"Bana komünist dediler; oysa sadece hümanistim!"

Prof. Dr. Uğur Batı, Independent Türkçe için yazdı

Görsel: AA

“Düşündüğünü söyle, söylediğini yap, yaptığını göster…”
Charles Spencer Chaplin


Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanıyım ve burada sanat, kültür, ikna, idealar ve düşünce patlamaları kaleme alıyorum.

O zaman daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.

"Tanrı ruhunu affetsin" diyen papaza cevabı, "Neden olmasın? Ne de olsa kendi malı" cevabı onun son sözleri olmuştu.

Kuşkusuz söylemek yeri olacaktır, sinema sanatının Shakespeare'iydi.

Zekâsını, yeteneğini, oyunculuk yeteneğinim, sanatsal yaratıcılığını, fiziksel gücü ve çevikliği ile birleştirebilmiş zaman ötesi bir süper kahramandı.

Felsefesi ise benim hayatta duyduğum en güzel anlamdı:

“Ne demeye anlam arıyorsunuz? Hayat, anlamlardan değil tutkulardan oluşmuştur…"

Bunun nasıl bir tutku olduğunu şu anekdotla anlatayım:

Bir gün Charles Chaplin film setinde çalışmaktadır. Soyunma odasında otururken içeri çalışanlarından biri girer ve Chaplin’e annesinin öldüğünü söyler. Bunun üzerine Chaplin çok kötü olur ve o anda soyunma odasının büyük aynasına dönerek yüz ifadesine bakar. O anki hissettiklerinin yüzüne, gözlerine nasıl yansıdığını aramaktadır. İşte bu onun söz ettiği tutkudur!  

……………………..

Kimdi bu dahiyane adam?

Ondan söz ederek devam edelim.

Charles Spencer Chaplin… Londra’da 1889’da doğmuş, 1977’de İsviçre Vevey’de ölmüş,

İlk filmi Making A Living (Ekmek Davası) (Ocak 1914),

Son filmi A Countes From Hong Kong (Hongkong'lu Bir Kontes) (1966),

Yergiye yöneldiği ilk film The Pilgrim (Şarlo Hacı) (1922),

İlk sesli filmi City Lights (Şehir Işıkları) (1931),

Sessiz sinemanın dehası,

Bir mecaz ustası…

Cansız nesnelere can veren bu müthiş yetenek, bastondan kayık yapar, domatesi sabuna çevirir, patateslerden ayaklar, şapkadan kabak yapar. Bu metaforik tavrında ilginç çocukluk örüntüsünün katkısı var kuşkusuz. Zihni kendi gizemine takılmış bu adamın Dickensvari bir İngiliz çocukluk döneminin sinemasına kim bilir ne acayip bir katkısı vardır. Şiddet, sarhoş baba, kaçık anne, açlık, yalnızlık, yetimhaneler, karanlık ve umutsuzlukla iç içe geçen mahallesinde ve dolayısıyla hayatında beslenme, güvenlik, toplumsal adaletsizlik, sürgün, zorbalıklar ve kötülüğü görmüştü. Filmlerine yansıttığı da buydu.  

Kendisi de efsane sinema kuramcısı Andre Bazin, hayranı olduğu büyük sinema sanatçısı Charlie Chaplin için şöyle der:

“O, komediyi sirklerin ve müzikhollerin seviyesinden kurtarıp, estetik bir düzeye ulaştırmıştır.”

Cesedi çalındı, yine gömüldü. Sanki ölememişti!

1977'de cesedi mezarlıktan çalınıp, 11 hafta sonra bulunabildiğini kendisi bilse sinemada ne çekerdi bununla ilgili bilmiyoruz ama 1976 yılı Noel sabahı, 88 yaşında hayata göz yumunca, siyasi eğilimleri ve değerleri dolayısıyla Amerikan hükûmetinin vize vermemesi nedeni ile 1952'den beri yaşamakta olduğu İsviçre’nin Vevey kentinde gömüleceğini bildiği söylenirdi. Tam bu noktada onu hatırlatacak bir anekdotla burayı bağlayalım. ABD, komünizm paranoyası içinde yıllar boyu planlı bir şekilde Charlie Chaplin’i takip etmiş, FBI hakkında 1900 sayfalık dosya oluşturmuş, erkler hep birlikte açığını yakaladığı an darbeyi indirme amacında olmuştur. Chaplin, bu "cadı avı"na dair kendini kısa ve öz olarak ifade eder:

"Bana komünist dediler. Oysa sadece hümanistim!"

Onu tartışmasız kılan zamanının çok ötesindeki sinema dili değildir. II. Dünya Savaşı sürerken Hitler’i çılgın bir deli olarak anlatma cesaretine sahip olması yeni bir semantik ortaya çıkarmıştır. Eşsiz Büyük Diktatör filmindeki o saçma nutuk sahnesi hiç kuşkusuz sinema tarihinin en önemli sekanslarından olacaktır.  Hele ki bunun sonundaki konuşma nasıl da günümüzü de aydınlatır:

“...Zalimler de böyle sözler vererek iktidara geldiler. Ama yalan söylediler! sözlerini tutmuyorlar. Hiçbir zaman da tutmayacaklar! diktatörler kendilerini kurtarır ama halkı köle gibi kullanır. Artık dünyanın özgürlüğü için savaşalım, hırstan, nefretten ve hoşgörüsüzlükten kendimizi arındıralım. Sağduyulu bir dünya için savaşalım, bilimin ve gelişmenin bizleri mutluluğa götüreceği bir dünya için savaşalım. Askerler, demokrasi adına birleşelim!”

Bu sahne bana başka bir düşünceyi hatırlatır.

Pek meşhur Fransız filozof Gilles Deleuze bu sekansı anlatıp genel olarak Chaplin protest tavrı hakkında şu yorumu yapar:

“Charlie Chaplin'in klasikleşmiş üç filmi "Büyük Diktatör", "Mösyö Verdaux" ve "Sahne Işıkları"na baktığımızda ne görürüz biliyor musunuz? Ufak tefek Yahudi berber ile diktatör arasındaki fark, bıyıkları arasındaki fark kadar ihmal edilebilir boyutlardadır. Yine de bu fark, birbirlerinden kurban ile cellat kadar uzak, o kadar karşıt duruma neden olur. Keza, "Mösyö Verdaux"da aynı adamın iki veçhesi ya da davranışı, kadın katili ile felçli bir kadının sevgi dolu kocası arasındaki fark o kadar zayıftır ki, adamın bir şekilde "değişmiş" olduğunu karısı kolayca sezer. "Sahne Işıkları"nın yakıcı sorusu: Palyaçonun komik hareketlerini usandırıcı bir gösteriye dönüştüren o "hiç", o yaşlanma alameti, o küçük bayatlamış fark nedir?"

Sir Arthur Conan Doyle’un çıkmazı

Sherlock Holmes'un yazarı Sir Arthur Conan Doyle çok ünlüdür. Sürekli yükselir. İyi, para kazanıyordur. Bu sırada kendi tiyatrosunda haftalık 10 Pounda çalışan bir genç vardır. Bir gün bu genç, yazara bir teklifte bulunur:

-Hayatımızın sonuna kadar kazanacağımız paraları birleştirip, sonra ikiye bölerek harcayalım.

-Nasıl yani?

-Şöyle. Ben bu hafta 10 pound kazandım, sizin kazancınız ise 1000 poundu bulmuştur. İkisini birleştirince 1010 pound eder. Bu parayı 505'er pound olarak bölüşelim.

-Peki bu işten benim kazancım ne olacak der yazar gülerek.

-Şimdi siz zararda gibi görünüyorsunuz ama ben ilerde çok ünlü bir oyuncu olup çok paralar kazandığımda, bu paraların yarısını size vereceğim.

Doyle, bu teklifi reddeder ama sonra çok sanırız pişman olmuştur. Çünkü teklifi yapan oyuncu Charlie Chaplin’dir.

İnsan türünün yıldızının parladığı anlarından biri

İlginç bir deneyim katkısı vardı Charlie Chaplin’in hayatımıza. Tüm insanlara… Bir kere siyah beyaz bir resminin her öğrenci evinde olması zorunluluğu vardır diyebiliriz. Hem İngiliz hem Alman hem Amerikalı hem Türk’tür. Gerçekten öyledir. Her kültürü eşit oranda etkilemiştir. Belki de bunu böylesine yapan tek o’dur. Hatta Nazım Hikmet’e bir Küba gezisinde gelen sorulardan biri: “Size göre en büyük sanatçı kimdir” şeklindedir. Nazım Hikmet de Charlie Chaplin cevabını verir. Niçin diye sorduklarında; Nazım Hikmet; “Tüm dünyada aristokratından, proletaryasına, kadınından erkeğine, yaşlısından, çocuğuna hitap eden, onları güldürebilen ve hepsiyle bir samimiyet yakalayabilen bir sanatçıdır ve onun gibi bir başkası yoktur” der. Ekleyelim; belki her kültüre yakışan… Mesela Kemal Sunal filmleri, Sadri Alışık filmleri vardı ondan etkilenen de, aslında Türk filmlerine kazandırdığı pek çok tema vardı. Mesela fakir adam ve ufak çocuğun maceraları… Ve diğerleri…

1977'den bugüne ölümsüzdür. Benim bile babama taktığım isimdir…

“Bir doğu kış günüydü. Babam eve girdi. Şapkasını giymesini bekledim. Biliyordum ki hemen taklide başlayacaktı. Şarlo olacaktı. TV, radyo bilmem var mı hatırlamıyordum ama en büyük eğlencem buydu. O zaman kahkahalarla gülerdim. Çocukluğuma dair en sevdiğim ayrıntılardan biriydi. Hatta babama taktığım isimdi Şarlo. Babam da gösterisini bitirirken onun şu sözünü hatırlatırdı hep: Gülümsemeden biten bir gün boşa geçmiştir.”

Neyse. Bitiriyorum. Bitiyorum! Başlarken demiştim. Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve 3 boyutlu düşünce ahtapotuyum. Ve hepinize şöyle sesleniyorum: Biz size düşünmeyin demiyoruz, hobi olarak yine düşünün. Ve büyük düşünün ki seneye de düşünürsünüz!

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU