Suriye’de krizin başladığı 2011 yılından bu yana ilk kez 27 Haziran 2024 tarihinde Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad “Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine karışmaması durumunda görüşmelere açığız” açıklamasıyla Türkiye’ye ilk kez bu kadar net ve olumlu bir mesaj göndermiş oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu açıklamanın üzerine biri ABD’de olmak üzere üst üste iki açıklama yaparak Suriye’nin toprak bütünlüğü ve Şam’ın egemenliğine saygı duyulacak şekilde ilişkileri geliştirme konusunda istekli olduğunu dile getirdi.
Şüphesiz bu mesajlarda Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Lavrantiev’in 2024 Haziran ayı sonundaki Şam ziyaretinin etkisi derindir. Çünkü Rusya savaş dönemi boyunca Suriye’de elde ettiği üslerin güvenliğini istikrarlı bir şekilde sağlayabilmenin yolunu Türkiye-Suriye barışında görüyor.
Rusya bu konuda kendi çıkarlarını gözetirken Suriye ve Türkiye’nin talepleri arasında tabiri caizse arayı bulmaya çalışıyor.
Türkiye’nin muhalifleri desteklediği 2015 yılında Rusya, Şam yönetimine Suriye’de federasyon kurulmasını önerdi. Suriye yönetimi o dönemde Rusya’dan yardım almaya mecbur olmalarına rağmen bu teklifi reddetti. Ruslar o dönemde Türkiye’nin kontrolünde olan muhalif gruplara da federasyonda yer vererek bütün tarafları ikna etmeyi ve bu şekilde siyasi istikrarı sağlamayı hedefliyordu. Şam yönetiminin bu teklifi reddetmesi ve daha sonra da Türkiye’nin PYD/PKK Terör Örgütü konusunda kararlı bir şekilde hassasiyetini dile getirmesi Rusya’nın federasyon konusunda ısrarcı olmamasını sağladı.
Şam yönetimi sahada ilerleme sağlamaya başladığı 2016 yılından itibaren özellikle Arap ülkeleriyle diplomatik bağlantıları güçlendirmeyi hedefledi. Zira Batı’yla diplomatik ilişkiler kurmak o dönem için imkânsız gibiydi.
Şam yönetiminin Arap ülkeleriyle diplomatik ilişkileri geliştirme çabası ilk aşamada BAE’nin 2019 yılında Şam’da büyükelçilik açmasıyla sonuçlandı. Daha sonra BAE ve Cezair’in Şam lehine yaptığı çalışmalar 2023 yılı mayıs ayında olumlu sonuçlandı ve 19 Mayıs 2023’te Riyad’da yapılan Arap Birliği Zirvesinde Suriye de Devlet Başkanı Beşar Esad nezdinde temsil edildi. Bu süreç daha sonra Suudi Arabistan’ın Şam’daki Büyükelçiliği’ni yeniden açmasıyla sonuçlandı.
Suriye Arap Cumhuriyeti ile diğer ülkeler arasında bu ilişkilerin gelişmesinin Suriye sahasında Şam yönetimi lehine olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü özellikle Suudi Arabistan, BAE ve Mısır Batı ile ilişkilerini de göz önünde bulundurarak bir yandan Şam yönetimiyle ilişkilerini geliştirirken öte yandan da Batı ülkelerinden destek alan PYD/PKK terör örgütüyle ilişkilerini geliştirdi. Suudi Arabistan ve BAE söz konusu terör örgütüne destekler sağladı ve 2021 yılında Suriye’nin kuzeyine heyet göndererek ele başlarından biri olan Mazlum Abdi kod adlı Ferhat Şahin ile aleni toplantılar gerçekleştirdi. Şam yönetimi bu faaliyetlerden rahatsızlık duysa da diplomatik olarak güçlenmesi gerektiği bir dönemde olduklarından bu faaliyetlere göz yumdu.
Şam’ın Ankara ile ortak yarası olarak görülen PYD/PKK’nın Suriye’nin kuzeyindeki varlığı Şam ile Ankara arasında bir koordinasyon olmaması ve karşılıklı güvensizliğin olması, PYD/PKK’nın Suriye’nin en önemli kaynaklarını bulundurduğu Haseke, Kamışlı’yı işgal etmiş olmasına Şam yönetimine karşı uygulanan uluslararası ticari ambargoların da olması Şam’ın PYD/PKK ile ticari ilişkiler içerisinde olmasını sağladı. Yani bu aşamda ABD’nin projesi olan “Suriye Federasyonu” projesi her yönüyle ABD’nin istediği yönde ilerledi.
Bunu gören Mısır ve Suudi Arabistan da bu projenin başarıya ulaşabileceği şekilde hareket etti. Mısır ve Suudi Arabistan bir yandan Şam ile ilişkileri geliştirirken öte yandan diplomatik ilişkilere ihtiyaç duyan Şam’ın, bu zaafından faydalanarak PYD/PKK’ya maddi destekler verdiler ve bu terör örgütünün sözde temsilcilerini kendi ülkelerinde ağırladılar.
İşte bu faaliyetler bugün Türkiye-Suriye arasında bir iş birliğiyle çözülebilir. Bu iş birliğinin sağlanabilmesi için ise aşağıdaki soruların sonuçları, cevapları rol oynayacaktır:
Suriye Arap Zirvesinde birlikte olduğu ve PYD/PKK’yı Suriye sahasında bir taraf olarak gören Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın bu faaliyetlerinden vazgeçmeleri talebinde bulunacak mı? Bu konuda Türkiye’yle bu ülkelerin bu faaliyetine karşı şeffaf bir iş birliği olacak mı?
PYD/PKK terör örgütü Suriye’nin kuzeyinde silah bıraksa bile Arap ülkeleri ve ABD’nin yakın geçmişteki “Suriye Federasyonu” adımlarına karşı Şam ne kadar süre boyun eğmeden durabilecek? Bu sorunun cevabı direk olarak Suriye’nin ekonomik sorunlarıyla bağlantılıdır. Türkiye bu konuda Suriye’yle, Suriye’nin üniter bütünlüğünü sağlayabileceği kadar ekonomik desteği verebileceği bir ilişki geliştirecek mi?
Suriye sahasının en etkili taraflarından olan İran İslam Cumhuriyeti Türkiye-Suriye yakınlaşması aleyhine açıklama yapmamış olsa da bu yakınlaşmanın olmasıyla eskisine nazaran Suriye sahasındaki gücünü az da olsa kaybedebilir. İran bu konudaki rahatsızlığını bu süreçte Şam yönetimine savaş dönemi boyunca İran tarafından yapılan yardımlar konusunu açtı ve Şam yönetiminin İran’a yaklaşık 60 Milyar Dolarlık borcunu geri ödeme planını sunmasını talep etti. Tam bu süreçte İran’ın bunu yapıyor olması belli konularda endişe duyduğunun en önemli kanıtıdır. Bu konuda da İran dengesi gözetilerek Türkiye ve Suriye’nin iş birliği yapması elzemdir.
Yukarıda saydığımız başlıklara İsrail ve ABD dengesi de eklenebilir ama ABD’nin PYD/PKK, Suudi Arabistan ve BAE tarafından yapılan hamleleri organize ettiğini gözeterek ismini yukarıda anmadım.
Tabi Suriye-Türkiye normalleşmesi dahilinde birçok iddia da ortaya artılıyor. Bunlardan en önemlisi Lübnanlı siyasetçi Wiam Wahhab’ın iddiası oldu. Wahhab ABD tarafından Beşar Esad’a bir mesaj ilettiğini ve mesajın içeriğinde Suriye’nin Golan Tepeleri’nden vazgeçmesi halinde Suriye’nin kuzeybatısından Türk Ordusu’nun, kuzeydoğusundan ise ABD kuvvetlerinin çekilerek kontrolün resmi Suriye Ordusu’na devredileceğini ve zamanla da İsrail-Suriye ilişkilerinin de tesis edileceğini ilettiğini iddia etti.
Bütün bu dengeler içerisinde bölgedeki krizlerin çözümünün Türkiye-Suriye normalleşmesiyle mümkün olduğu bütün taraflarca anlaşılmış bir durum olmasa da bu normalleşme esnasında geçen 13 yılın tahribatının ne derece onarılacağı ise hala soru işareti olarak karşımızda duruyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish