İyilerle kötülerin mücadelesi tarih boyunca sürüyor.
Bazen iyiler galip geliyor, dünya rahat bir nefes alıyor.
Bazen de kötüler kazanıyor, dünyanın canına okuyor.
Sovyetler Birliği'nin dağıldığı, Doğu Bloku'nun çöktüğü 1990'lı yılları hatırlayın.
Sovyet hapishanesi içeriden çökünce, 70 yıldır tutsak olan halklar ve milletler sevinçle özgürlüğe koşmuş, dünyanın geri kalanı ile kucaklaşmıştı.
Yıllardır birbirini göremeyen akrabalar yeniden kavuşmuş, parçalanan aileler yeniden birleşmişti.
Batı'nın tam orta yerinde yüz binlerce Doğu Alman, Berlin Duvarı'nı hışımla parçalayıp Batı Almanya'ya geçerken, dünyanın öbür ucunda da Sovyet coğrafyası dışında yaşayan binlerce Türkmen, Özbek, Kazak ve Kırgız kayıp akrabalarının izini sürmek için Türkistan'a veya bugünkü adıyla Orta Asya'ya doğru yola çıkmışlardı.
Kısacası hem Doğu'da hem Batı'da 90'lı yıllar özgürlük, kavuşma ve hasretle kucaklaşma zamanıydı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bir de şimdiki zamana bakalım.
Kötülerin bayrağı her yerde zaferle dalgalanıyor.
20 yıllık bir özgürlük ve umut döneminden sonra Taliban karanlık bir kâbus gibi Afganistan'ın üzerine yeniden çökerken, komşu İran'da kadınların umut çığlıkları şiddetle bastırıldı.
Aynı şekilde Orta Asya cumhuriyetlerinde de özgürlük yanlısı halk ayaklanmaları güçle bastırılırken iktidarın babadan oğula veya diktatörün uygun bir evladı yoksa en yakın adamına geçtiği bir cumhuriyet modeli yerleşti.
Böylece Sovyet hapishanesinden kurtulan milyonlarca insanın özgürlük umutları ikinci bahara kaldı.
Ortadoğu'da ise adım adım sınırlarını genişleten Yahudi devleti artık işi soykırıma kadar vardırdı.
Aralarında bebeklerin ve kadınların da olduğu binlerce sivil İsrail jetleri tarafından bombalanırken, dünya kamuoyu sadece bağırıp çağırmakla yetindi.
Kimse Netanhayu'yu durdurmak için harekete geçmedi, geçemedi.
Harekete geçme ihtimali olanları da ABD ve müttefikleri bölgeye savaş gemileri göndererek durdurdu.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Avrupa'nın bir ucunda başlayan savaş, üçüncü yılına girdi.
Bir süper güç yanı başındaki küçük komşusunu işgal ediyor.
Dünyanın büyük bir kısmı işgale karşı ve işgalciyi durdurmaya çalışıyor. Ama nafile.
İşgali durdurmak bir yana, savaş giderek büyüyor.
İki savaş, Batı'nın çelişkisini, daha doğrusu ikiyüzlülüğünü çok çarpıcı bir biçimde ortaya koydu.
Ukrayna savaşında sivillerin öldürülmesini savaş suçu sayan Batı, aynı şeyin Gazze'de üstelik de daha korkunç boyutlarda yaşanmasını meşru-müdafaa olarak gördüğünü açıkladı.
Burada öldürülen binlerce bebek, gözü yaşlı binlerce anne Batı'da vicdan sahibi yüz binlerce insanı sokağa dökerken Biden, Sunak, Macron, Scholz liderleri pek etkilemedi.
Onlar sürekli meşru müdafaadan dem vurarak, Nuh dediler ama peygamber demediler.
Anlı şanlı Arap şeyleri ise yanı başlarında yaşanan katliama deyim yerindeyse dönüp bakmadılar bile.
Gerçi Katar, Suudi Arabistan ve Mısır gibi kimi Arap ülkeleri sorunu diplomatik yönden çözmek için pek çok girişimde bulundu ama bu ülke liderlerinin hiçbiri, İsrail'i uluorta açıkça eleştirme cüretinde bulunamadı.
Bunu yapan tek Müslüman lider, Netanyahu'ya katil, savaş suçlusu diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.
Böylece Pakistan'dan Bangladeş'e, Suriye'den Libya'ya ve Fas'a kadar milyonlarca sıradan Müslümanın gönlünü, saygısını ve güvenini kazandı.
Elbette Erdoğan da Türkiye de sütten çıkmış ak kaşık değil.
Rusya ile ticareti sürdürerek Rus savaşının finansmanına ve dolayısıyla Ukraynalı sivillerin öldürülmesine katkıda bulunan Türkiye, Gazze'de doğru tarafta, mazlumların yanında yer aldı.
Aynı şekilde Doğu Türkistan'da Uygur soykırımını açıkça eleştirmekten sakınan ve Rabia Kadir gibi Uygur liderlerini ülkeye sokmayan Türkiye, Afganistan'da yeniden iktidara gelen Taliban'la sarmaş dolaş olmakta da bir sakınca görmedi.
Gördüğünüz gibi, aklı başında her ülke gibi Türkiye'nin de dış politikasını belirleyen, insan hakları, demokrasi ve bireysel özgürlükler gibi değerlerden ziyade kendi milli çıkarları.
Zaten demokrasi ve insan hakları alanında Türkiye'nin sicili pek de parlak sayılmaz.
Toparlarsak, 21'nci yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakırken, yarışı kötülerin kazandığını görüyoruz.
Ama bu, her zaman böyle gideceği anlamına geliyor.
Nasıl ki gecenin ardından gündüz, karanlığın ardından aydınlık geliyorsa, iyilerin yüzlerinin güldüğü günler de mutlaka gelecektir.
Öyle bir dönem gelecek ki, İran ve Afganistan gibi ülkelerde kadınlar özgürce yaşayacak, Türkiye'de rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma tarihe karışacak, kimse düşüncesinden dolayı hapis yatmayacak, Filistin ve İsrail devletleri yan yana barış içinde yaşayacak, Rusya küçük komşularına saldırmayacak, ABD dünyanın başına çorap örmeyecektir.
Bu olduğunda, dünya cennete dönüşecektir.
Elbette tüm bunlar, hayal gibi gelebilir.
Ama unutmayın ki, çevremizde gördüğümüz her şey bir hayalle başladı ve gerçeğe dönüştü.
Yeter ki, hayalimize yürekten inanalım.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish