Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor(Edip Cansever)
Şehirler, sanatta pek çok sanatçı için vazgeçilmez bir öğedir.
Şehirler ile sanatçılar arasındaki ilişki "ünsiyet" niteliğindedir.
Ünsiyet, bu bağlamda iki tarafın birbirine alışması, uyum sağlaması ve karşılıklı dönüşmesi anlamına gelir.
Sanatçılar bir şehirde uzun süre yaşadığında o mekânla duygusal ve entelektüel bir bağ kurar.
Âşık oldukları bu şehri özlemle, hasretle yâd ederler.
Şehirlerini eserlerine taşıyarak, bir anlamda o şehre karşı hissettiklerini ete kemiğe büründürürler.
Marcel Proust'un Paris'i, bu ünsiyetin en iyi örneklerinden biridir.
Paris'in kafeleri, sokakları ve insanları, Proust'un her satırına sinmiştir.
Benzer şekilde, şehirler de sanatçıların varlığıyla yeni bir çehre kazanır.
20'nci yüzyıl başlarında New York, birçok modern sanatçının toplandığı bir yer olur.
Bu sayede New York şehri fiziksel bir mekân olmaktan çıkıp cazibeli bir sanat ve edebiyat merkezi haline gelir.
Garip bir ilişki bu. Böylece; bazı yazarlar; sanatta ve edebiyatta yaşadıkları şehrin sanatçısı, yazarı, şairi olarak bilinir.
Necip Mahfuz ile Kahire'yi, Mehmed Uzun ile Diyarbekir'i, Homeros ile Troya'yı, Nikolai Gogol ile St.Petersburg'u ve Orhan Pamuk ile İstanbul'u tüm dünya tanımıştır.
İstanbullu bir ailenin çocuğu olarak hayatının büyük bölümünü Nişantaşı'nda geçiren Orhan Pamuk, yetiştiği çevreyi eserlerinde yoğun bir şekilde işler.
İstanbul'a tüm kalbiyle bağlıdır. Şehirde yaşanan değişikliklere bile tahammül edemez.
İstanbul, onun hayatının ve sanatının bir ayrılmaz parçasıdır.
Bu nedenle, ünlü yazarın sanatını anlamak için onun İstanbul'a bakışını ve şehrin sanatına olan etkisini detaylı bir şekilde incelemek gereklidir.
İstanbul üzerine kaleme aldığı yazılar, "Manzaradan Parçalar" ve "Öteki Renkler" gibi kitaplarında yer alır.
Ayrıca, "Kafamda Bir Tuhaflık Var", "Benim Adım Kırmızı", "Cevdet Bey ve Oğulları", "Beyaz Kale" gibi romanları da İstanbul'da geçer.
Bu romanlarda şehir, hem bir mekân hem de bir tema olarak öne çıkar.
Pamuk'un eserlerinde sıkça karşılaşılan semt ise, Nişantaşı'dır.
Kitapları okunduğunda yazarın İstanbul'u dinlediğini, onun sesine kulak verdiğini, onu sanatının malzemesi haline getirdiği hemen anlaşılıyor.
…öğle vakti aşırı bahar sıcağında Nişantaşı'nın kaldırımları bana sihirli bir şekilde sapsarı gözükmeye başladı. 1
Burada özellikle detayına inmek istediğim kitap, "İstanbul: Hatıralar ve Şehir"dir.
Bu kitapta sadece Orhan Pamuk ve İstanbul vardır.
Bu nedenle; "İstanbul: Hatıralar ve Şehir"i okumadan ne İstanbul ne de Orhan Pamuk'un tam olarak tanınmayacağını düşünürüm.
İstanbul; romanlara, şiirlere, resimlere, filmlere şarkılara ve daha birçok çalışmaya konu oldu.
"İstanbul hakkında yazılmayan, çizilmeyen bir şey mi kaldı?" denildiğini de duyar gibiyim.
Bu kısmen doğru. Ama her sanatçının bir şehri kendi muhayyilesinde yeniden yarattığını, ona yeni anlamlar yüklediğini de unutmamak gerek.
Zaten sanat yapmak böyle bir şey değil mi?
Edebiyatın zirvesine ulaşmış ve orada kalmanın bedelini ödeyen bir isim, Orhan Pamuk.
Çalışkanlığı ve titizliğiyle, adeta "iğne ile kuyu kazar gibi" sabırla yazarlığına giden yolu nasıl ilmek ilmek dokuduğunu, anılarının ve İstanbul'un nasıl iç içe geçtiğini, savaş yorgunu şehrin hüzünlü atmosferinin o dizelerde nasıl yer bulduğunu iyice anlamak için yazarın İstanbul'unu okumak elzemdir.
Onun en etkileyici yanı, İstanbul kokan hatıralarını bir roman ustalığıyla nakşetmesi; geçmişle bugünü harmanlayarak, tarihi şehri bambaşka bir siluetle yeniden inşa ederek okurun karşısına çıkarması.
Her satırında sanki, "İşte benim İstanbul'um bu!" dercesine şehre duyduğu sevgiyi ve hüznü paylaşır.
Yazarın anılarını okurken ilkin modern görünümlü, modern söylemli ve Atatürk'ün devrimlerine destek veren, laik bir ailede yetişmiş olduğunun tüm boyutlarını görmek pek âlâ mümkün.
Önceleri resimle ilgilendiğini, daha sonra resmi bırakıp "Yazar olacağım ben"2 diyerek uğraş değiştirdiğini ve tabiî ki bir İstanbul sevdalısı olduğunu öğreniyoruz.
Belki de burada "İstanbul sevdalısı" ne demek biraz açmak gerek okurun iyice anlaması için.
Yazar, İstanbul'u sadece bir şehir olarak değil, adeta yazgısının bir parçası olarak görür.
Çünkü İstanbul, anılarının arasına sızmıştır; o, olmadan hayatı eksiktir.
Şehir ile anıları iç içe geçtikçe şehrin içinde kayboldukça, bu serüvenin ne kadarı şehre, ne kadarı onun hayatına ait olduğunu ayırt etmek imkânsız hale gelir.
Ve o şehir, kişinin tarihinin tam merkezine yerleşir; ondan kurtulmak neredeyse imkânsız olur.
Artık nerede yaşadığınızın bir önemi kalmaz çünkü nerede olursanız olun hasretle hep "o şehri" anarsınız.
Doğduğum ve bütün hayatımı geçirdiğim İstanbul'un da benim için tartışılmaz bir kader olduğunu anlarım. Bu kitap, bu kader hakkında… 3
Başka bir deyişle; onun hayatında sadece İstanbul, hep İstanbul, tamamen İstanbul oldu.
Yazar, kitabıyla; kendi hatıralarını sanatına dönüştürmüş; kaderin kendisine sunduklarını, farklı yollarla okuruna aktarıyor.
Tam da bu noktada; filozof Michel Foucault'nun şu sözünü hatırlama zamanı:
Neden kendi yaşamımız da bir sanat eseri olmasın?
Orhan Pamuk'un İstanbul hakkındaki gözlemlerini önemserim.
Çöken bir imparatorluğa başkentlik yapmış, uzun bir dönem işgal altında kalmış; en zayıf ve en yoksul günlerini yaşayan bir şehirde yaşayıp da ondan etkilenmemek imkânsızdır elbette.
Yıllar sonra hafızasını tazeleyip onları tüm doğallığıyla ve kendini abartmadan, içten bir üslupla anlatır yazar. Zamanı geriye sararak o anları, tekrar tekrar yaşamanın, gözünde canlandırmanın, yüreğinde hissetmenin hassas bir ruha yapacağı ağırlığı tahmin etmek zor değil.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkım duygusu, yoksulluk ve şehri kaplayan yıkıntıların verdiği hüzün, bütün hayatım boyunca, İstanbul'u belirleyen şeyler oldu. Hayatım bu hüzünle savaşarak ya da onu, bütün İstanbullular gibi en sonunda benimseyerek geçti. 4
Edebiyattaki ortak noktalar "Edebiyatta akrabalık bağı" oluşturur.
Bu yakınlık genellikle biyolojik kan bağına dayanan akrabalıktan farklı bir kavramdır.
Grimm Kardeşler, William ve Henry James gibi istisnalar dışında, edebiyat/sanat aleminde kan bağına dayalı akrabalıklara pek rastlanmaz.
Buradaki bağ, daha çok aynı edebi akıma mensup olma, benzer konuları işleme veya aynı türden eserler verme gibi ortak paydalara dayanır.
Orhan Pamuk'un, Ahmet Ümit, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezen Aksu, Ara Güler, Germain Fabius Brest, Raşit Ekrem Koçu ve Orhan Veli Kanık gibi isimlerle edebi bir "akrabalık" bağı olduğu söylenebilir.
Soyadları, memleketleri, edebi akımları ve eser verdikleri türler farklı olsa da bu yazarları ve sanatçıları bir araya getiren en önemli ortak nokta, "İstanbulsever" olmalarıdır.
Bu isimlerin her biri, İstanbul'la güçlü bağlar kurmuş ve çalışmalarına bu kadim şehre duydukları sevgiyi yansıtmıştır.
Kimisi gezi notlarında, kimisi romanlarında, kimisi şarkılarında, kimisi de şiirlerinde İstanbul'u işlemiştir.
Ancak, şehre duydukları sevgi ve bağlılık, onları ortak bir zeminde birleştirse de bakış açıları birbirinden oldukça farklıdır.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın İstanbul'u, gelenek, muhafazakârlık ve dini yönlerin ağır bastığı bir şehirdir.
Tanpınar, İstanbul'un klasik müzikle, mimariyle ve geçmişin zarafetiyle bütünleşmesini ister.
Buna karşın, Orhan Pamuk'un İstanbul tasvirlerinde seküler ve Batılı izler ön plandadır.
Geleneksel öğeler Pamuk'un eserlerinde belirgin bir yer tutmaz.
Tüm bu farklı yaklaşımlar, İstanbul'u Türk edebiyatında en çok işlenen şehir yapmıştır.
Bu tür çabalar anlamlıdır, değerlidir ve takdire şayandır.
Bu uğraşların etkileri, Orhan Pamuk'un çocukluk anılarında bile görülür.
Pamuk, Raşit Ekrem Koçu'nun kült eseri "İstanbul Ansiklopedisi"ni ara sıra herhangi bir cildini açıp okuyarak İstanbul'a olan bağını derinleştirdiğini belirtir.
Uzanıp Kanlıca'nın orta yerinde bi' taşa
Gözümün yaşını yüzdürdüm Hisar'a doğru
Yapacak hiçbi' şey yok gitmek istedi gitti
Hem anlıyorum hem çok acı tek taraflı bitti 5
Yerli olan İstanbul'a içeriden baktık birazda evrensel olanına yabancıların gözünden bakalım.
Tarihiyle, jeopolitik konumuyla, iş imkânlarıyla, turistik mekanlarıyla, dini önemiyle; farklı milletlere, yabancı diplomatlara, yazarlara, farklı inanç gruplarına mavi boncuk dağıtan bir şehirdir, kadim İstanbul.
Avrupalılar "konstantinapolis" diye bahsederken Napolyon Bonapart "Eğer dünya tek bir devlet olsaydı başkenti İstanbul olurdu" der.
Ünlü Rus yazar Dostoyevski günlüklerinde "İstanbul er ya da geç bizim olacaktır."diye yazar. Emekçiler"İstanbul'un taşı toprağı altındır" diyerek oraya çalışmaya giderler.
Müslüman ülke orduları İstanbul'un ele geçirilmesine kutsiyet atfetmek böylece askerleri motive etmek için "İstanbul elbet feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir" hadisinden cömertçe faydalanırlar.
Ancak, bu hadisin sahih olduğunu savunanlar olduğu gibi zayıf bir hadis olduğunu ileri sürenler de var.
Ayrıca, bazıları bu hadisin, Emeviler döneminde İstanbul'u Arap topraklarına katma çabaları doğrultusunda Muaviye'yi yüceltmek için uydurulduğunu iddia etmektedir.
Bununla birlikte, hadisin doğruluğu hakkındaki tartışmalardan bağımsız olarak, İstanbul'un İslam dünyası için taşıdığı öneme dikkat çektiği için bu konuya bir parantez açmak istedim.
Her kesimin kendisinden bir şeyler bulduğu/buldurduğu İstanbul, etkisi Osmanlı ve Türkiye sınırlarını aşan bir şehirdir.
Cazibesi, kendi sınırlarından çok daha geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
Doğu'ya yapılacak gezilerin listesinde her zaman baş sırada yer alır.
Seyyahların, oryantalistlerin, din adamlarının ve bilim insanlarının uğrak yeri olmuştur.
Gustave Flaubert, Melling, Gérard de Nerval, Theophile Gautier, Edmondo de Amicis ve Lord Byron gibi Batılı seyyahlar, Doğu seyahatlerinde Ortadoğu'nun tarihi şehirlerinden sonra İstanbul'a da, onların ifadesiyle "Costantinopole", uğramışlardır.
Bu gezilerle ilgili notlarını kitaplaştırmış, tanıdıklarına yazdıkları mektuplarda İstanbul'a dair izlenimlerini paylaşmışlardır.
Orhan Pamuk; Gustave Flaubert'in İstanbul ziyaretini, "Flaubert İstanbul'da: Doğu, Batı ve Frengi" başlığı altında anlatır.
Doğu yolculuğu kapsamında Kahire, Kudüs ve Beyrut'tan sonra İstanbul'a gelir ve burada yaklaşık beş hafta kalır, Flaubert.
Gezdiği şehirlerde kerhaneye gittiğinde frengi hastalığını kapar, gelirken beraberinde bu hastalığını da getirir. Bu durumu İstanbul'da kendisine bazı güçlükler çıkartır.
Bazen de İstanbul'daki kerhanelerde kendisini yetersiz görmesine, utanmasına bile neden olur.
Flaubert, İstanbul'dan pek hoşlanmaz. Şehirden beklediği egzotik ve mistik atmosferi bulamayınca, İstanbul onun gözünde çekiciliğini kaybeder.
Ortadoğu'da gördüğü diğer şehirler gibi bir yer olarak tasarlamıştı zihninde İstanbul'u; karşılaştığı manzara onun için tam bir hayal kırıklığı olur.
Yazışmalarında "mezarlık orospularından", "şehrin soğuğundan", "İstanbul'un soğuk Karadeniz rüzgârından", "şehrin kalabalığından" uzun uzadıya bahseder.
Pamuk, bu memnuniyetsizliğin nedenini, Flaubert'in Doğu seyahatinde aradığı "Doğu imgesini" İstanbul'da bulamamasına bağlar.
Flaubert ise; 'bedevilerin, çöllerin, Afrika'nın derinliklerinin, timsahın, devenin ve zürafanın fırından çıkmış Doğu'sunu' tercih ediyordu. 6
Toplumdan edindiğimiz hazır şablonlar, dünyayı anlamlandırma biçimimizi büyük ölçüde şekillendirir.
Ancak bu ön bilgilerin laneti, zihni farklılıklara ve çeşitliliklere kapatması ya da onları asimile edip orijinalliğini yok etmesidir.
Geleneksel öğretilerin bu dar çerçevesinden kurtulabilmek ve hayata yeni bir pencereden bakabilmek için, taze senaryolara, farklı bakış açılarına ve yeni manzaralara ihtiyaç vardır.
Üzerimde Batılı bakışların eksikliğini hissettiğim zaman, ben kendi kendimin Batılısı olurum. 7
Batılı seyyahların notları, gözlemleri, yorumları; İstanbul literatürünün oluşmasında önemli katkılarda bulunmuştur.
Pamuk, Batılılardan şehir hakkından öğrendiklerinin İstanbullu yazarlardan öğrendiklerinden daha fazla olduğunu belirtir.
Onlarla özdeşleşmek, onlar gibi düşünmeyerek fikirlerini olgunlaştırmak ve "Benim şehrim" dediği İstanbul'a onların nazarıyla bakmak için Batılı seyyahları okur.
Onların kendilerine dair bir şeyler bulduklarını, şehre kendilerinden bir şeyler katıklarını görünce bu şehrin sadece kendisine ait olmadığını anlıyor.
Acı verici, üzücü bir durum bu. Sanki sevdiği tarafından ihanete uğramış gibi hisseder insan.
…on dokuzuncu yüzyılda gelen Batılı gezginleri okudukça, sırf onlar daha çok ve daha anlaşılır bir dille yazdığı, kaydettiği, benzettiği ve düşlediği için ‘benim' dediğim şehrin de tam benim olmadığını anlarım. 8
Kitabında hem kendi albümünden hem de ünlü İstanbul fotoğrafçısı Ara Güler'in arşivinden seçtiği fotoğraflara yer vermiştir, Orhan Pamuk. Kitabın kapağındaki fotoğrafı da şahsi arşivden almıştır.
Sade ve etkileyici bir anlatımla tüm hatıralarını içine alan kendi İstanbul'unu ve hayatının ilk 22 yıllık zaman dilimini sadece kelimelerle değil, fotoğraflarla da anlatmış.
Bu nostaljik fotoğraflar metni yeniden biçimlendirmekle kalmamış verdiği mesajın gücünü artırmıştır.
"Bir zamanlar resim yapıyormuşum, İstanbul'da doğmuş, İstanbul'da büyümüş, iyi kötü meraklı bir çocukmuşum, daha sonra yirmi iki yaşımda, bilmem neden roman yazmaya başlamışım" 9 sözleriyle kendisini tarif eder ünlü yazar.
Aslında bu mütevazı tanımın çok ötesindedir kendisi.
Romanlarıyla edebiyatta derin izler bırakmayı başarmıştır.
Ancak tüm bu başarılarına rağmen, siyasi ve tarihi olaylara dair görüşleri nedeniyle ağır eleştirilere ve karalama kampanyalarına maruz bırakıldı.
Ben de benzer eleştiri ve karalamalar yüzünden onun romanlarıyla oldukça geç tanıştım.
Öğrencilik yıllarımda, derslerimize gelen bazı hocalarımızın Pamuk hakkında söyledikleri bende ön yargı oluşturdu.
Ancak; romanlarını okumam, onu tanımaya başlamam, bana ait olmayan ama zihnimde kök salmış o, ön yargıları yerle bir etti.
İlk okuduğum kitabı "Yeni Hayat" oldu.
Kitap, "Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti" cümlesiyle başlar.
Bu cümledeki gibi çok iddialı bir değişim yaşamasam da "Yeni Hayat", Pamuk hakkındaki yargılarımı değiştirdi.
Romandan aldığım edebi tat, Pamuk'u Türk edebiyatında severek okuduğum yazarlarım arasına taşıdı.
Orhan Pamuk yurtiçinde ve yurtdışında Nobel Edebiyat Ödülü dâhil olmak üzere pek çok ödül almış, tüm dünyada bilinen bir isim.
Uluslararası entelektüel çevre onun büyük bir yazar olduğunu biliyor.
Ona hak ettiği değeri veriyor.
Yazarın kendi toplumu bunun farkında mı?
Yazarı, romanları ve edebi çalışmaları üzerinden değerlendirilmesi ve eleştirilmesi gerektiğinden yanayım. Bu, bir okurun ve bir toplumun en doğal hakkıdır.
Buna ek olarak, bir aydının kendi görüşlerini özgürce ifade etme hakkına sahip olduğunu da unutmamak gerek.
Bu sebeple; bırakalım herkesin şahsi görüşü kendisine kalsın.
Okurun kendini yakın hissettiği, dönüp tekrar tekrar kitaplarını okuduğu yazarı/ları vardır.
Bu, okur olmanın en doğal ve keyifli yanlarından biridir.
Orhan Pamuk da bu eksende bir yazar.
Pek çok kişi için özel bir yere sahiptir.
"Kar"ı, "Kara Kitap"ı, "Masumiyet Müzesi"ni, "Kırmızı Saçlı Kadın"ı iyi okurlar bilir.
Onun bu etkisini yalnızca kitaplarının satış rakamlarından ya da farklı dillere çevrilmesinden değil, edebiyatta yarattığı etkiden de anlaşılıyor.
Orhan Pamuk, sürekli göz önünde olan bir yazar değil.
Ortalama 5-6 yılda bir yayımladığı yeni bir kitabıyla gündeme gelir, ardından röportaj ve söyleşilerle bir süre görünür, sonra tekrar sessizliğe çekilir.
Sessizlik ve yalnızlık her yazarın şifasıdır.
Evet, yazarın yazdıkları ve gözlemleri üzerinden İstanbul'un bir resmini çizmeye çalıştık.
Başarabildik mi?
Kısmen evet.
Ama tamamen değil.
Çünkü ne söylense söylensin ne yazılırsa yazılsın büyük kentin her zaman yazılacak gizli bir yanının olduğunu biliyoruz.
İstanbul bir "muammadır" aslında. Resminin bir parçası hep eksiktir.
Kitaptan bir alıntıyla noktalayalım:
Annemle o akşam aramızda bir kavga çıkmayacağını, az sonra kapıyı açıp beni teselli edecek sokaklara kaçacağımı ve uzun uzun yürüdükten sonra gece yarısı eve dönüp bu sokakların havasından ve kimyasından bir şeyler çıkarmak için masama oturacağımı biliyordum. 10
Keyifli okumalar!
1. Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İstanbul, 12.Baskı, YKY, 2017,s,25
2. Age,s,345
3. Age,s,15
4. Age,s,15
5. Sezen Aksu'nun, İstanbul İstanbul Olalı, şarkısından alınmıştır.
6. Age,s,269
7. Age,s,271
8. Age,s,271
9. Age,,s,16
10. Age,s,345
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish