Yeryüzünün farklı bölgelerinde suya olan talebin giderek artmasından hiç kimse kuşku duymazken, susuz kalmamak için verilen mücadelelerin yetersiz olduğunu görmek için de Allah'ın verdiği bir çift göz yetiyor.
Ülkelerin bir kısmı su kaynaklarının üzerine konarak onun üzerinden askeri-diplomatik stratejiler belirlerken, diğer kısmı ya seyirci kalıyor ya da yanlış politikalar uyguluyor.
Özellikle yıllardır Ortadoğu'da cereyan eden gelişmelerin perde arkasında önemli ölçüde su mücadelesinin yattığını konunun uzmanları çok iyi görüyor, analiz ediyor ve paylaşıyor.
53 yıllık Esad ailesi iktidarının geçtiğimiz 8 Aralık'ta devrilmesinden sonra, Suriye topraklarında İsrail'in gerçekleştirdiği farklı nitelikteki hamlelerin arkasında suyla ilgili stratejilerin durduğu iddia ediliyor.
Almanya'nın Leipzig Üniversitesi araştırmacılarından İran ve Ortadoğu uzmanı Rıza Talebi Independent Türkçe'ye bu konuda değerlendirmelerde bulundu.
"Suriye'de yaşanan gelişmeler de doğrudan bu su krizinin bir sonucu"
Su meselesinin artık küresel ölçekte en önemli konulardan biri hâline geldiğini vurgulayan Rıza Talebi, "Suriye'de yaşanan gelişmeler de doğrudan bu su krizinin bir sonucu. Mevcut topraklarının artan nüfusa yetmemesinden dolayı İsrail, bir genişleme arayışı içinde. Bugüne kadar Taberiye Gölü ve Golan Tepeleri'ndeki su kaynaklarına hâkim olan İsrail, şimdi ise Lübnan'daki Litani Nehri ve Suriye'deki daha ileri noktalardaki su kaynaklarına doğru gidiyor" ifadelerini kullandı.
Talebi, sözlerine şunları ekledi:
Şu anda İsrail, Suriye'deki El-Vahda Barajı'nı kontrol ediyor. Bu baraj, Suriye'nin su ihtiyacının yüzde 30'unu, Ürdün'ün ise yüzde 40'ını karşılıyor. Ancak Stanford Üniversitesi raporlarına göre, bu su kaynağının 25 yıl içinde yüzde 75 oranında azalması bekleniyor.
Hizbullah'ın Litani Nehri'nin ötesine çekilmesinde ısrar eden İsrail, Lübnan ordusu ve UNIFIL güçlerinin nehrin güneyindeki sınırlarına konuşlandırılmasını istiyor
— Anadolu Ajansı (@anadoluajansi) September 25, 2024
Litani Nehri 794 bin kişinin içme suyu ihtiyacını karşılıyor
54 bin hektarlık alanın sulanmasını sağlıyor
… pic.twitter.com/kTwjzi5QWK
İsrail'in su politikaları açısından en kritik anlaşmalardan birinin, 1994 yılında Ürdün ile imzalanan İsrail-Ürdün Barış Antlaşması olduğunu söyleyen Talebi, "Bu anlaşmaya göre İsrail, yılda 50 milyon metreküp suyu Ürdün'e vermeyi kabul etti, buna karşılık Ürdün de su paylaşımı konusunda İsrail ile iş birliği yapacağını taahhüt etti. Ancak İsrail, zaman içinde bu anlaşmanın hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda yorumladı ve Ürdün'e sağlanan su miktarını azalttı. Özellikle Ürdün Nehri'nin tek taraflı kullanımı, Ürdün'ün su güvenliğini ciddi şekilde tehdit ediyor. İsrail, 1994'teki anlaşmayı ihlal ederek, Ürdün Nehri'nden Ürdün'e sağlanan su miktarını yüzde 50 oranında düşürdü. Bunun sonucunda Ürdün, tarihinin en büyük su krizlerinden birine sürüklendi ve alternatif su kaynakları yaratmak için büyük maliyetler altına girdi" dedi.
Ayrıca Celile (Taberiye) Gölü'ne tamamen hâkim durumda olan İsrail'in, Suriye'nin toplam su kaynaklarının yüzde 50'sini kontrol ettiğini vurgulayan Rıza Talebi, Batı Şeria'nın ise Ürdün Nehri'nden son derece sınırlı miktarda su alabildiğini, bunun da bölgeyi daha bağımlı hâle getirdiğini ifade etti.
Ayrıca, Masada Gölü ve Rokkat Nehri de tamamen İsrail'in kontrolünde olduğunu söyleyen Talebi, sözlerine şunları ekledi:
Şu anda İsrail, Lübnan'ın Vazani ve Hasbani nehirlerinden su almakta ve gelecekte Litani Nehri'ni de tamamen kontrol altına alabilir. Eğer Litani Nehri sınır hattı hâline gelirse, İsrail'in bu su kaynağı üzerindeki hâkimiyeti kesinleşecektir. İsrail'in su politikalarını uluslararası güvenlik perspektifinden değerlendirdiğimizde, bu konunun jeopolitik açıdan büyük bir öneme sahip olduğunu görüyoruz.
"İsrail bölgesel nüfuzunu, bombalardan ve silahlardan çok, su kaynakları üzerindeki kontrolüyle gerçekleştiriyor"
"Hangi teorik yaklaşım İsrail'in su stratejisini daha iyi açıklar? İsrail devleti mi, Filistin halkı mı, yoksa uluslararası toplum mu?" diye soran Talebi, "Açık olan şu ki, İsrail devleti suyu gerçekçi bir yaklaşımla ele almakta ve ulusal çıkarlarının ayrılmaz bir parçası olarak görüyor. Bu perspektife göre su, İsrail'in bağımsızlığını ve bölgesel üstünlüğünü korumak için vazgeçilmez bir unsur. Bu nedenle ülke, askeri gücünü kullanarak çıkarlarını en üst seviyeye çıkarmaya çalışıyor" şeklinde konuştu.
Talebi, "Bugün İsrail; Suriye, Filistin, Lübnan ve Ürdün gibi bölgesel etki alanlarında nüfuz kazanmışsa, bunu bombalardan ve silahlardan çok su kaynakları üzerindeki kontrolüyle gerçekleştiriyor. Bu durum, ona bölgesel üstünlük sağlarken diğer ülkeleri daha fazla bağımlı hâle getiriyor. Ancak oyun henüz bitmiş değil. Bölgedeki devletler, suyun ne kadar kritik bir mesele olduğunu hâlâ tam olarak kavrayabilmiş değiller. Oysa anlamaları gereken şey şu: Su, petrolden çok daha hayati bir kaynak ve onu korumanın yolu tüneller, kuyular ya da kısa vadeli çözümler değil; hukuk, diplomasi ve uzun vadeli sürdürülebilir politikalar geliştirmektir" değerlendirmesinde bulundu.
"İran'daki su kıtlığının ana sebebi, plansız su kullanımı, aşırı baraj inşaatları ve hükümetin sürdürülebilir su politikaları geliştirememesi"
İran'ın da kendi içinde benzer bir su krizi yaşadığını belirten Rıza Talebi, "Karun Nehri'nin yönünün değiştirilmesi ve Kuhreng Kanalı aracılığıyla merkeze su taşınması, sürekli baraj yapımıyla birlikte su göçünü artırdı ve zaten etnik olarak karmaşık yapıya sahip ülkede farklı topluluklar arasındaki gerilimleri daha da yükseltti" şeklinde konuştu.
Geçmişte Araplar, Lorlar, İsfahanlılar, Azerbaycan Türkleri ve Kürtler, su kaynaklarının paylaşımı konusunda karşı karşıya geldiklerini hatırlatan Talebi, "Urmiye Gölü'nün kuruması, İsfahan'daki Zayendeh Rud Nehri'nin kuraklığa sürüklenmesi ve Küçük Zap Suyu'nun yönünün değiştirilmesi gibi olaylar, ülkedeki etnik ve bölgesel gerilimlerin daha da derinleştiğini gösteren somut örneklerdir. Bunun yanında, Aras Nehri'nin kullanımıyla ilgili anlaşmazlıklar ve Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), İran'daki su krizinin sebepleri arasında sıkça öne sürülse de temel sorun Türkiye'nin su politikaları değil, İran'ın su yönetimindeki başarısızlığıdır. GAP'ın bölgesel etkileri elbette göz ardı edilemez; ancak İran'daki su kıtlığının ana sebebi, plansız su kullanımı, aşırı baraj inşaatları ve hükümetin sürdürülebilir su politikaları geliştirememesidir" dedi.
"Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını Ermenistan'dan geri alması da büyük ölçüde su meselesiyle ilintili"
Karabağ'daki Su-Kavuşan ve Hüdaferin Barajları'nın Azerbaycan'ın kontrolüne geçmesiyle, ülkenin su krizini yönetmesinin kolaylaşacağı iddia edildi.
Ancak Rıza Talebi'ye göre, mevcut su politikalarının yetersizliği göz önüne alındığında, bu durum uzun vadede bölgedeki su krizini tamamen çözmekten uzak.
"Küçük Zap Nehri'nin suyunun Urmiye Gölü'ne taşınması projesi, İran'daki Türk ve Kürt toplulukları arasında büyük anlaşmazlıklara yol açtı"
"İran'daki su krizinin en büyük sebeplerinden biri, hükümetin yer altı su kaynaklarını aşırı kullanma politikasıdır" diyen Rıza Talebi, "Mustafa Fedai Ferd, İran Büyük Barajlar Ulusal Komitesi'ne bağlı Sel Değerlendirme Uzmanlık Komitesi Başkanı olarak, yer altı suyunun aşırı çekilmesi ve su tabakalarının boşalması nedeniyle ülkenin batı ve kuzey bölgelerinde 37 milyondan fazla insanın göç etmek zorunda kalabileceğini belirtti. Ahmedinejad'ın cumhurbaşkanlığı döneminde artan kuraklık, halkın protestolarına neden oldu. Bu protestolar, suyun adil yönetimi ve paylaşımı konusundaki anlaşmazlıkları gün yüzüne çıkarmış; özellikle tarım ve içme suyu sorunları, taşra bölgelerinde yaşayan halk ile merkezi hükümet arasındaki gerilimi tırmandırdı" dedi.
Ahmedinejad döneminde, bu protestoları yatıştırmak amacıyla kırsal bölgelerde halka serbestçe su kuyusu açma izni verildiğini anlatan Talebi, "Ancak bu plansız uygulama, zaten tükenmekte olan yer altı su rezervlerini hızla tüketerek durumu daha da kötüleştirdi" dedi.
Rıza Talebi, sözlerini şöyle sürdürdü:
Batı Azerbaycan bölgesinde bulunan Urmiye Gölü'nün kurtarılması için birçok proje önerilmiş olsa da, bunlar sorunun çözülmesine yardımcı olmak yerine farklı topluluklar arasında yeni gerilimlere neden oldu. Örneğin, Küçük Zap Nehri'nin suyunun Urmiye Gölü'ne taşınması projesi, İran'daki Türk ve Kürt toplulukları arasında büyük anlaşmazlıklara yol açtı.
Ayrıca, Hazar Denizi'nden Basra Körfezi'ne bir kanal açılması ya da Umman Denizi'nden İsfahan'a su taşınması gibi projeler, hem ekonomik hem de çevresel açıdan ciddi eleştirilere maruz kaldı. Pek çok uzman, bu projelerin gerçekçi olmadığını ve İran'ın kıyı bölgelerinde su tüketimi yüksek sanayi tesisleri kurarak iç bölgelerdeki su baskısını azaltması gerektiğini savunuyor.
"İran'ın baraj inşaatları ve su yönetimi politikaları, su kıtlığını daha da artırdı"
Ayrıca, İran devletine ve özellikle Devrim Muhafızları'na bağlı bazı şirketlerin, Urmiye Gölü çevresindeki arazileri ele geçirerek aşırı su tüketimi gerektiren tarım faaliyetlerine giriştini öne süren Talebi, özellikle karpuz üretiminin, suyun büyük bir kısmını tüketirken halkın temel su ihtiyacının karşılanamaması ciddi bir çelişki oluşturduğunu söyledi.
Devletin yanlış politikaları ile aşırı baraj inşaatları ve su yönetimindeki yetersizliklerin, İran'ı büyük bir çevresel ve toplumsal felaketin eşiğine getirdiğini ileri süren Talebi, "Bazı uzmanlar, İran'ın gıda bağımsızlığı sağlamak adına yaptığı yanlış yatırımların tarım sektörünü sürdürülemez hâle getirdiğini ve bunun da yer altı ile yüzey sularının aşırı tüketilmesine neden olduğunu savunuyor. Bu yanlış politikalar, İran'ın büyük bir kısmında toprak çökmesi (subsidence) ve yenilenebilir su kaynaklarının yok olmasına yol açtı" dedi.
Talebi, "İran hükümetleri, Huzistan'ın büyük tarımsal ve su potansiyelini göz ardı eti; bölgedeki su yönetimine yatırım yapmak yerine, yalnızca petrol ve doğalgaz çıkarımına odaklandı. Bunun bir nedeni olarak, bu bölgenin büyük ölçüde Sünni Arap nüfusa sahip olması ve merkezi hükümet ile siyasi gerilimler yaşaması gösteriliyor" ifadelerini kullandı.
Ayrıca, "İran'ın baraj inşaatları ve su yönetimi politikaları, su kıtlığını daha da artırdı" diye vurgulayan Rıza Talebi, sözlerine şunları ekledi:
21'inci yüzyılın başlarından itibaren İran, 'insan yapımı kuraklık' ve aşırı su tüketimi sorunuyla karşı karşıya kaldı. Bu, su kaynaklarının sürdürülemez bir şekilde kullanılması, fırsatçılık ve kötü yönetim sonucunda ortaya çıktı.
Örneğin, 2012 yılında İran'da 316 baraj varken, 2018 yılı başlarında bu sayı 647'ye yükseldi. 2019'da İran hükümeti, kuraklıkla mücadele eden şehirlere su temin etmek için 2 yıl içinde 109 yeni baraj inşa etmeyi planladığını duyurdu. Ancak bu barajların büyük bir kısmı, nüfus yapısını değiştirme amacıyla ya da Devrim Muhafızları kontrolünde, uzun vadeli çevresel etkileri düşünülmeden inşa edilmiştir. Bu da İran'ın su krizini daha da derinleştiren en önemli faktörlerden biri oldu.
"Fırat Nehri suyunun yüzde 90'ı Türkiye'den, Dicle Nehri'nin yüzde 40'ı Suriye'den geliyor"
Irak'ta da durumun farklı olmadığını söyleyen Rıza Talebi, "2006-2007 yıllarında Enbar ve Ninova vilayetlerinde yaşanan kuraklık, IŞİD'in güçlenmesine zemin hazırladı. Susuzluk nedeniyle halk, çareyi daha radikal gruplarda aradı. Fırat Nehri'nin yüzde 90'ı Türkiye'den, Dicle'nin ise yüzde 40'ı Suriye'den geliyor. Ancak Irak'ın kendi iç su kaynakları, bu akışı dengeleyecek kapasitede değil" dedi.
Talebi, sözlerini şöyle sürdürdü:
İran, Kerhe ve Karun Nehirlerinin yönünü değiştirerek Şattülarap'a su akışını engelliyor ki bu bölgeler, İran'daki Arap nüfusunun yoğun olarak yaşadığı alanlardır. Aynı şekilde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi de bazı nehirlerin akışını kısarak Fırat'ı daha da zayıflatıyor. Böylece mesele, etnik ayrılıklardan öteye geçerek su ve stratejik kaynak mücadelesine dönüşüyor.
"Bu kaotik ortamda, IŞİD yeniden güç kazanıyor"
"Türkiye'de de su sorunları yaşanıyor, ancak durum günümüzde Irak ve Suriye'ye kıyasla daha iyi" yorumunu yapan Talebi, "Türkiye'nin su kaynaklarının büyük bölümü doğuda bulunuyor ve 40 yılı aşkın süredir bölgede faaliyet gösteren ayrılıkçı-terörist gruplar, diğer ülkelerde olduğu gibi su meselesini toprak meselesinden daha öncelikli hâle getiriyor" değerlendirmesinde bulundu.
"Bu krizin toplumsal ve siyasi etkileri de derinleşiyor" siyen Talebi, su krizi nedeniyle güneydeki Şiilerin, merkezi bölgelerdeki Sünnileri; Sünnilerin kuzeydeki Kürtleri; Kürtlerin ise Türkiye'nin su projelerini suçladığını söyledi.
Talebi, "Bu kaotik ortamda, özellikle su kaynaklarının hızla tükendiği orta bölgelerde IŞİD yeniden güç kazanıyor ve çölleşme arttıkça radikalizm de yayılıyor" dedi.
"Kimsenin bahsetmediği gerçek bu: Yeni bir Sykes-Picot düzeni değil, yeni bir 'Sykes-Suko' düzeni kuruluyor"
Şu anda su kaynaklarını kontrol eden ülkelerin (İsrail, Türkiye ve Afganistan) stratejik avantaj elde ettiğini belirten Talebi, "Bu stratejik madde, yeni Ortadoğu düzeninde toprak ve petrolden daha önemli hâle geldi ve bu, kaçınılmaz bir sonuç" yorumunu yaptı.
"İran, Suriye'de askeri olarak yenilmeden önce su konusunda çökmüştü; onu asıl felç eden silahlar değil, su kıtlığı. Aynı durum Pakistan ve hatta Ermenistan için de geçerli" diyen Talebi, sözlerini şöyle sürdürdü:
Bu denklemde:
- İsrail, su koridorları üzerinden stratejisini belirliyor,
- Türkiye, bu koridorları korumaya çalışıyor,
- Afganistan ise bu kaynaklarını kullanıyor.
Yeni Ortadoğu haritası artık etnik, ırksal veya ideolojik faktörler yerine su faktörü üzerinden şekilleniyor. Kimsenin bahsetmediği gerçek budur: Yeni bir Sykes-Picot düzeni değil, yeni bir 'Sykes-Suko' (su merkezli) düzeni kuruluyor.
Peki, bu süreçte bekleyip izlemek yeterli mi?
Ortadoğu'daki su krizlerinin; Körfez ülkeleri, Türkiye, Ürdün ve Lübnan gibi pek çok ülkeyi doğrudan etkilediğini söyleyen Rıza Talebi, "Lübnan meselesine kısaca değinmiş olsam da esas vurgulamak istediğim nokta, İsrail ve İran arasındaki muhtemel savaş öncesinde su savaşlarının giderek yaklaştığıdır. Bu faktör çoğu zaman göz ardı ediliyor. Evet, İran'da despotik bir yönetim, toplumsal huzursuzluk, baskı ve şiddet büyük sorunlar olarak öne çıkıyor. Ancak esas mesele, su, gıda ve enerji alanındaki büyük uçurum. Üstelik bölgedeki diğer ülkeler -İran'dan daha demokratik olmalarına rağmen- benzer sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır ya da yakın gelecekte kalacaktır" dedi.
"Türkiye'nin büyüyen ekonomisi suya ve enerjiye giderek daha fazla ihtiyaç duyuyor"
"Bugün kendi su sorununu çözen İsrail, suyu bir araç olarak kullanarak diğer ülkelerin krizlerini yönetmeye çalışacaktır. Bu durum, Türkiye için ciddi bir sorun teşkil edebilir" değerlendirmesinde bulunan Talebi, son olarak şunları söyledi:
Türkiye, su kaynaklarına sahip olmasına rağmen, kuraklık tehdidi, ormanların yok olması ve özellikle Güneydoğu'da su kaynakları etrafında şekillenen potansiyel çatışmalarla karşı karşıya. Bu çatışmalar, etnik kimlikler üzerinden değil, su kaynaklarının yönetimi üzerinden analiz edilmeli.
Türkiye'nin büyüyen ekonomisi suya ve enerjiye giderek daha fazla ihtiyaç duyuyor. Ancak kötü su yönetimi ve verimsiz uygulamalar, bu ihtiyaçları yeni krizlere ve gizli felaketlere dönüştürebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish