Yeni seçilen ABD başkanı Donald Trump yemin ettikten sonra çok sayıda başkanlık kararnamesi imzalayarak görevine başladı.
Bir önceki başkanlığı döneminde İslam dünyasından gelen tüm tepkilere rağmen tartışmalı bir karara imza atarak ABD'nin Tel Aviv'deki Büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınması kararını alan Trump bu yeni dönemde ABD'nin Gazze'de "yönetimi devralacağını", burada yaşayan Filistinlilerin başka yerlere yerleşmesi gerektiğini söyledi.
Trump'ın bu açıklamalarına karşı başta Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Filistin Yönetimi ve Arap Birliği ortak bildiri yayımlayarak karşı çıkarken, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Ürdün Kralı Abdullah'ta, Filistinlilerin hangi şartla olursa olsun topraklarından edilmesinin kabul edilemeyeceğini söyledi.
Trump'ın bu açıklamaları İsrail tarafını mutlu etse de bu açıklamalar bölge ülkeleri tarafından kabul edilecek gibi gözükmüyor.
Trump'ın bu sözleri aslında tarihte Siyonizm'in Babası Theodor Herzl'in 12 Haziran 1895 yılında günlüğüne düştüğü nottaki ifadelerinden başkası değildi.
Herzl; "Toprağa yavaş yavaş el koymalıyız. Meteliksiz nüfusa kendi ülkemizde istihdam imkânı tanımayıp onlara başka ülkelerde iş imkânları sağlayarak sınırın ötesine yollamaya çalışmalıyız. Hem el koyma süreci hem de fakirlerin bertaraf edilmesi süreci gizlice ve dikkatli bir şekilde yürütülmelidir" 1 sözleri ile günümüzde İsrail tarafından başta Gazze olmak üzere Filistin topraklarında yapılanların ideolojik bilinç altına ışık tutuyor.
Theodor Herzl, Leon Motzkin, Nahman Syrkin, Menahem Ussishkin, Chaim Weizmann, Israel Zangwill, Yitzhak Ben-Tzvi, David Ben-Gurion gibi Siyonist düşüncenin bütün liderleri "transfer" fikrini savunucuları oldular.
Peki, kendisi bir Hristiyan olan Donald Trump neden Siyonizm'in sözcülüğünü yapıyor?
İste bu sorunun cevabı hiç şüphesiz 1980'lerden itibaren Amerikan iç ve dış siyasetinde etkili haline gelen Evanjelizm ille alakalı bir durum.
Evanjelizmin kökeni
Evanjel Yunancada "iyi haber" ya da "genel olarak kabul edilen gerçek" anlamına gelen evangeliondan türetilmiş bir kelime.
Evanjelizm; "Kitab-ı Mukaddes'e dönmek veya yönelmek" anlamına gelir.
Kitab-ı Mukaddes'ten kastedilen ise sadece İncil değil, aynı zamanda Tevrat'ı da içine alan bir anlam taşır.
Evanjelist sözcüğü en basit anlamıyla Hristiyanlık bildirisini vaaz eden yayan kişiye verilen isimdir.
Kökleri 16 ve 17'nci yüzyıl İngiltere'sindeki Püriten burjuvaziye dayanan, Protestanlığın içinde gelişim gösteren mezhebin temelleri İngiliz George Whitefield (1715-1770), Methodizm'in kurucusu John Wesley (1703-1791) ve Amerikalı filozof ve teolog Jonathan Edwards (1703-1785) tarafından atılmış özellikle İngiltere ile ABD'de etkili oldu.
Evanjelist öğretiye göre Hristiyanların cennetlerine kavuşabilmelerinin yolu ancak İsrailoğullarının emellerinden geçiyor.
Evanjelikler Yeni Ahit metinlerinde ve Yuhanna'ya atfedilen Vahiy'de anlatılan olayların birebir gerçekleşeceğine inanıyorlar.
Evanjelistlere göre gelecekte yeryüzünün hâkimiyeti İsrailoğullarının, ahiret ise Hristiyanlarındır.
Ahiret vaktinin vuku bulması için kıyametin kopması gerekir. Kıyametse ancak İsrailoğullarının yeryüzüne hâkim olmalarıyla kopacaktır.
Protestan Evanjelikler kıyamet öncesi İsa'nın yeryüzüne geleceğine inanır. Bütün önemli olaylar silsilesi İsrail'in yeniden kurulması merkezlidir.
Hristiyan Siyonist; Evanjelistler neden İsrail'i destekliyor?
İngiltere Hristiyan Siyonizm'in doğduğu yer olarak kabul edilir.
Tanrı'nın kendilerini İsrail'e yardım etmekle görevlendirdiği düşüncesi, Amerikalılardan önce İngilizler tarafından benimsendi.
1800'lü yıllarda yaşayan İrlandalı Teolog John Nelson Darby bu düşüncenin temellerini atan ve ABD'ye taşıyan kişi olarak kabul edilir.
Hristiyan Siyonizm'in milyonlar tarafından benimsenmesinde ise Cyrus Ingerson Scofield'in Reference Bible isimli eseri önemli rol oynadı.
Hristiyan Siyonizm'in en önemli dayanağı Tekvin 12/3'dir. 1 ve 2'nci kısımlarla birlikte okunduğunda Yehova'nın Hz. İbrahim'e kendisine göstereceği memlekete gitmesini buyurduğu, Hz. İbrahim'in soyundan gelenleri destekleyeceği, ona hayır dua edenleri kutsayacağı, onu lanetleyenleri ise lanetleyeceği anlamı çıkıyor.
Yoel 3/2'ye göre ise Tanrı tüm milletleri toplayacak ve mirası olan İsrail için onlardan hesap soracaktır.
Hıristiyan Siyonizm'inin teolojisini kavramak için altında yatan eskatolojik senaryoya bilmek gerekir.
Hristiyan Siyonistler, "Premilenyal Dispensasyonel" teolojinin gerçek olduğuna ve ayniyle gerçekleşeceğine inanmaktadır. Bu öğretiye göre dünya tarihi yedi çağdan oluşuyor.
Masumiyet, Vicdan, Sivil Yönetim, Ataerkil Yönetim, Musa Kanunu, Rehmet ve Milenyum çağlarıdır.
İnsanlığın şuanda altıncı çağda olduğu kabul edilmekte ancak çok yakın zamanda yedinci çağa girileceğine inanılır. Bu bağlamda Ortadoğu'da gerçekleşecek olaylar önem arz ediyor.
7 temel üzerine inşa edilen Hristiyan Siyonizm'ine göre ultra literalist hermenötik, Yahudilerin Tanrı tarafından seçilmiş millet olduğuna duyulan inanç, Yahudilerin İsrail toprağı olarak nitelenen bölgeye hâkimiyeti, Kudüs'ün Yahudilerin başkenti oluşu, Tapınağın yeniden inşa edilmesi, Araplar ve Filistinlilerin İsrail'in düşmanı olduğu inancı ve Armageddon Savaşı'na duyulan inanç olarak sıralanabilir.
Hristiyan Siyonistlerde temel olan Hristiyanlığın kutsal metinlerinin merkezine Siyonizm'in yerleştirilmesidir.
Hristiyan Siyonistlere göre Yahudiler Tanrı tarafından seçilmiş bir millettir. Kudüs Yahudilerin başkentidir.
Yahudilerin yıkılan tapınağının yeniden Kudüs'te inşa edileceğine dair inanç da Hıristiyan Siyonistlerin temel inanç esaslarındandır.
Kutsal Kitabın Daniel 9:26-27'e referans verirler. Hristiyan Siyonistler İsrail'in ulusal sınırlarını Eretz Ysrael diye bilinen bölgeye kadar genişlemesini Kutsal Kitap'ta Genesis 15:18'e dayandırarak meşru hakkı olarak değerlendirirler.
Bu şu demektir ki; Gazze, Batı Şeria, Golan tepeleri, Lübnan, Ürdün ve bugünkü Mısır'ın bir kısmı bu sınırların içinde bulunuyor. İsa'nın gelişi ve milenyum krallığının kuruluşu için Yahudi devletinin bu bölgeye hâkimiyeti kaçınılmaz.
Bu inancın bir sonucu olarak Hıristiyan Siyonistler iki devletli çözüme karşı çıkarlar ve Filistinlilerin toprak hakkını ve devlet talebini görmezden gelirler.
İsrail'in kuruluğunu ve altı gün savaşlarında elde ettiği başarıyı Tanrı'nın insanlık tarihine müdahalesinin bir işareti olarak yorumlayan Hristiyan Siyonistler Batı Şeria'dan çekilmeyi günahkâr bir davranış olarak kabul ederler.
Kudüs Hıristiyan Siyonistler için çok önemli. Kudüs'ün ve Batı Şeria'nın İsrail tarafından ele geçirilmesi Eski ve Yeni Ahit'in ahir zamanla ilgili vaatlerinin gerçekleşmesi olarak görülüyor.
Yahudiler, vadedilmiş topraklara yerleşip siyasal iktidarlarını kurarlarsa Evanjelikler de ahirette iktidarlarını sağlayabileceklerine inanıyorlar.
Hristiyan Siyonizm'i ile ilgili dikkate alınması gereken bir iddia daha vardır ki çok fazla dile getirilmez.
Hıristiyan Siyonizm'inin ideolojik köklerinde İngilizlerin Osmanlı karşıtı Ortadoğu politikalarının dini söyleme dönüşmüş hali olduğu iddialarıdır.
İngiliz emperyalizmi için önemli bir ideolojik zemin oluşturan Hıristiyan Siyonizm'i, aynı şekilde günümüzde Amerikan emperyalizmine ideolojik zemin sağlamakta, İsrail lobisinin de önemli bir parçasını oluşturuyor.
Amerikan Senatosu'nda dış ilişkiler komitesinde uzun yıllar görev alan Clifford A. Kiracofe, Jr. Dark Crusade: Christian Zionism and US Foreign Policy adlı kitabında Hıristiyan Siyonizm'inin emperyal siyasetin bir aracı olarak İngilizlerin yönlendirmesiyle ortaya çıktığını kaydeder.
Yahudilerin Filistin topraklarına göçü meselesindeki ilk adımların İngiliz siyaset adamı Lord Palmerston tarafından atıldığını ifade eder.
Tarihe baktığımızda kalıplaşmış Hristiyan dünyada Yahudilere hiçbir zaman iyi gözle bakılmadığını içinde bulundukları Avrupa topluluklarından dışlandıklarını Hristiyan yerleşim yerlerinin dahi dışında tutulduklarını görürüz.
Protestanlığın kurucusu Luther ve Papa'nın Yahudileri düşman ilan ettikleri bilinirken "İsa'yı öldüren Yahudiler" neden Hristiyanların yenidünya düzeninde kader ortağı olsun?
Hristiyanlar neden Yahudileri seçilmiş insanlar olarak kabul etsin?
Orta Çağ'da Hıristiyanlarca "tanrı katili" olarak sıfatlanan Yahudiler neden ve nasıl ilahi bir görev üstleniyor?
Bu sorular gerçekten cevaplanması gereken önemli sorulardır.
Hristiyan Siyonist öğretilerin özellikle, Theodor Herzl gibi bazı Siyonist Yahudilerin çalışmaları ve yoğun çabaları neticesinde "İncil Tefsiri" kisvesi adı altında Hristiyanlığa sokularak klasik Hristiyan düşüncesi ve bakış açısının deformasyona uğratıldığı iddia ediliyor.
Bu nedenledir ki Siyonist olmayan Hıristiyan teologlar Hıristiyan Siyonizm'inin teolojisini birçok kez eleştiriye tabi tutmuş Yahudilerin seçilmiş ırk olarak görülmesi, Yeni Ahit'in bu ideolojiye destek vermemesi, "Armageddon Savaşı"nın büyük mezheplerde karşılığının olmayışı ve hareketin Yahudi karakteri taşıması gibi sebepler yüzünden bazı Hıristiyan teologlar Hıristiyan Siyonizm'ini heretik(zındık) ilan etti.
Trump-Evanjelizm ilişkisi; ABD siyasetinde artan Evanjelizm etkisi
Bu makaleyi yazarken ajanslara bir haber düştü Evanjelik topluluk liderleri, Donald Trump'ı Mesih ilan ederek Virginia eyaletinde Trump'a adanmış bir kilise kurdu.
Bu haber aslında Evanjeliklerle Trump arasındaki ilişkiyi ve Evanjeliklerin ABD iç ve dış siyasetindeki artan etkisini göstermesi açısından önemli bir gelişme.
Dinin insanlar üzerinde etkili olduğu bir toplum yapısına sahip olan ABD'nin dış politikası, reelpolitik reflekslerle hareket etse de da, dinin etkisi bariz bir şekilde dış politikada kendisini hissettirir.
ABD'de önemli dış politika kararları dini motivasyonlarla alınmasa da dini çıkar gruplarının dış politika üzerinde ikincil derecede etkili olduklarını söyleyebiliriz.
Özellikle Cumhuriyetçi başkanlar döneminde Evanjelik lobinin baskısı artmakta ve dış politika daha muhafazakâr, dinî temelli bir yön kazanmaktadır.
1950'lerde ABD'de sadece 4 milyon olan Evanjelistler 1980'lere gelindiğinde Amerikan iç ve dış siyasetinde ağırlıkları iyice hissedilir hale geldi.
Bugün ABD'de sayıları yaklaşık 100 milyon olarak ifade ediliyor.
1976'da Amerikalılar'ın başkanlık seçimlerinde Baptist Pazar Okulu öğretmeni Jimmy Carter'ı başkan seçmeleri ile Amerikan dış politikasında din unsurunun daha görünür hale geldiğini söyleyebiliriz.
1970'lere kadar Demokratları destekleyen Evanjelistler The New Christian Right (Yeni Hristiyan Sağ) olarak daha çok Cumhuriyetçileri desteklemeye başladılar.
Carter yönetimi sırasında görünürlüğü artan bu gruplar Reagan'ın Başkanlığı ile birlikte tamamıyla Cumhuriyetçi partiyle eklemlendi.
1989'da Baba Bush'un seçilmesinde en etkin kitle yine onlar oldu. 2001 yılında Oğul Bush'u seçtirerek "Bush Doktirini" olarak bilinen ABD'nin İslam dünyası karşıtı olarak geliştirdiği güncel siyasetin mühendisliğini yaptılar.
2016 seçimlerinde yüzde 81 gibi yüksek bir çoğunlukla Donald Trump'ın seçilmesinde etkili oldular.
Evanjeliklerin Trump'ı desteklemelerinin ardında yatan neden Trump'ın koyu bir Hristiyan veya Evanjelik olmasıyla alakalı değil.
Esasında Donald Trump, evanjelik ahlak anlayışı bakımından hiç de uygun bir aday gibi gözükmese ve bu durum Evanjeliklerin kendi aralarında zaman zaman eleştiri konusu haline gelse de büyük bir çoğunluk seçimlerde Trump'ı destekledi.
Hiç şüphesiz bunun nedeni her iki tarafından oportünist bir şekilde davranmalarıdır.
Evanjeliklerin kendi politik amaçlarını Trump üzerinden gerçekleştirmeye çalıştıklarını bu bağlamda Trump'ın ekibinde ciddi anlamda Evanjelist düşünceye sahip kişilerin olduğu bilinen bir gerçek.
Teksas, Kuzey Carolina, Indiana gibi eyaletlerde, seçmen nüfusunun yaklaşık çeyreğini teşkil eden Evanjeliklere yanaşan Trump, en başından itibaren onlarla kader birliği yaparak Hareketin nüfuzlu simalarıyla Evangelical Advisory Board adlı danışma kurulunu oluşturmuş ve ilişkisine organik bir yapı kazandırdı.
Her ne kadar hiç de dindar bir mazisi olmasa da, muhafazakârlara hayli uzak görünse de skandalist mazisine rağmen de Evanjeliklerin kahir ekseriyetinin oyunu almayı başardı.
Hiç şüphesiz bunda Trump'ın bir önceki döneminde İsrail ile kurmuş olduğu olumlu ilişki ve Evanjelist öğretilere yönelik almış olduğu kararların etkisi büyüktür.
Trump'ın ilk döneminde aldığı bir karar ile "Kudüs'ü resmî olarak İsrail'in başkenti olarak tanıması" Evanjelik ve Siyonist hülyanın tahakkuku için en ileri adımlardan biri olarak kabul edildi.
Evanjelik liderlerden Michael Evans'ın kurduğu Friends of Zion (Siyon'un Dostları) müzesi tarafından "hiçbir başkanın İsrail'i ve Yahudi milletini küresel ölçekte bu denli savunmadığı" gerekçesiyle Friends of Zion ödülüne layık görülmesi gayet doğaldı.
2018 yılında büyükelçiliğin açılış törenine Ivanka Trump ve eşi Jared Kushner gibi isimlerle birlikte katılan Hagee, tören esnasında kürsüye çıkarak dini temaların yoğunlukta olduğu coşkulu bir konuşma yaptı ve "İsrail'in hala yaşadığını, bunu bütün 'İslamcıların' görmesi gerektiğini" belirterek meydan okudu.
Trump yönetimi üzerindeki Evanjelik nüfuzu gösteren bu önemli karardan önce bazı Evanjelik liderler Trump'ı, Yahudileri Babil'in tutsaklığından kurtarmış olan milattan önce 6'ncı yüzyılda yaşamış Pers İmparatoru Cyrus'a benzeti.
Elçiliğin taşınması kararı, Trump'ın Yahudileri kurtarıp ana vatanları Kudüs'e dönmelerini sağlayan ve Süleyman Tapınağı'nı tekrar inşa eden Cyrus'la kıyaslanan pozisyonunu daha da güçlendirdi.
Trump'ın, hiçbir diplomatik tecrübesi olmayan Yahudi damadı Kushner'i işaret ederek, "Ortadoğu'da barışı Kushner sağlayamazsa hiç kimse sağlayamaz" diyerek danışman yapması aynı şekilde Yahudi kökenli avukatı David Friedman'ı ABD'nin İsrail Büyükelçisi olarak görevlendirmesi, uluslararası barış görüşmelerinden sorumlu özel temsilcisi olarak ataması Evanjelist grupları oldukça memnun etti.
ABD yönetiminin İsrail-Filistin meselesindeki politikalarına yön verecek kişi olarak Haredim Yahudi'si bir aileden gelen Jason Greenblatt'ı görevlendirmesi hep bu grupların Trump üzerindeki baskılar sonucunda oldu.
Geleceğe yönelik beklentilerde Evanjelikler Yahudilere önemli roller biçiyorlar.
Onlara göre bu olayların gerçekleşmesi için Kutsal Mabedin Yahudilerce yeniden yapılması gerekir.
İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişine uygun şartların oluşmasında sağlayacakları katkıdır.
Yahudilerle ilgili bu yaklaşımları Evanjeliklerin başta ABD olmak üzere etkili oldukları her yerde Yahudilere özellikle de Siyonizm'e güçlü destek vermelerinin nedenidir.
Gerek siyasal açıdan gerekse ekonomik/finansal açıdan verdikleri destekle İsrail'e Ortadoğu politikalarında arka çıkıyor.
Evanjeliklere göre İslam ve Müslümanlar en görünür tehdit unsurudur.
Ayrıca İslam, Hıristiyan yayılmacılığı karşısındaki büyük engel olarak kabul ediliyor.
Eski Evanjelik yazar Frank Schaeffer de seçimlerden önce yaptığı açıklamada, "Donald Trump'ın Evanjeliklerin desteğini korumak için İsrail'e tam destek vereceğini" söyledi.
ABD'de Trump liderliğinin tehlikeli bir fanatizmle birleştiğini belirten Schaeffer, "Trump bir tarikat lideri. Normal siyasetle hiçbir ilgisi olmayan adanmış bir takipçi kitlesine sahip tarikat lideri. Trump, ülkenin ellerinden alındığını düşünen öfkeli bir grup insana liderlik ediyor" dedi.
Schaeffer, ayrıca şunları aktardı:
Trump yeniden seçilirse, ikinci döneminin sonunda Batı Şeria'nın ilhakı tamamlanmış olacak. Tıpkı daha önce büyükelçiliği Kudüs'e taşırken yaptığı gibi bu kez de Adelson'ın tam olarak yapmasını istediği şeyi yapacak. Bunun nedeni İsrail'i sevmesi değil, tüm mesele ABD'li Evanjelik beyaz milliyetçi Hristiyanların oylarını ve desteğini korumak. Trump kimseyi ne seviyor ne de nefret ediyor, onun için bunlar asla önemli değil. Bu sadece güçle ilgili.
Trump, İsrail'deki en sert çizgiyle ittifak yapacak ve ne isterlerse sağlayacak. Eğer bu Gazze'nin tamamen yok edilmesini içeriyorsa, bunu da yapacaktır. Trump'ın barbarlık ve zalimlik konusunda yapacaklarının sınırı yok. İnsani düzeyde en ufak nezaket kırıntısına sahip değil.
Şöyle ki bu sözler Trump yönetiminin, A tipi topraklar olarak kabul edilen Ortadoğu'da taraflar arasında barışa ve huzura katkıda bulunması gerekirken "balkanizasyona ve radikalleşmeye" bir kez daha kapı açma ihtimalidir.
Makro boyutta Filistin, mikro boyutta ise Kudüs, yüz yılı aşkın bir süredir bitmeyen bir senfoni olarak uluslararası güncel sorunlar listesinin başında yer almaya devam edecek gözüküyor.
Gazze'yi boşalma stratejisinin ardında doğalgaz mı var?
Doğu Akdeniz bölgesi son dönemde enerji çalışmalarının yoğunlaşmasıyla her geçen gün artan bir öneme kavuştu.
2000'li yıllarda hatırı sayılır miktarda petrol ve doğalgaz yatakları bulunan bölge, enerji transferinde de önemli bir kavşak olarak etkisini artırıyor.
Jeologlar ve doğal kaynaklar üzerine çalışan ekonomistler İşgal Altındaki Filistin Topraklarının önemli petrol ve doğalgaz rezervleri üzerinde bulunduğunu teyit ediyor.
Bu rezervlerin bir kısmı Batı Şeria'da, bir kısmı da Gazze Şeridi açıklarındaki denizin altında olduğu ifade ediliyor.
Gazze Açık Deniz Gaz Sahası, Gazze Şeridi kıyısından 30 kilometre açıkta bulunan iki doğalgaz rezerv alanından oluşuyor.
Bunlardan biri Gaza Marine One diğeri de Gaza Marine Two olarak da bilinen bu gaz sahalarında, British Gas Grubunun açıklamalarına göre güvenilir gaz rezervinin yaklaşık 38 milyar metreküp olduğu ifade edildi.
2019 tarihli UNCTAD raporuna göre bölgede 3 milyar varillik bir rezerv olduğu düşünülüyor.
Peki, Trump'ın hedefinde Gazze'nin açık deniz alanındaki doğalgaz rezervleri mi?
2000'li yıllardan beri Gazze açıklarındaki petrol ve gaz rezervlerinin çıkarılmasına yönelik bir istek var.
Fakat Trump'ın söylemlerinin ardındaki nedenin tek başına bu olduğunu söylemek yanıltıcı olacaktır.
Hiç şüphesiz ki Gazze'nin siyasi açıdan önemi ekonomik açıdan öneminden çok daha büyük.
Bu açıdan baktığımızda Gazze'nin doğalgaz açısından sahip olduğu miktar, İsrail'in ekonomik olarak mutlaka sahip olmak isteyeceği kadar büyük bir rezerv değil.
Körfez ülkelerinin sahip oldukları rezerv Gazze'nin sahip olduğun miktardan kat kat fazla. Bu gerçekler Gazze'deki asıl meselenin siyasi olduğunu gösteriyor.
İsrail'in Gazze gazıyla ilgili girişimleri stratejik bir amaç taşıyor. İsrail uyguladığı ambargo ile bölgenin su ve enerji konusundaki kendisine olan bağımlılığın azalmasını önlemeye yönelik bir duruş ortaya koyuyor.
Gazzelilerin su ihtiyaçlarını yeraltı sularından ve arıtma tesislerinden sağladığı ve bunun için enerjiye duyduğu ihtiyacı düşündüğümüzde İsrail enerjiyi kontrol altına alarak dolaylı olarak Gazzelilerin su ihtiyacını da kontrol altına almayı hedefliyor.
Buradaki amaç Gazze'nin İsrail'e bağımlılığını sürdürmek.
Trump'ın açıklamaları, işgalci İsrail rejimiyle tam bir uyum içinde olduğunu ve Filistin halkına yönelik saldırıları desteklediğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Gerek Filistin halkı gerekse bölge ülkeleri ve uluslararası kamuoyunun böyle bir girişimi desteklemeyeceği biliniyor.
Avrupalı devletler ve Çin açık şekilde buna karşı çıktı Böylesi bir girişimin yeni bir Nekbeyi tetiklemesi de muhtemel.
7 Ekim olaylarından sonra İsrail'in Gazze topraklarında uyguladığı soy kırım ve insanlık dramı Siyonist rejimin ciddi meşruiyet kaybı yaşamasına neden oldu.
Bu girişimleri ile ne Gazze halkının nede Hamas'ın askeri kapasitesini yok etmeyi başarabildi.
İsrail'in böyle bir girişimde bulunmasının bölgedeki çatışmaları ve istikrarsızlığı derinleştireceği kesin.
Bu, bölgede hiç kimsenin istemeyeceği bir durum aslında.
Her ne kadar Trump destekçisi Evanjelistler İsrail'in eylemlerine şartsız destek verseler de bu denli bir işgalin 7 Ekim olaylarından sonra Avrupa'da ciddi eleştirilere hedef olan İsrail'e de ciddi meşruiyet kaybı yaşatacağı kesin.
1. Benny Morris, The Birth of the Palestinian Refugee Problem Revisted, (Cambridge: Cambirdge University Press, 2004), 41
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish