Göçmenler aracılığıyla Türkiye'nin istilası

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

Türkiye'de bugünlerde kamuoyundaki önyargıyı besleyen iddialar ve görüşler acayip ilgi çekiyor.

Bunu gören bazı emekli paşalar da habire bazı komplo teorilerini bilimsel bir veri gibi sunarak ilgi topluyor, ekran ekran dolaşarak popülaritelerini ve şöhretlerini artırıyorlar.

Böylece tekdüze emeklilik hayatlarına renk ve anlam katarken, yükselen fiyatlar karşısında giderek eriyen bütçelerine az da olsa katkı sağlıyorlar.  

İddia şu: "Batı, daha doğrusu ABD, göçmenleri Türkiye'nin üzerine sürerek ülkenin demografik yapısını değiştirmek suretiyle istila etmeye çalışıyor."

Bu görüşü en çok dillendiren de emekli Amiral Cihat Yaycı.

Fatih Altaylı gibi ülkenin önde gelen gazetecileri de Yaycı gibi emekli askerleri programlarına konuk ederek bu görüşlerin kamuoyunda yayılmasına önayak oluyor. 

Batı'nın göçmenler aracılığıyla Türkiye'yi istila etmeye çalıştığına dair iddialar dışında hiçbir somut veri, delil yok.

Yine de bunu omuzu bol yıldızı eski askerler söyleyince kamuoyu dikkate alıyor, hatta inanıyor. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Oysa aklı başında herkesin görebileceği basit gerçek şu:

Türkiye'nin çevresi ateş çemberi.

Afganistan, Türkmenistan, İran, Irak, Suriye'de iç savaş, işsizlik ve siyasi baskıdan kaçan milyonlarca insan Batı'ya gitmek üzere yollara düşmüş durumda.

Zira bu insanların gözünde Batı, yeryüzündeki cennet. Ama cennete ulaşmak kolay olmadığından yol üzerindeki duraklarda yığılma oluyor.

Bu duraklardan biri de Asya ile Avrupa arasında köprü görevi gören Türkiye.

Batı, mültecilerin kendi kapısına dayanmaması için birkaç milyar euro veya dolar karşılığında Türkiye ile göç ve geri kabul anlaşması imzalamış durumda. 

Yine de ipini koparıp Batı'ya ulaşan göçmenlerin sayısı Türkiye'dekilerden kat kat fazla.

Şöyle ki, bugün Avrupa'nın en büyük ekonomisi olan Almanya'da nüfusun yaklaşık yüzde 30'unu çoğunluğu Müslüman kökenli yabancılar oluşturuyor.

Yani sokaktaki yaklaşık her 3 Alman'dan biri, yabancı. Buna rağmen hiç kimse, hiçbir emekli Alman subayı, "Birileri göçmenler eliyle ülkemizi ele geçirmeye çalışıyor" diyerek ortalığı velveleye vermiyor.

Üstelik bu ülkede göçmen kökenliler Türkiye'dekiler gibi en ağır işlerde en düşük ücretlerde çalışarak ülkenin yükünü sırtlarında taşımıyor, aksine belediye başkanı, parti başkanı, sendika başkanı, yazar, sanatçı, milletvekili, hatta bakan olarak toplumsal hayatın her alanında yer alıyor ve Almanlardan da eşit muamele görüyor. 

Veya İngiltere'yi ele alalım: Batı medeniyetinin başkenti sayılan Londra'yı yıllardır esmer tenli Pakistanlı bir göçmen yönetiyor.

Downing Street'teki 10 Numara'da yine koyu tenli Hintli bir göçmen oturuyor.

Yine hiçbir İngiliz, "Bu Doğulu göçmenler ülkeyi resmen ele geçirdi" diye feryat etmiyor. 

Fransa, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde de durum aşağı yukarı aynı.

Yani göçmen istilasına uğrayıp demografik yapısı değişen, esas Batı'nın kendisi. 

Türkiye'de ise bunların hiçbiri olmuyor. Ne belediye başkanı bir Suriyeli var, ne de parti başkanı veya bakan olan bir Afgan.

Aksine Afgan'ından Suriyelisine, İranlı'sından Iraklısına kadar tüm göçmenler hiçbir Türk'ün yapmak istemeyeceği ağır işlerde düşük ücretlerle çalışarak ülkenin ekonomisine katkıda bulunuyor. 
 


Her ay sonunda bankamatiklerin önüne yığılan Suriyelilere gelince;

AB Türkiye'de mülteci olarak kabul edilen her Suriyeliye 250-300 euro civarında bir aylık bağlamış durumda.

Avrupa'dan bazı fonlar mülteciler için öngörülen paraları Türkiye'de Halk Bankası ve Ziraat Bankası'na yatırıyor.

AB tarafından mültecilerin sağlık sigortaları da yapıldığından Suriyeliler ay sonunda aylıklarını bankamatiklerden çekerken hastanelerde de bedava tedavi olabiliyor. 

Bu durumu bilmeyen Türk kamuoyu da "Biz aç ve işsiz gezerken devletimiz, Suriyelere aylık bağlıyor, hastanelerden bedava tedavi olmasını sağlıyor" diyerek tepki gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da biz 10 yılda mültecilere 40 milyar dolar para harcadık, diyerek kamuoyundaki algıyı pekiştiriyor.

Oysa hiç kimse, maliye bakanı Mehmet Şimşek 5-10 milyar dolarlık kredi bulmak için Batı'da kapı kapı dolaşırken Türkiye nasıl olup da mültecilere 40 milyar dolar harcayabiliyor, diye sormuyor. 

Türkiye'de iktidarın beceriksizliğinden kaynaklanan ekonomik sıkıntılar büyüdükçe, suçu başkalarının üzerine atmak, kamuoyunda suni bir rahatlamaya yol açıyor.

Oysa mültecileri ülkenin başına bela eden de Türkiye'nin kendisi.

Kimse göç ve geri kabul anlaşmasını imzalaması için Türkiye'yi zorlamış veya tehdit etmiş değil.

Aksine, Ankara bunu kendi rızası ve özgür iradesi ile imzaladı.

Aynı şekilde yabancılara para karşılığında vatandaşlık veren de böylece ülkeyi paralı karanlık tiplerle dolduran da yine Ankara'nın kendisi. 

Ömürlerini askerlik, silah, mühimmat ve teçhizat gibi meselelerle geçiren emekli paşalarımız ve amirallerimiz ülke savunması konusunda hiçbir özgün plan, proje, tasarı ortaya koyamazken, ODTÜ'lü, Boğaziçili gencecik mühendislerimiz, "dinci" ve "yobaz" diye küçümsenen Temel Kotil gibi badem bıyıklı yöneticiler öncülüğünde roketler, füzeler, dronlar, tanklar, helikopterler ve nihayet beşinci nesil savaş uçakları üreterek ülkeyi hak ettiği yere taşımak için ter döküyor. 

Bugünkü emekli paşalarımızın yarbay ve albay olarak görev yaptığı yıllarda ise PKK ilçeleri basıp hendek kazarak aylarca elinde tutuyor, o da yetmezmiş gibi devriye gezen askerlerimizi esir alıp dağlardan yüzlerce kilometre yürüterek Kuzey Irak'taki kamplarına götürüyorlardı.

Emekli paşalar bu ayıbın hesabını vermek bir yana, bilmedikleri konularda ahkam keserek kamuoyunu yalan yanlış bilgilerle hem yanıltıyor hem de tedirgin ediyor. 

Hatırlayın, eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ, bir orduevinin bahçesinde yer altından çıkan bir roketi gazetecilere göstererek "bu silah değil, boru" diye bağırmıştı.

O sırada hiçbir gazeteci, "Sayın Paşam, göz var, nizam var. Bu düpedüz silah, boru değil" diyememişti.

Başbuğ Paşa aynı şekilde genelkurmay başkanı olarak tüm yetkiler elindeyken FETÖ'cü savcıların kozmik odaya girip TSK'nın en gizli sırlarını ele geçirmesine de ses çıkarmamış, ama emekli olunca ekran ekran dolaşıp her konuda ahkam kesmeye başlamıştı. 

Doğrudur, göçmenler Türkiye için bir sorun. Ama aynı zamanda da ucuz işgücü olarak da bir nimet.

Günümüzde göçler, savaşlar, açlık ve kıtlıktan dolayı sadece Türkiye'nin değil, pek çok ülkenin demografik yapısı değişiyor. 

Türkiye'den her yıl beyaz yakalı yüz binlerce insan Batı'ya göç ediyor.

Bugün hiçbir savaşın veya sosyal karışıklığın olmadığı Türkiye'den kaçıp Almanya'ya iltica eden Türklerin sayısı Afganları da geçerek ikinci sıraya yükselmiş durumda.

İlginç olan şu: Afganlar ve Suriyeler savaştan kaçıyor, peki ya Türkler neden kaçıyor?

Sözün özü;

Kimsenin Türkiye'nin demografik yapısını değiştirip istila etmek gibi bir planı yok.

Rahat olun.

Her söylenene de inanmayın, özellikle de bunu emekli amiral/general veya emekli büyükelçi gibi biri söylüyorsa...

Bu insanların sözlerinden önce yaptıklarına, icraatlarına bakın.

Zira, eskilerin dediği gibi, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU