le Penci Ulusal Cephe'nin sözcüsü Julien Odoul'un, Barnier'i "Joe Biden'ın Fransız hâli" olarak tanımlaması, daha öncesinde yine aynı parti milletvekili Jean-Philippe Tanguy'un "fosil" diyerek mecliste Barnier'e hakeret etmesi aşırı sağın gözünde yeni başbakanın bir sorun teşkil etme potansiyelini ortaya koyuyor.

Yine de bu perşembe, aşırı sağcı Ulusal Cephe lideri Jordan Bardella'nın "X" adresi üzerinden karar vermek için Barnier'in programını kanıtlarıyla beraber görmeyi bekleyeceğini söylemesi merkez ve aşırı sağ arasında bir uzlaşının sağlanma ihtimalini de doğuruyor.

Fakat mecliste en fazla sandalyeye sahip, son seçimin kazananı aşırı solu temsil eden Yeni Halk Cephesi mecliste dördüncü parti konumundaki bir partinin aktif olarak vekili bile olmayan bu ismin atanması karşısında kendilerinden başbakanlığın çalındığını hissettiklerini gizlemiyor.

Hatta bu durumun aslında "demokrasinin reddi" olduğunu vurgulayarak bu cumartesi itibariyle çeşitli noktalarda Barnier'in atanmasına karşı protestoların düzenleneceğini çoktan duyurdular.

Bu durumda Barnier her ne kadar merkez ve aşırı sağ arasındaki krizi aşabilecek bir isim olarak öne çıksa da Fransız soluyla daha ciddi krizler doğurmaya gebe bir isim.

Nihayetinde Macron, 2017 seçimlerinde kendisine yakıştırdığı "saatlerin efendisi" (le maître des horloges) sıfatının hakkını verir bir durumda.

Öncesinde Elisabeth Borne'u başbakan atamak için üç hafta bekleyerek Beşinci Cumhuriyet'in rekorunu kırmış, sonrasında da tüm bu hamleleriyle bu rekoru Armand Duplantis'i dahi kıskandıracak biçimlerde geliştirerek Fransa parlementosunu felç etmişti.

Profesör John Keiger'ın "The Spectaor"da 21 Ağustos'ta yayımlanan makalesine göre eğer Fransa, 2025 yılı için en geç ekim ayında bütçe hazırlamak zorunda kalmasaydı belki Barnier rekorunu çok daha ötelere taşıyabilirdi.

Yine de Barnier ataması mecliste birincil ittifak Yeni Halk Cephesi'nin protestolarıyla karşılaşacağı için ciddi bir sekteye uğrayabilir.

Böylece Fransız meclisi bu en kalabalık grubunun itirazlarıyla daha da yavaşlayacak, daha da işlevsizleşecek gibi duruyor birçok siyaset bilimciye göre.

Böylece Güneş Kral olmakla itham edilen Emmanuel Macron, Barnier yoluyla hem daha çok yasayacak hem daha çok yürütecek gibi duruyor.

Neyse ki Fransız halkı Godot'a geç de olsa kavuştu.

Sonuçta hiç kavuşmamak da vardı (!)

Bu arada Samuel Beckett'e de selam olsun…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU